dünyanın yedi harikası
 felsefe dünyası
 ünlü ressamlar ve resimleri
 icatlar ve keşifler
 Namık Kemal hürriyet kasidesi
 Mevlana ve Mesnevi
İCATLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İCATLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Dünyanın ilk buharlı gemisi ..!

11 Subat gerçekleşen önemli olaylar basligindan alinti;
1809 - Robert Fulton, buharlı geminin patentini aldı.


Birleşik Amerika`daki Pennsylvania (Pensilvanya) eyaletinde bulunan Little Britain şehrinin adı, sonradan Fulton olarak değiştirilmiştir. Bu değişikliğin sebebi, 1765 yılında burada doğmuş olan Robert Fulton adındaki bir muciti onurlandırmaktı.
Robert Fulton daha küçük yaştayken, Philadelphia (Filadelfiya)`da bir kuyumcunun yanında çalışmağa başladı. Büyük bilgin, gazeteci,diplomat ve mucit Benjamin Franklin`le tanışması da kısa bir süre sonra bu şehirde oldu.
Robert Fulton boş zamanlarında resim çalışmaları yapıyordu. Yaptığı tablolara müşteri bulmakta güçlük çekmiyordu. Böylece eline geçen parayla bir İngiltere yolculuğu yaptı.Yola çıkmadan önce,kazandığı paranın bir kısmıyla dul annesine de bir çiftlik satın almıştı.
Fulton, Londra`da kaldığı birkaç yıl boyunca bol bol resim yaptı ve kanal gemiciliğiyle, kanallarda gemilerin seferiyle ilgili denemeler üzerine eğildi.
Sonra Paris`e geçti. Burada ilkin denizaltı gemisi konusunda çalışmalarla oyalandı. Fakat bu konudaki çalışmaları başarıyla sonuçlanmadı. Ardından, torpiller konusuyla ilgilendi. İngiltere Hükümeti, onunla bir anlaşma yaptı.Torpiller konusundaki çalışmalarım sürdürmesi için yardımcı oldu. Çok geçmeden, Fulton 200 tonluk bir gemiyi batıran torpilin yapımını başardı.
Bu başarısı sonucunda eline geçen bir miktar parayla tekrar Amerika`ya döndü.
Artık en büyük buluşunu gerçekleştirecekti.Buharlı gemiyle ilgili çalışmalarım giderek yoğunlaştırdı ve 1807 yılında yapımını gerçekleştirdiği "Clermont" adındaki gemi.Hudson`dan Albany`e 32 saatte ulaşmak suretiyle herkesi şaşırttı.
Büyük başarısı Fulton`un adını ve ününü yaygınlaştırmıştı. Çok geçmeden,yelkenli gemilerin yerini buharlı gemiler almaya başladı. Fulton, ölümünden önce Birleşik Amerika için 44 toplu bir savaş gemisinin yapımında baş rolü oynadı.Bütün bu başarılarına rağmen, (Nautilus) adını verdiği denizaltı gemisiyle ilgili tasarılarını gerçekleştirebilmek için var gücüyle çalışmaktan da geri kalmıyordu.
Robert Fulton`un ölümü,bütün Amerika için ulusal bir yas oldu. Doğduğu şehre onun adı verildi ve New York`ta Manhattan`da Hudson Nehri kıyısında, Fulton`un anısına bir anıt dikildi.
devamını okuyunuz... >>

FERMI, Enrico (1901-1954). ve icadı

FERMI, Enrico (1901-1954). Dünyanın en büyük nükleer fizikçilerinden olan İtalyan asıllı Enrico Fermi Roma’da doğdu. Lise yıllarında harika çocuk olarak dikkat çeken Fermi, doktora çalışmasını Pisa Üniversitesi’nde 1922′de tamamladı. Önce Floransa Üniversitesi’nde, daha sonra (1927-38) Roma Üniversitesi’nde ders verdi.
Atomu oluşturan parçacıklardan nötronun  1932′de keşfedilmesinden sonra Fermi, daha önce atom çekirdeğine alfa parçacıkları gönderilerek gerçekleştirilmiş olan yapay radyoaktifliği nötronlarla yarat mayı denedi. Bu çalışmaları sonunda, “nötron bombardımanı yoluyla yeni radyoaktif maddeler belirlemesi ve yavaşlatılmış nötron ların yol açtığı çekirdek tepkimesini bulması” nedeniyle 1938 Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. Ödülü almak için Stockholm’e giden Fermi, faşist yönetim altındaki İtalya’ya dönmek istemedi ve ABD’ye yerleşti.
Aynı yıl, Fermi’nin nötron bombardımanı yöntemiyle uranyumda çekirdek tepkimelerini başlatma deneyini tekrarlayan Alman bilim adamları, bu tepkimeyle aslında uranyum çekirdeğinin birkaç parçaya bölündüğünü ve çok büyük bir enerjinin açığa çıktığını buldular. Bölünen çekirdekten çıkan parçacıkların başka atomları bölmesiyle bu tepkimenin zincirleme olarak süreceği anlaşıldı. Hitler’in bu buluştan yararlanarak atom bombası yaptırabileceğini düşünen Fermi ve arkadaşları ABD yönetiminin dikkatini bu tehlikeye çekmek istediler. Albert Einsteın imzaladığı bir mektup Başkan Roosevelt’e gönderildi. Bunun sonucunda, zincirleme çekirdek tepkimesini gerçekleştirmek için başlatılan ve atom bombası yapımıyla sonuçlanan Manhattan Projesi’nin başına Fermi getirildi. 1942 sonunda ilk denetimli zincirleme çekirdek tepkimesi gerçekleştirildi. 1945′te de ilk atom bombası patlatıldı
1944′te ABD yurttaşı olan Fermi 53 yaşın da ölene kadar Chicago Üniversitesi’ndeki, sonradan kendi adı verilen Nükleer Araştırma Enstitüsü’nde çalıştı. Fermi aynı zaman da, atom fiziği alanında verilen ve günümüzde kendi adıyla anılan ödülü alan ilk bilim adamıdır. 100 atom numaralı fermiyum elementi ve temel parçacıkların çapını ölçmekte kullanılan fermi birimi de onun adını taşımak tadır.
devamını okuyunuz... >>

Wright Kardeşler ve icadı

Wright Kardeşler, ilk motorlu uçağı yapan ünlü kardeşlerdir. Wilbur Wright 1867 yılında doğmuş, 1912 yılında ölmüştür. Kardeşi Orville Wright ise 1871 yılında doğmuş, 1948 yılında ölmüştür.
Ohio, Daytonlu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright, 1899′da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecek her şeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerde ve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbir şey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlin yakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bu konuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal’in çalışmaları vardı.Orville Wright Wilbur Wright lilienthal kuşların uçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasına fazla şaşmamak gerekir. Fakat o içlerinde ünlü ressam Leonardo Da Vinci’nin de olduğu birçoklarını cezbeden tuzağa, yani kuş uçuşunu temsil eden kanat çırpma olayının cazibesine kapılmadı. Lilienthal uçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadı olması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek için gerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafından sağlanabilirdi ve bu konuda Wright kardeşler de onunla uyuşuyordu.
Wilbur ve Orville Wright bilimsel öğrenim görmemişler, liseden sonra yüksek bir okulda gitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını ilerlettirken kendi bilimsel yönlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyan planörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda bilimsel bir eser hazırlayacak kadar ilerlettiler. Hatta hazırladıkları 200′den çok farklı tipteki kanatları denemek için bir rüzgar tüneli dahi yaptılar. Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903′te North Carolina’da Orville’in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisine bağlı kalınarak yapılmıştı.
Bu uçak iki pervaneliydi. Pilotla birlikte ağırlığı 335 kg.dı. Bu uçuşun beş tane görgü şahidi vardır. Orville birinci denemede 12 saniye uçtu. Ve sadece 37 metre mesafe katetti. O günkü son denemesinde ise, bu süre 59 saniyeye çıkmıştı ve 280 metrelik bir mesafeye uçmuştu. Daha sonra uçaklarını geliştirdiler ve 1904 yılında uçağa havada dönüşler yaptırarak, geri dönmek suretiyle kalktıkları noktaya inmeyi başardılar.
Wright kardeşler, iyi bir uçak tasarımında kanadın ani esen şiddetli rüzgarların zararlı etkisiyle sert havanın aşağı ve yukarı çekici etkisine karşın pilotun düzeltmesiyle kanadın daha uygun bir vaziyet almasını sağlayan bir mekanizma bulunması gerektiğini anladılar. Kuşları gözleyerek sert havalarda uçuş düzeylerini korumak için kanat uçlarını nasıl büktüklerini not aldılar. Kanat bükmeyi planörlerinin kanatlarının uçaklarını bir mekanizma yardımıyla eğerek taklit ettiler. Deneylerinden bunun işe yarayacağını tahmin etmişlerdir. Gerçekten de işe yaramıştır. Kanat eğmenin uçuş aerodinamiğini nasıl etkilediğini doğru bir şekilde tahmin ettiler ve anladılar.
Wright kardeşler artık uçabilen bir uçak yaratmışlardı ama onu nasıl uçuracaklarını bilmiyorlardı. Bunu onlara gösterebilecek ne bir kitap ne de bir öğretmen vardı. Yavaş yavaş ve metotlu bir şekilde uçakla dönüş yapabileceklerinden çok zaman önce emin olmuşlardı. Daha ilk denemelerinde uçak tam bir daire dönüşünü kolaylıkla tamamlayarak havalandıkları noktanın yanına indi. Uçak dizaynı, diğerleri Wright kardeşlerinin seviyesine gelinceye kadar bir süre olduğu yerde saydı. Pilotun kanadın üzerine yatık bir şekilde durmaktan kurtarıp oturmasını sağlayacak bir yer yapılması gibi zorunlu bir takım şeyler gerekiyordu.
Wright kardeşler pilotun oturabildiği bir uçak dizaynı hazırladılar. Ayrıca bir de iniş takımı yaparak kendilerini ilk uçuşlarında yanlarında taşıdıkları tekerlekli kriko ve monoraydan kurtardılar.
devamını okuyunuz... >>

Wilhelm Conrad Rontgen ve icadı

Alman asıllı fizikçi olan Wilhelm Conrad Röntgen, 1845 yılında Rheinland'da doğdu ve 1923 yılında Münih'de öldü. Çocukluğu ve ilköğretim yılları Hollanda'da ve İsviçre'de geçti. Zürih'te üniversite eğitimi gördü. 1876'da Strassburg'da, 1879'da Giessen ve 1888'de Würzburg Üniversitelerinde fizik profesörü olarak öğretim görevi yaptı. 1900'de Münih Üniversitesi Fizik Kürsüsü'ne ve Yeni Fizik Enstitüsü'nün yöneticiliğine getirildi.
1885 yılında kutuplanmış bir yalıtkan hareketinin, bir akımla aynı manyetik etkileri gösterdiğini açıkladı. Fakat asıl ününü, 1895 yılında X ışınlarını keşfetmesiyle kazandı. Bu ışınları inceleyen Röntgen, X ışınlarının bir doğru boyunca yatıldığını, yansıma ve kırılmaya uğramadığını, elektrik veya manyetik alanların etkisiyle yön değiştirmediğini ispatladı. X ışınlarının, cisimlerin içinden geçme kabiliyetlerini inceledi ve bu ışınların havayı iyonlaştırdığını ortaya çıkardı.
1901 yılında tamamladığı bu araştırmaları sonucu, aynı yılın fizik dalında Nobel Bilim Ödülü'ne layık görüldü. X veya g ışımalarının miktar ölçümü birimine kendi ismini vermiştir. Günümüzde röntgen ışınları tıp alanında kullanılmaktadır.
Röntgenin tıpta kullanımı, X ışınlarının organik dokular tarafından eşit olmayan derecelerde emilmesine dayanır. Eşit olmayan bu geçiş, radyolojik gölgeler meydana getirir. Bunlar, ya flüoresan bir ekranda (radyoskopi) ya da gümüş tuzlarının fotoğraf filmi üzerine indirgenmesiyle (radyografi) değerlendirilir. İncelenecek doku ile çevresindeki doku arasında X ışınlarını geçirme miktarında bir fark yoksa, saydam olmayan kontrast maddeler kullanılır.
X ışınları, ışık ışınlarıyla aynı özelliktedir. Fakat frekansları daha büyüktür. X ışını, içinden geçtiği gazı iyonlaştırma özelliği taşır. X ışınlarının tespiti ve şiddetinin ölçülebilmesi için bu ışınlar, iyonlaşma odasından yani altın yapraklı elektroskopa bağlı iki tablası bulunan gaz dolu bir kaptan geçirilir. Elektroskop yapraklarının düşüş hızı, iyonlaşma derecesini ve dolayısıyla bununla orantılı olan ışıma şiddetini ölçer. Şiddet, röntgen cinsinden değerlendirilir.
Bir X ışını demeti, saydam olmayan bir cisimden geçerken yavaş yavaş enerjisini bırakır. Kaybedilen enerji kalınlığa göre artar veya azalır. Ayrıca dalga boyu kısa ışınlar, maddeye daha fazla etki eder ve ağır elementler daha fazla enerji yutar. Bu özelliklerden dolayı, bir maddeye X ışını verilerek maddenin atom yapısı kesinlikle tespit edilebilir
devamını okuyunuz... >>

Thomas Alva Edison ve icadı

Thomas Alva Edison (d.11 Şubat 1847 – ö. 18 Ekim 1931) 20. yüzyıl yaşamını icatlarıyla büyük bir şekilde etkileyen Amerikalı mucit ve iş adamıdır. Bazı icatları tamamen orijinal olmakla birlikte, eski icatların geliştirilmesi veya yönetimi altında çalışan yüzlerce çalışana aittir. Yine de Edison elinde bulundurduğu kendi adını taşıyan Amerikan patentiyle tarihteki en önemli ve en verimli mucitlerden biri olarak nitelendirilir. Patentlerinin çoğu Amerika’nın haricinde Almanya, Fransa ve İngiltere onaylarına da sahiptir.
1868′de kendine atölye kurdu ve geliştirdiği elektrikli bir oy kayıt makinesinin patentini aldı. Aygıt oldukça ilgi topladı ama kimse tarafından satın alınmadı. Tüm parasını yitiren Edison, New York’a yerleşti.Şansı, altın borsasının düzenlenmesinde kullanılan telgrafın bozulması üzerine döndü. Borsa yetkililerinin isteği üzerine aygıtı tamir eden Edison, Western Union Telegraph Company’den geliştirilmekte olan telgraflı kayıt aygıtları üzerinde yetkinleştirme çalışması yapma önerisi aldı.
1876′da Graham Bell’in geliştirdiği konuşan telgraf üzerinde çalışmaya başladı. Aygıta karbondan bir iletici ekleyerek telefonu yetkinleştirdi. Ses dalgalarının dinamiği üzerine yaptığı bu çalışmalardan yararlanarak 1877′de sesi kaydedip yineleyebilen gramafonu geliştirdi.
Tarihte ilk ses kaydı 1877′de Thomas Edison’un (1847-1931) geliştirdiği ve “konuşan makine” adını verdiği aygıtla gerçekleşti. “Fonograf” ya da daha yaygın olarak “gramofon” diye adlandırılan bu aygıt ses titreşimlerini, döner bir silindire sarılmış bir kalay folyoya izler halinde kaydediyordu. Edison makinesini denemek için önce ahizeye “Merhaba” diye seslenmiş, folyoyu bir diyaframa bağlı bir iğnenin altından geçirdiğinde, aynı sözcüğün yinelendiğini işitmişti. Bu mekanik-akustik kayıt yöntemi1920′de elektrikli sistemlerin ortaya çıkmasına kadar sürdü. Bant kayıt sistemlerini geliştirmek içinse, magnetik ilkeleri kullanıldı. Bu sistemler, 1935′te magnetik plastik şeridin devreye girmesiyle, ardından da 1960′larda mikroelektroniğin kullanılmasıyla, büyük bir ticari başarı kazandı.
1878′de William Wallace’ın yaptığı 500 mum güçündeki ark lambasından etkilenen Edison, bundan daha güvenli olan ve daha ucuz bir yöntemle çalışan yeni bir elektrik lambasını geliştirme çalışmasına girişti. Bu amaçla açtığı bir kampanyanın yardımıyla önde gelen işadamlarının parasal desteğini sağladı ve Edison Electric Light Company’yi kurdu.
Oksijenle yanan elektrik arkı yerine havası boşaltılmış bir ortamda ışık yayan ve düşük akımla çalışan bir ampul yapmayı tasarlıyordu. Bu amaçla 13 ay boyunca flaman olarak kullanabileceği bir metal tel yapmaya uğraştı.
Sonunda 21 ekim 1879′da özel yüksek voltajlı elektrik üreteçlerinden elde ettiği akımla çalışan karbon flamanlı elektrik ampulünü halka tanıttı. Şimdi evlerimiz bu ampullerle aydınlanıyor
1879’da Edison bir elektrik ampulü icat etti.Kömürleştirilmiş iplikten Flamanlarla deneyler yaptıktan sonra karbonlaştırılmış kağıt flamanda karar kıldı.
1880’de evde güvenle kullanılabilecek ampuller üreterek tanesini 2,5 dolara satmaya başladı. Ancak 1878 yılında bir İngiliz bilim adamı olan Joseph Wilson Swan da bir elektrik ampulü icat etmiştir. Ampul camdı ve içinde kömürleştirilmiş bir flaman bulunuyordu. Swan, ampulün içindeki havayı boşlattı çünkü havasız ortamda flaman yanıp tükenmiyordu. Bu iki bilim adamı güçlerini birleştirmeye karar vererek Edison ve Swan Elektrikli Aydınlatma Şirketi’ni kurdular.
1883′de hayatının en büyük icadı olan Edison etkisi denen olayı gerçekleştirdi; yani ısıtılmış bir filamanın moleküler boşlukta elektron yayılmasını buldu. 1883′te bulduğu bu olay sıcak katotlu tüplerin temelini oluşturdu. Daha sonra Akkor lambanın üretimini geliştirmeyi başardı, bu da ampulün halk arasında yaygınlaşmasını sağladı.
Edison’un en önemli keşfi Menlo Park, New Jersey’deki ilk endüstriyel araştırma laboratuarıydı. Sürekli olarak teknolojik keşifler ve geliştirmeler-iyileştirmeler yapmak gibi özel bir amaç için kurulmuş ilk kurumdu. Edison birçok icadını resmi olarak bu labaratuarda üretmiş, birçok çalışanı onun direktifleri doğrultusunda bu icatların araştırma ve geliştirmesinde görev almıştır.
Elektrik mühendisi William Joseph Hammer, 1879 Aralık’ında Edison’un laboratuvar asistanı olarak görevine başlamıştır. Telefon, fonograf, elektrikli tren, demir madeni ayıracı, elektrikli aydınlatma ve diğer birçok icatta büyük katkılarda bulunmuştur. Hammer’ı özel kılansa elektrik ampulünün icadındaki ve bu aletin geliştirme ve testleri sırasındaki çalışmalarıdır. Hummer 1880′de Edison’un lamba çalışmalarının şef mühendisi olmuş, bu mevkiideki ilk yılında Francis Robbins Upton’ın genel müdürlüğünü yaptığı fabrika 50.000 ampul üretmiştir. Edison’a göre Hammer elektrik ampulünün bir öncüsüdür. 1000′e yakın patenti bulunmaktadır.
devamını okuyunuz... >>

Samuel Finley Breese Morse (1791 - 1872) ve icadı

Samuel Finley Breese Morse (27 Nisan 1791 – 2 Nisan 1872) Amerikan Mucit, portre ve tarih sahnesi ressamı.
Samuel F. B. Morse coğrafyacı ve papaz Jedidiah Morse ile Elizabeth Ann Breese Morse'un ilk çocukları olarak Massachusetts, Charlestown'da doğdu. Daha küçük bir çocukken Phillips Akademisi'ne katıldı daha sonra 14 yaşında yüksekokula başladı. Kendini sanata ve çok tanınan bir Amerikan ressam olan Washington Allston'ın öğrencisi olmaya adadı. Yale Üniversitesi'nde iken, Benjamin Silliman ve Jeremiah Day'in elektrik hakkındaki konferanslarına katıldı. Portre resimler yaparak para kazandı. 1810'da Yale Üniversitesi'nden mezun oldu. Morse daha sonra 1811'de Allston'a Avrupa'ya giderken eşlik etti.
Morse bir taşı yada mermeri 3 farklı boyutta yontabilen mermer kesme makinesini icat etti. Morse bunun patentini alamadı, çünkü 1820'de Thomas Blanchard'ın benzer bir icadı vardı.
Morse 1837'de elektrikli telgrafı icat etti. Joseph Henry, bugün Princeton Üniversitesi'nde bulunan çalışan ilk prototipi yapmıştı. Henry ayrıca, Morse'un O'Reilly'ye karşı dava açmasına rağmen yayınlayamadığı bilimsel dokümanlara da sahipti. Patent denemesi sürecinde, Morse'un avukatı, Morse'un kendi el yazısıyla yazılmış olan bilimsel dokümanların yakıldığını iddia etti. Joseph Henry zamanının açık kaynaklı teşebbüs sahiplerindendi ve Morse gizlilik avantajlarını elinde bulunduruyordu. 1837'de Morse cihazın patentini aldı. 1832'de, Morse elektomanyetik telgraf ve Dr. Charles T. Jackson'la yaptığı telgraf görüşmelerinde kullandığı Morse Kodları olarak bilinen sinyal alfabesi fikirlerini geliştirdi.
1830'da Roma'da öğrenim görürken, Danimarkalı/İzlandalı heykeltıraş Bertel Thorvaldsen tarafından eğitildi; Bazen bu iki sanatçı Antik Roma yıkıntılarında yürüyüşe çıkardı. Morse ayrıca Thorvaldsen'in portresini de yaptı. 1835 sonbaharında, Morse hareketli kâğıt şerit üstüne kayıt yapan bir telgraf geliştirdi ve sergiledi. 1836 başlarında, Morse kayıt yapan telgrafını Dr. Leonard Gale'e sundu. Aynı yıl topladığı 1496 oyla New York belediye başkanlığı seçimlerinde başarısız oldu.
1836'da Morse çalışan ilk telgraf örneğini bitirdi. Bu telgraf tek elementli bir pil ve basit bir manyetizma kullanıyordu. Bu örnek 13 – 14 metre gibi çok kısa mesafelerde çalışıyordu. 1836 kışında Morse ilk örneğini Leonard Gale'e gösterdi. Gale, Joseph Henry'nin elektromanyetik röleler üzerine çalışmalarından haberdardı. Bu bilgilere dayanarak Gale, Morse'a birkaç gelişme tavsiyesinde bulundu ve Henry'nin bu gelişmeleri anlatan 1831 tarihli bilimsel yayınlarını okuması için teşvik etti. Bu gelişmelerle birlikte Morse ve Gale 16 kilometrelik bir alandan gelen mesajları kaydedebilecekti. Aynı yılın Eylül ayında, Alfred Vail New York Üniversitesi’nde telgrafın gösteriminde asistanlık yaptı. Vail’in babası iyi bağlantıları olan mucit, avukat, topluluk lideri ve teknoloji yatırımcısıydı. Morse’un telgraf üstündeki çalışmalarını finanse etti.
1838’de, Morse her harfe bir nümerik kod atanmış olan telgrafik sözlüğünü, telgrafik bir şifreyle değiştirdi. Alfred Vail ilk günlerden beri tartışılan bu basit kodların asıl mucididir. Bu konuda ki birçok yazıya göre Vail gerçek mucitti, buna karşın Morse ve taraftarları bunun akisini iddia etti.
Morse telgrafı 24 Ocak’ta yüksekokullarda sergiledi. Morse elektrikli telgrafın ilk halka açık sunuşunu 8 Şubat 1838’de Philadelphia Pensilvanya’da bulunan Franklin Enstitüsü’nde bir bilim komitesinin karşısında gerçekleştirdi(İlk çalışma tarihi 6 Ocak’tır). Morse 21 Şubat’ta telgrafı başkan Martin Van Buren’e sundu. Kısa bir zaman sonra, Birleşik Devletler Ticaret Temsilcileri Komitesi başkanı F.O.J. Smith Maine, Morse’un arkadaşı oldu ve Kongrede 30,000 Amerikan Dolarını geçmeyen telgraf hattı projesini önerdi. Morse ayrıca bir su kütlesi üstünden, demiryolu altından veya iletken herhangi bir şeyden sinyal gönderebilen radyo telgrafın icadına öncülük etti.
1839’da Samuel Morse (Paris’den) Louis Daguerre tarafından Daugerreptype Fotoğrafçılığın ilk Amerikan tanımlamasını yayınladı. Morse Amerikan daugerreptypelara öncülük etti. 24 Mayıs 1844’de Morse Washington D.C.’de bulunan Yüksek Mahkeme binasından Baltimore, Maryland’de bulunan asistanı Alfred Vail’e şu telgraf mesajını gönderdi; “What hath God wrought” (İncil’den alıntı, Numaralar 23:23).
1850’ler de Morse Kopenhag’a gitti ve heykeltıraşın mezarının da bulunduğu Thorvaldsen müzesini ziyaret etti. Kral VII. Frederick tarafından kabul edildi ve Thorvaldsen’in 1830’da yapmış olduğu portresini vasiyeti gereği kraliyet ailesine bağışladı. Thorvaldsen’in portresi halen Danimarka Kraliçesi II. Margaret’tedir.
1872 yılında 80 yaşında New York 5 West 22. Sokakta ki evinde öldü ve Brooklyn, New York’ta bulunan Gren-Wood Mezarlığına gömüldü
devamını okuyunuz... >>

Louis Pasteur, (1822 - 1895) ve icadı

Louis Pasteur, 1822 yılında Fransa'nın Dura bölgesindeki Dole kasabasında dünyaya geldi.
 Pasteur kimyager ve daha sonra bakteriyolog olarak yaşadığı çağda, tıbbın ilerlemesine çok büyük katkılarda bulundu. Fakat o tıp doktoru olmadığı için, 1800'lü yılların doktorları onun teorilerine burun kıvırıyorlardı.  Pasteur buna hiç aldırmadan çalışmalarını sürdürdü, çünkü  Pasteur'ün bakterilerin ya da mikropların gerçekten var olduklarına ve bunların hastalıklara yol açabileceğine olan inancı tamdı.
O kendi bildiği yöntemle yaptığı işe ve kendine inancını sürdürerek araştırmalarına devam etti. Bundan sonra ise ipekböceği hastalığına ve kuduza çare buldu.  Pasteur ayrıca içtiğimiz sütün bozulmasını önlemenin yöntemini de keşfetti. Burada sütü 140 (fahrenheit) derecede otuz dakika süreyle ısıtmak ve sonra hızlı bir biçimde soğuttuktan sonra sütü kapalı ve sterilize edilmiş şişelere koymak gerekiyordu. Bu yöntem sütü mikroplardan arındırmak için günümüzde de kullanılmaktadır.
Bu yönteme,  Louis Pasteur'ün adıyla 'Pastörize' etmek denilmektedir. Pasteur, Strasberg'li Marie Laurent ile evlendi. Birbirlerini çok seviyorlardı. Marie eşini, araştırmalarını her şeyin üstünde tutması için özendiriyordu. Bu yüzden Pasteur, laboratuar çalışmaları üzerinde yoğunlaşabiliyor ve işine gereken zamanı ve önemi verebiliyordu.
Küçük Joseph Meister kuduz bir köpek tarafından on dokuz yerinden ısırıldığında, anne ve babası yavrucağı Louis Pasteur'e getirdiler. Bu bilim insanı daha önce insan üzerinde hiç denenmemiş olan kuduz aşısını çocuğa uygulamakta tereddüt etti. Pasteur bunu ancak, kendisine gelen iki doktorun, çocuğun kuduzdan her durumda öleceğini ve başarılı olursa ilacın kuduza bir çare olabileceğini söylemesinden sonra denemeye karar verdi.
Pasteur kuduzun çaresini bulmuştu. Louis'nin aşısı küçük Joseph Meister'in hayatını kurtardı. Meister büyüdüğünde Pasteur Enstitüsü'nün kapıcılarından biri olacaktı. Çünkü Louis Pasteur'e karşı duyduğu minnet duygusu, ömrünün sonuna kadar Enstitü'de çalışmak istemesine neden olmuştu.
Pasteur kendine inanan bir insandı. Başkalarının söyledikleriyle değil, kendi doğrularıyla yaşayan ve sezgilerine güvenen bir bilim insanıydı. 1895 yılında hayata gözlerini yumduğu güne kadar son derece alçak gönüllü, gösterişiz ve sade bir yaşam sürdürdü. Yaşlılık yıllarında insanların ona gösterdikleri büyük saygı karşısında şaşkınlığa düşer ve bunu pek komik bulurdu. Bir keresinde Londra'da bir uluslarası tıp kongresine davet edilmişti.
Kongre salonuna girdikten kısa bir süre sonra Pasteur kürsüye davet edildi. Pasteur'ün yüzünde hayal kırıklığına uğramış gibi bir ifade belirdi. Pasteur, "İngiltere veliaht (kral adayı) Prens'i buraya geliyor olsa gerek" dedi. "Keşke dışarda dursaydık. Gelişini de izleyebilirdik böylece." Bu içten sözler herkesi çok duygulandırmıştı. Kongre başkanı Pasteur'e "Hayır Bay Pasteur" dedi. "Gelen sizsiniz. Herkesin takdir ettiği ayakta alkışladığı insan sizsiniz."
devamını okuyunuz... >>

Leonardo da vinci ve buluşu

Öncü bir dahiydi. En az sanatı kadar bilimsel çalışmalarıyla da 15. yüzyıl ve sonrasını aydınlattı. Yaşamı hala tam anlaşılamayan sırlarla dolu Leonardo Da Vinci, ateşi evrendeki en büyük güç sayıyordu. Adının her hecesi de “ateş” anlamına geliyordu.
Yalnızca Rönesans’ı temsil eden bir şahsiyet değil, onun biçimlenmesini sağlayan bir yaratıcı. İlahi güzelliği, keskin zekası, çalışma azmi ile döneminin ressamlarını gölgede bırakan evrensel insan. Hala tam anlaşılamamış olaylarla dolu 67 yıllık yaşamında son sözleri, Goethe gibi “biraz daha ışık” değil “biraz daha zaman”dı. Daha yapacak çok şey vardı ve zamanın yetmediğine üzülüyordu. Yaşayışına ve işlerine bakarsak göreceğimiz şey şudur: “O zamanının çok ilerisinde yaşadı ve yaşıyor.”
“Beş duyu ruhun yöneticileridir.”
Asıl adı “Lionardo” olan ve arşiv belgelerine göre yaşamı boyunca “di Ser Piero da Vinci” olarak adlandırılan Leonardo’nun yaşamı ile ilgili rakamsal notlar ya da bağlantılar, büyükbabası Antonio’nun torununun doğum tarihini 15 Nisan 1452, Cumartesi, saat 22:30 diye not düşmesiyle başlıyor.
Leonardo doğumundan sonra annesinin evinden alınır ve annesinden ayrı, onu hiç tanımadan büyür. Varlıklı bir ailenin çocuğu olmanın tadını çıkardı diye düşünenlerin aksine çok zor bir çocukluk geçirir. Buna karşılık hayatına çocukluğu ile ilgili çok fazla şey yansıtmaz, belli ki üzerini örtmüştür. Hiçbir zaman “anne” kelimesini ağzına almayacak ve ileride kaleme alacağı notlarında ondan sadece ismiyle, kısaca “Caterina” diye söz edecektir.
Ailenin çocuğa ilgi gösteren tek üyesi Francesco Amca sayesinde büyük bir merakla doğaya ilgi duymaya başlar. Bir yandan hayal gücü, bir yandan doğa. Goethe’nin “Hayat, en iyi olarak canlı aracılığıyla öğretilir.” Sözünü amcası ona daha o dönemlerde aşılar. Yakaladıkları böcek, sinek ve kelebekleri inceleyerek canlı doğa hakkında bilmediği birçok şeyi öğrenir. Aynı zamanda ne kadar çok şey görürse, o kadar çok şey öğreneceği gerçeğini de. Kısa bir süre sonra doğduğu yerden ayrılarak ailesinin yerleştiği Floransa’ya gider. Burada edebiyat ve müzik okulunda eğitim almaya başlar.
“Göz bütün dünyanın güzelliklerini kavrar.”
Leonardo adının içindeki zengin heceleriyle çok güzel bir ritmi vardır. Taşıdığı gücü gizlice bu hecelerin içine yerleştirmiş. Bunu çözmek için küçük bir formül: “Lion-nar-do” Bu gücü anlatan üç ayrı kelime. Aslında “ateş”i anlatan eşanlamlı kelimeler. Biraz daha açtığımız zaman “lion” (aslan) ateş grubunun burcu, “nar” Arapça’da ateş, “do” (od) yine ateş anlamında. Leonardo’nun evreni dört elementle tanımlayışında ateş diğer tüm elementleri içine alan, en büyük güç olarak karşımıza çıkıyor. Leonardo’nun adı da bu evrensel gücü bize hissettiriyor.
Doğuştan solak olup da aynı zamanda sağ elini kullanabilen kaç kişi tanıyorsunuz? Peki bu özelliklere sahip kaç ressam vardır? Leonardo sahip olduğu özellikler sayesinde özgün ve etkileyici olmayı başardı. Bu yeteneğinin elbette farkındaydı ve bunun onu farklılaştıracağını, diğer pek çok ressamdan ayıracağını biliyordu. Günlüklerini sağdan sola ve tersten yazabiliyordu. Tüm bunlar zaten gelişmiş olan beyninin her iki korteksinin faaliyetlerini de hızlandırıyordu.
“Tek başınayken her şey sana aittir, yanında birisi varsa yarısı sana aittir.”
Leonardo, 1483’te bilinen ilk kompozisyonu “Kayalıklar Madonnası”na başlar. Epey karmaşık bir metafizik resmi sayılan bu eserinde alışılmışın dışında bir düzenleme yapar, yepyeni bir perspektif yaratır. Uzaysal perspektif ile dağınık ışık kullanarak konunun biçimini değiştirmeyi başarır. “Kayalıklar Madonnası”nın (1483-1486) tamamı Leonardo’nun eseridir.
Bu dönemde salgın hastalık iki yıl içinde on binin üstünde ölüme neden olur fakat Leonardo bu salgından kurtulur. Defterlerini de işte bu tarihte yazmaya başlar. Leonardo’nun notlarında iki önemli özellik göze çarpar. Birinci özellik tersten yazması, ikincisi ise yazılar ile çizimler arasında ilişki kurmasıdır. Bu defterlerden günümüze yalnızca otuz bir tanesi ulaşabilmiştir.
İlk gençlik çalışmalarının ardından kuşlara benzettiği masalsı uçan makineler çizer. Anatomi çizimleri bu tarihlerde başlar. İnsan anatomisi ile çok ilgilenir. Canlı hayvan incelemeleri yanında, insan kadavraları üzerinde diseksiyon çalışmalarına da yönelir. İleride anatomi ile ilgili 1500 çizimden oluşan muazzam koleksiyon ortaya çıkaracak Leonardo’nun kalp ve dolaşım, üreme, solunum, sindirim ve sinir sistemlerine ilişkin incelemeleriyle geçirdiği bu yıllar onun araştırma ve deneylere ayırdığı en verimli dönemdir.
“L’Ultima Cena” (Son Akşam Yemeği)
Leonardo, Milano’daki Santa Maria dele Grazie Manastırı yemekhanesi için “Son Akşam Yemeği” freski siparişini alır. İtalyanların deyişiyle “L’Ultima Cena” (Last Supper) adlı eser büyük bir talihsizlik nedeniyle günümüze sağlam ulaşamaz. Kullanılan tekniğin amacına hizmet edememiş olması en büyük talihsizliktir ve Leonardo’yu da içinden çıkılamaz bir sıkıntıya sokar. Bir dizi desen çalışmalarının ardından freske başlar, iskeleler kurulur. Gece gündüz bu resme devam eder. Şafak sökmeden uyanır, güneş batana kadar durmadan çalışır. Bazen de “Son Akşam Yemeği”nin önünde durur tek bir fırça sürmeden, sadece düşünerek gününü geçirir. Ona göre “yüce ruhlar ara sıra daha az çalışmakla daha fazla şey yaratırlar, çünkü onlar ruhlarında ide’yi ararlar.”
Aradan bir yıl geçer ama Leonardo resmi söz verdiği halde bitiremez. Fresk hızlı çalışmayı gerektirir ama onun detaycı ve titiz tavrı buna engel olur. Gölge ve ışığı birleştiren yeni tekniğini uygulamaya başlar ama kullandığı malzemeler ayrı zamanlarda kuruduğundan istediği sonuca çabuk ulaşamaz. Bitireceği tarih devamlı ertelenir. Resmin her aşamasında sabırla ve derin bir araştırmayla çalışır. Seçilmiş her bir figür için önceden kişilik analizleri yapar. Yaklaşık üç yılda tamamlanan bu resim (1495-1497) insan dehasının mucizelerinden biri olarak tarihe adını yazar.
“La Gioconda” (Mona Lisa)
Francesco del Giocondo’nun eşi Lisa Gherardini 1503-1506 yılları arasında Leonardo’ya modellik yapmasaydı, acaba “Mona Lisa” (La Gioconda, La Joconde) ortaya çıkar mıydı? Herhalde çıkardı. Çünkü Leonardo kafasında tasarladığı resim için model arayan birisi idi. O olmasaydı mutlaka başka bayana poz verdirecekti. Güzel bir kadın olan Mona Lisa’ya alışılmışın dışında bir yöntemle poz verdirdiğini bilmemizde fayda var. Modelini hoş tutmak için müzik dinletmiş, yeni enstrümanlar getirtmiş onu eğlendirmek için çeşitli oyunlar oynatmıştı. Onun tüm bu çabalarındaki amacı eserin baş kahramanı kadına ustalıkla yaklaşarak kafasındaki profili yüklemekti.
Kadınsı bir ifadeye sahip ancak ne kadın ne erkek gibi algılanabilen bir insan duruyor karşımızda. Başının büyüklüğünün ifadeyi güçlendirdiğini düşünmek mümkün. Figüre bakan kişiye göre yüzünün sol tarafı hüznü ve yaşlı birini, sağ tarafı ise mutluluğu ve genç bir insanı yansıtıyor. İki elin üst üste duruşu özellikle dikkatleri ele çekmek içindir. Bir anlamca iki elini kullanabilen bir ressamın bilinçli olarak dikkati modelin ellerine çekmesi şeklinde yorumlanabilir. Vücut duruşu ise tıpkı arka planda görünen yol kıvrılışı gibidir. Bize göre baş, sağa yani bize doğru bakar, gövde ters yöne yani sola, üstte duran sağ el sağ yöne doğru çeker bizi, sol el ise ters yöne.
Eser kimine göre dört yılda tamamlanır, kimine göre ise tamamlanmadan bırakılır. Biçilen değer ise henüz yapım aşamasında iken bile en yüksek düzeylere ulaşır.
Son Dönemleri
Yaşamı boyunca 30’u insan olmak üzere, 100’ü aşkın kadavrada yaptığı anatomik diseksiyon çalışmaları sonucunda 779 anatomik çizim gerçekleştirir. Bu çalışmalara 1506’da başlar ve 11 yıl sürdürür. En yoğun dönemi 1513 yılında başlar. Fakat ölülerle çalışmasına yasak konunca ister istemez çalışmaları yavaşlar. Gerçeğe en yakın portresi 63 yaşında iken yaptığıdır. Hayatının son yıllarını Fransa’daki Cloux Şatosu’nda geçirir. Kral François onunla çok yakından ilgilenir. Sağlığı günden güne bozulan Leonardo da Vinci’yi en çok üzen şey ellerindeki eklem iltihabıdır. Sağ elini artık kullanamaz ama çizmeye devam eder. Son günlerini cömert bir kralın sunduğu güzelliklerle geçirir.
Cloux Şatosu’nda 15 Nisan’da, 67. doğum gününün ardından vasiyetini hazırlar, 2 Mayıs günü vefat eder. Son nefesini verirken yanında Kral François ve en sadık dostu Francesco Melzi vardır. Francesco ölüm anında şöyle düşünür: “Leonardo gibi bir insanı doğanın bir daha yaratmaya gücü yok.”
Leonardo’nun İlkleri
- Sanat ve bilimin kenetlenmesi tarihte ilk kez Leonardo ile bu kadar güçlü oldu.
- Resimde klasik üslubu zirveye ulaştırdı.
- Bir doğa parçasını resmin esas konusu yapan ilk Batılı sanatçıydı.
- İlk kez resme kişiliği getirdi. Birbirine benzer yüzler yerine farklı karakterlerdeki yüzleri resmetti.
- Tutkal boya yerine ilk kez yağlıboya kullandı.
- Yeni perspektif anlayışı getirdi.
- Sfumato tekniğini ilk kez kullandı. Gölgeden ışığa doğru yeni bir geçiş yaptı, biçimlerin gizemli bir yarı gölgeden yavaş yavaş çıkmasıyla üçünü boyut yanılsaması yarattı.
- İlk kez sağdan sola ve tersten, ancak ayna tutularak okunabilecek notlar yazdı.
- “Mona Lisa”da kullandığı boyutla farklılık yarattı.
- Görmeyi fotoğraf makinesinin mantığıyla açıklayan ilk kişi oldu.
- Görme duyusuyla ilgili sinirlerin, gözün arkasından çıkıp beyine ulaştığını ilk gözlemleyen anatomici oldu.
- Modern karşılaştırmalı anatomi disiplinine öncülük etti.
- İnsan vücudunun parçalarını kesitler halinde ilk o çizdi.
- Kalbin ilk kez sağ ve sol ventrikül ayrımını ortaya koydu.
- Sol ventrikül duvar kalınlığının, sağ ventrikül duvar kalınlığına oranla yaklaşık üç kat fazla olduğunu saptadı.
- Öküz kalbi kullanarak ilk yapay kalp modelini hazırladı.
- Beynin ve kalbin odacıklarının görünüşünü ilk o ortaya koydu.
- Rahimdeki bebeğin hiç bilinmeyen bilimsel çalışmalarını o yaptı.
- İnsan vücudundaki oranları belirledi ve “altın oran” ile doğada da aynı oran dengesini buldu.
- İlk teleskopu Leonardo’nun yaptığı düşüncesi kesinlik kazanmasa da “Manuscript F” olarak bilinen cep defterindeki çizim bunu düşündürmektedir.
- Yeni makineler üretti, makinelerin doğa ile yakınlığını araştırdı.
- Çok detaylı ve gerçekçi haritalar hazırladı.
- Bitkilerde yaprak düzeni sistemini ilk tarif eden kişiydi.
- Botanik bilimine öncülük yaptı.
- Bir ağacın yaşının, gövde kesitindeki halkaların sayısına eşit olduğunu tespit etti.
devamını okuyunuz... >>

James Watt ve icadı

James Watt hastalıkla bir çocuktu ve sürekli baş ağrısı çekerdi. Bu nedenle de okula gidemedi. Evde annesinden öğrenim gördü. Okumayı öğrenir öğrenmez bütün kitapları yutarcasına elinden geçirmeye başladı. On-bej yasına geldiğinde, o yıllarda fizik ve teknik alanlarda bilinen her şeyi öğrenmişti. Babası genç Watt’ı Üniversite’de doğa felsefecisi Doktor Dick’ten öğrenim görmek üzere Glas-gow’a gönderdi. Profesör Dick sonraları onun üniversitede ince mekanik ve makine uzmanı olarak yerleşmesine yardım edecektir. 1763 yılında Watt, 27 yaşındaydı. Üniversite öğreniminde kullanılan küçük model bir Newcomen makinesini onarım için ona getirdiler. Makine gereği gibi işlemiyor, pistonları da bir kaç hareketten sonra duruyordu. Makipeyi iyice gözden geçiren Jemaes Watt, buhar gücünden tam yararlanamadığını gördü. Hatta onarıisa bile yararlanma tam olamayacaktı. “Pistonları çalıştırmanın daha iyi bir yolu bulunmaz mı acaba?” diye aklından geçirdi. Olumlu bir sonuç alabilmek konusunda iki yıl çalıştı, fakat boşunaydı. Sonraları bunu şöyle anlatmıştır.

1765 yılında bir gün Öğleden sonra gezintiye çıkmıştım. Silindirin içinde sıcaklığı nasıl koruyabilirim düşüncesi aklımdan çıkmıyordu, durup durup hep bunu düşünüyordum. Su buharı yayılmayı zorlarken daha Önce havası alınmış bir boşluğa çarpma! ıy-dı, diye aklıma geliverdi. Özel bir kapta havası alınmış bir boşluk yap-tırtabilir ve kapta silindir arasında bir bağlantı sağlayabilirsem, buluşumu gerçekleştirebilirdim.”
Onun bu düşüncesi buhar makinesini yeni çağın en büyük güç kaynağı yapan ayrı kondensaiörün bulunmasıyla sonuçlandı. Bu buluş sayesinde silindir hep sıcak kalabiliyor ve önceöen soğutulup bin güçlükle yeniden ısıtılması gerekmiyordu. Watt,sıcaklık kaçırmasını önlemek için bir çeşit buhar örtüsü de icat etti. Sonuç onun bu buluşları Newcomen’in buhar makinesinden yüzde yetmiş daha az kömür tüketimi sağlamıştı. Newcomen*in açık bırakmış olduğu silindir Üst başını da kapattı; silindir başlığına bir salmastıra kutusu yerleştirerek pistonların hareketi sırasında buhar kaçmamasını da sağladı. Böylelikle, buhardan silindiri salt yukarı İtmede yararlanmakla kalmıyor, sonra aşağı itmek İçin de kullanıyordu. Buhar, pistonun her iki yanında da kullanılabilir olmuştu. İki yanlı etki gücü sağlayan buhar makinesi böylece gerçekleşmiş oldu. Daha sonraları kondensatörü soğuk suya yerleştirdi ve buharın yoğunlaşmasını hızlandırmak için bir tulumbayla da içine soğuk su fışkırttı. İkinci bir tulumba da bunu buhar kazanına vererek suyun aralıksız dolaşımını sağlıyordu.
Ne var ki, Watt’ın bu iik modeli ilkel bir denge makinesiydi ve yalnızca tulumbalarda kullanılıyordu. Fakat onun bu ilkel buhar makinesini daha pekçok ve önemli görevler beklemekteydi. Akla gelebilen bütün sanayi alanlarında itici güç olarak ve yanı sıra yüklerin ve insanların bir yerden başka yere taşınmasında kullanıldı.
Birmİng’amh bir tngiüz fabrikatörü Matthias Boulton, dünyanın buharla işleyen ilk fabrikasına VVatt’ı ortak aldı. Kısa bîr süre sonra Boulton ve Watt firması dünyanın her yanından gelen teknik adamların uğrak yeri oluverdi. Fabrikayı görenler, önlerinde yeni bir ufuk açıldığını anlıyorlardı.
Yeni makinenin yapımı istekleri karşılayamıyordu. Watt bu durumda başka yapımcılarına da yapım lisansı satmaya başladı, Doğa güçlerini insanların yararına kullanmak için ileri sürülen düşüncelere ve buluşlara karşı yüzyıllar boyu gösterilen umursamazlık (hatta düşmanlık) neden böylesine birdenbire geçip yerini doymak bilmez bîr enerji açlığına bırakıvermİşti?
Ortaçağ’ın insan gücüne dayanan ekonomisi yavaş yavaş ölmekteydi. İngiltere sanayii yeni bir biçimde gelişiyordu. İş adamları makineler satın alıp fabrikalar kuruyorlardı. Bu yeni anamalcılar, çalışanları belirli bir günlük ücretle tutuyorlardı. Ağır makinelerin ve yüklü anaparaların büyük ölçüde gerekli görüldüğü iki iş alanında, kömür madenlerinde ve dokumacılıkta çok hızlı bir gelişme oldu. Çünkü bu yeni buluşla maden ocakları su baskınlarından kurtulmuş ve dokumacılıkta büyük bir atılım gerçekleşmişti.
devamını okuyunuz... >>

Newton ve icadı

1642 yılında İngiltere’nin Woolsthrope kasabasında dünyaya gelen Newton’un en önemli buluşu, diferansiyel ve integral hesabı keşfetmesidir
isaac newton buluşları
Zaten Newton’u dünyada gelip geçmiş üç büyük matematikçiden biri yapan buluşu budur İşin teknik yönü, üniversitelerde uzun uzun verilir Bu nedenle, sadece adı bizim için şimdilik yeterlidir Newton, bir ara teolojiye de ilgi duydu Bu konuda bazı yorumları ve düşünceleri de vardır
Newton, 1661 yılının haziran ayında Cambridge’deki Trinity College’e girdi Giderlerinin bazılarını karşılamak için okulda bazı işlerde çalışıyordu
İç harp İngiltere’de tüm şiddetiyle sürüyordu Önceleri yavaş, fakat sonraları çabuk olarak kendini toparladı ve çalışmalarına daldı
Newton’un matematik öğretmeni Isaac Barrow (1630 – 1677), hem ilahiyatçı ve hem de matematikçi biriydi Matematikte parlak fikirli olan Barrow, öğrencisinin kendisinden çok ileride olduğunu kabul ediyor ve 1669 yılında matematik kürsüsünü bırakıp sırası gelince, yerini o eşsiz büyük deha Newton’a bırakıyordu
Barrow, geometri derslerinde kendine özgü yöntemlerle, alanları hesaplamak, eğrilere üzerindeki noktalardan teğet çizmek için yollar gösteriyordu İşte bu dersler Newton’u diferansiyel ve integral hesabı bulmaya ve bu sahada çalışmaya yönelten ilk adımlardır
Diferansiyel ve integral hesabın bulunmasında, değişken, fonksiyon ve limit kavramı kullanılmıştır Fonksiyon kelimesini ilk kez Leibniz kullanmıştır
Bugüne kadar da bu sözcük değiştirilmemiştir Limit fikrini ve kavramını Newton ve Leibniz kullanmıştır Özellikle Newton bu sahada başarılı olmuştur Her ikisi de çok yönlü olan bu dahiler, aynı zamanda birbirlerinden habersiz az çok farklılık gösteren yöntemleriyle diferansiyel ve integral hesabı bulmuşlardır
Isaac Newton, 1727 yılında böbreklerindeki rahatsızlık yüzünden yaşamını yitirdi
devamını okuyunuz... >>

İBN SİNA(980-1037) ve icadı

Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında seçkinleşmiş olan, İbn Sînâ (980-1037) matematik alanında matematiksel terimlerin tanımları ve astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması konularıyla ilgilenmiştir Astroloji ve simyaya itibar etmemiş, Dönüşüm Kuraminın doğru olup olmadığını yapmış olduğu deneylerle araştırmış ve doğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır İbn Sînâ'ya göre, her element sadece kendisine özgü niteliklere sahiptir ve dolayısıyla daha değersiz metallerden altın ve gümüş gibi daha değerli metallerin elde edilmesi mümkün değildir
İbn Sînâ, mekanikle de ilgilenmiş ve bazı yönlerden Aristoteles'in hareket anlayışını eleştirmiştir; bilindiği gibi, Aristoteles, cismi hareket ettiren kuvvet ile cisim arasındaki temas ortadan kalktığında, cismin hareketini sürdürmesini sağlayan etmenin ortam, yani hava olduğunu söylüyor ve havaya biri cisme direnme ve diğeri cismi taşıma olmak üzere birbiriyle bağdaşmayacak iki görev yüklüyordu İbn Sînâ bu çelişik durumu görmüş, yapmış olduğu gözlemler sırasında hava ile rüzgârın güçlerini karşılaştırmış ve Aristoteles'in haklı olabilmesi için havanın şiddetinin rüzgârın şiddetinden daha fazla olması gerektiği sonucuna varmıştır; oysa meselâ bir bir ağacın yakınından geçen bir ok, ağaca değmediği sürece, ağaçta ve yapraklarında en ufak bir kıpırdanma yaratmazken, rüzgar ağaçları sallamakta ve hatta kökünden kopartabilmektedir; öyleyse havanın şiddeti cisimleri taşımaya yeterli değildir
İbn Sînâ'ya Aristoteles'in yanıldığını gösterdikten sonra, kuvvetle cisim arasında herhangi bir temas bulunmadığında hareketin kesintiye uğramamasının nedenini araştırmış ve bir nesneye kuvvet uygulandıktan sonra, kuvvetin etkisi ortadan kalksa bile nesnenin hareketini sürdürmesinin nedeninin, kasri meyil (güdümlenmiş eğim), yani nesneye kazandırılan hareket etme isteği olduğunu sonucuna varmıştır Üstelik İbn Sînâ bu isteğin sürekli olduğuna inanmaktadır; yani ona göre, ister öze âit olsun ister olmasın, bir defa kazanıldı mı artık kaybolmaz Bu yaklaşımıyla sonradan Newton'da son biçimine kavuşan eylemsizlik ilkesi'ne yaklaştığı anlaşılan İbn Sînâ, aynı zamanda nesnenin özelliğine göre kazandığı güdümlenmiş eğimin de değişik olacağını belirtmiştir Meselâ elimize bir taş, bir demir ve bir mantar parçası alsak ve bunları aynı kuvvetle fırlatsak, her biri farklı uzaklıklara düşecek, ağır cismimler hafif cisimlere nispetle kuvvet kaynağından çok daha uzaklaşacaktır
İbn Sînâ'nın bu çalışması oldukça önemlidir; çünkü 11 yüzyılda yaşayan bir kimse olmasına karşın, Yeniçağ Mekaniği'ne yaklaştığı görülmektedir Onun bu düşünceleri, çeviriler yoluyla Batı'ya da geçmiş ve güdümlenmiş eğim terimi Batı'da impetus terimiyle karşılanmıştır
İbn Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, İbn Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16 yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19 yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitab'ı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitab'ı basit ilaçlar, Üçüncü Kitab'ı patoloji, Dördüncü Kitab'ı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitab'ı ise çeşitli ilaç terkipleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir
İslam tarihinde önemli adımların atıldığı bir dönemde bilim hususunda daha sonra gelişecek olan Avrupa biliminde de önemli etkileri olacak olan İbn Sina, geliştirdiği felsefeyle de daha sonraları bir çok İslam alimi tarafından da eleştirilmiştir
devamını okuyunuz... >>

Hezarfen Ahmet Çelebi ve icadı

Hezarfen Ahmet Çelebi, kendi geliştirdiği takma kanatlarla uçmayı başaran ilk insandır. 17. yüzyılda Osmanlı’da yaşamış Türk bilginidir. 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan IV. Murat zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında, “Bin Fenli” anlamına gelen “Hezarfen” olarak anıldığı bilinmektedir. (Hezar, Farsça 1000 sayısını nitelemektedir.)
İlk uçma denemelerinde, 10. yüzyıl Türk âlimlerinden İsmail Cevheri’den ilham almıştır. Cevheri’nin bulgularını iyice inceleyen ve öğrenen Çelebi, kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı’nda deneyler yapmıştır. Ayrıca, Leonardo Da Vinci’nin uçma konusundaki çalışmalarında kendinden çok önce bu konuda deneyler yapan İsmail Cevheri’den ilham aldığı sanılmaktadır.
1632 yılında lodos bir havada Galata Kulesi’nden kuş kanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa bırakan ve uçarak İstanbul Boğazı’nı geçip 6000 m. ötede Üsküdar’da Doğancılar’a inen Hezarfen Ahmet Çelebi, Türk havacılık tarihinin en kayda değer simalarından birisidir. Bu uçuş hakkındaki belgeler şimdiye kadar sadece Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sindeki ifadesinden ibarettir.
Bu olay, Osmanlı Devleti’nde ve Avrupa’da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murat tarafından da beğenildi. Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Sultan, Ahmet Çelebi ile önce çok yakından ilgilenmiş, hatta Evliya Çelebi’ye göre “bir kese de altınla” sevindirmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli birisinin tehlikeli olabileceğini düşünüp, “Bu âdem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değil.” diyerek onu Cezayir’e sürgün etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti P.T.T. İdaresinin 17 Ekim 1950 Tarihinde İstanbul’da toplanan Milletlerarası Sivil Havacılık Kongresi için çıkardığı üç hatıra pulundan Zeytuni yeşil-mavi renkli 20 kuruşluk olanın taşıdığı temsili resim, Hazerfen’in Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçuşunu tasvir etmektedir.
devamını okuyunuz... >>

Galileo ve icatları


Adı 17. yüzyıl bilimsel devrimi ile birlikte anılan en önemli bilim adamlarından birisi olan Galileo (1564-1642), fizik, matematik ve astronomi gibi konularda çığır açan çalışmalar yapmış ve ilgisi daha çok hareket üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu alandaki çalışmalarının sonucunda klasik mekaniğin temellerini kurmuş, Güneş merkezli astronomi sisteminin fiziğini geliştirmiştir. Aristoteles'e göre, her hareket onu hareket ettiren bir kuvvet sonucu meydana gelirdi; cisim bu kuvvet kendisini hareket ettirdiği sürece hareket ederdi. Galilei, günlük gözlemlere uyan bu Aristotelesçi yaklaşımı eylemsizlik prensibi ile yıkmıştır. Eylemsizlik prensibine göre, kendi haline bırakılan cisim, herhangi bir kuvvet etkisinde kalmadığı sürece, durumunu korur, yani hareket halinde ise hareketine, sükunet halinde ise sükunetine devam eder. Galilei'nin üstü kapalı olarak ifade ettiği, Newton'un ise formüle ettiği bu prensip ile yeni bir hareket kavramı ileri sürülmüş oldu. Buna göre, hareket cisimde bir değişiklik yapmaz; hareket bir durumdur, bir noktadan başka bir noktaya geometrik bir geçiştir; durma da harekete karşıt başka bir durumdur. Durma için kuvvet uygulanması gerekmiyorsa, hareket için de kuvvet uygulanması gerekmez; hareketin hızının değişmesi için ise kuvvet gerekir. Eylemsizlik, içinde bulunduğumuz Dünya'da gözlemlenemez; ancak ideal koşullar altında böyle bir durum meydana getirilebilir. Zaten Galilei'nin deneyleri de düşünce deneyleri idi. Galilei için gerçek dünya, matematik bağıntıların dünyası, Platon'un deyimi ile idealar dünyası idi. İçinde yaşadığımız dünyayı anlamak için, idealar dünyasından bakmak gerekliydi. Mükemmel yuvarlaklıktaki toplar, sürtünmesiz düzlemler üzerindeki hareketlerini, yalnızca idealar dünyasında sonsuza dek sürdürürlerdi. Doğa, geometrik harflerle (eğrilerle, dairelerle, üçgenlerle) yazılmış bir kitap gibiydi; doğayı anlamak için bu dili bilmek gerekiyordu. Kaynakwh webhatti.com: Kaynakwh webhatti.com:  
Hareket, cisimde bir değişiklik meydana getirmediğine göre, cisim aynı anda birden fazla harekete sahip olabilir. Bu hareketler birbirini engellemez ve birleşerek tek bir yörünge izler. Buradan, fırlatılan bir merminin, düzgün doğrusal hareket ile serbest düşme hareketinin bileşkesi olan parabol biçiminde bir yörünge izlediğini göstermiştir.
Galileo'nun hareket konusunda çözüm getirdiği bir diğer konu da serbest düşme hareketi ile ilgilidir. Düşen bütün cisimlerin aynı ivmeye sahip olduğunu göstererek, serbest düşmenin sabit ivmeli bir hareket olduğunu saptamış ve serbest düşmede alınan yolun zamanın karesiyle orantılı olduğunu (S=1/2 gt2) göstermiştir.
Sonuç olarak, Galilei'nin mekanik konusunu matematikselleştir-meyi başardığı söylenebilir. Düzgün ve sabit ivmeli hareketleri tanımlamış ve matematiksel formüllerini vermiştir. Modern hareket kavramını Galilei'ye borçluyuz.
Galilei teleskopu astronomik amaçla kullanan ilk bilim adamıdır. 1609 yılında yaptığı bir teleskopla önemli gözlemler yapmış ve bu gözlemleri Yıldız Habercisi (Siderius Nuntius) adlı kitabında vermiştir. Onun astronomide yaptığı gözlemler, Güneş merkezli sistemi desteklediği, Aristoteles fiziğinin geçerli olmadığını kanıtladığı için oldukça önemlidir. En önemli gözlemleri Ay ve Güneş gözlemleridir. Ay'da kraterlerin, dağların ve vadilerin olduğunu görmüş ve bunun Ay ile Yer'in aynı maddelerden yapıldığının kanıtı olduğunu söylemiştir. Güneş'i gözlemlemiş ve Güneş üzerinde bulunan gölgelerin Güneş'in üzerinde yer alan lekeler olduğunu kanıtlamıştır. O zamanlarda, Güneş üzerinde görünen lekelere ilişkin iki açıklama bulunmaktaydı. Bunlardan birincisine göre, bu leke, Merkür'ün Güneş'in önünden geçerken oluşan gölgesiydi. Ancak Galilei bunun olanaksız olduğunu söyler. Çünkü Merkür'ün Güneş'in önünden geçişi yaklaşık yedi saat sürmektedir, ancak bu lekeler yedi saatten çok daha fazla Güneş'in üzerinde yer almaktaydılar. İkinci açıklamaya göre, bu lekeler, Güneş ve Yer arasında bulunan küçük gökcisimlerine aittir. Oysa, bu lekelerin Güneş üzerinde hep aynı yerde bulunduklarını tespit etmiştir. Eğer bu lekeler, küçük cisimlerin gölgeleri olsalardı, gözlem yerine bağlı olarak, Güneş üzerinde farklı konumlarda olmalıydılar.
Galilei, Orion kümesini gözlemlemiş ve daha önce bulut olduğu varsayılan bu kümenin gerçekte yıldızlardan oluştuğunu bulmuştur. Yine Samanyolu'nun yıldızlardan oluştuğunu tespit etmiştir. Jüpiter'i gözlemlemiş ve Jüpiter'in çevresinde dolanan dört yıldız belirlemiştir. Bunların Jüpiter'in etrafında dönen uydular olduklarını bulmuş ve Jüpiter'le birlikte uydularını, "adeta minyatür bir Güneş sistemi" olarak tasvir etmiştir. Satürn'ün halkasını gözlemlemiş ancak teleskopu güçlü olmadığı için gezegenin halkasını iki yapışık parça olarak görmüş ve bunları uydu zannetmiştir. Gezegenin periyodik özelliğinden dolayı halka bir müddet sonra kaybolmuş ve bu parçaları göremeyen Galilei bu olaya çok şaşırmıştır. Onun bu şaşkınlığı sonrasında yazdığı cümleler ilginçtir: "Galiba Satürn onları yedi." Galilei ayrıca Venüs'ü gözlemlemiş ve Venüs'ün safhaları olduğunu tespit etmiştir. Bu gözlem, Copernicus'un ne kadar haklı olduğunun bir göstergesiydi. Batlamyus sisteminde Venüs, sürekli belli bir uzaklıkta olmalıydı ve sadece hilâl şeklinde görülmeliydi. Oysa gözlemler, Venüs'ün bazen çok yakın bazen de çok uzakta olduğunu göstermekteydi. Ayrıca Venüs, sadece hilâl olarak değil, değişik hallerde de görünmekteydi. Bu ise ancak Copernicus sistemi ile açıklanabilirdi. Bu da Güneş merkezli sistemi doğruluyordu.
devamını okuyunuz... >>

Farabi ve icatları

Kaynaklarda «Türk filozofu» diye anılır. Babasının bir kumandan olduğu kendisinin de bir süre kadılık yaptığı söylenir. İbni Sina ve İbni Rüşd onun manevi öğrencileridir ama Farabi’nin ünü onlar kadar yayılamamıştır. İlk öğrenimini Farab’da medrese öğrenimini Tahran ve Bağdat’ta gördükten sonra Harran’da felsefe araştırmaları yaptığı yıllarda tanıştığı Yuhanna bin Haylan’la birlikte Aristoteles’in yapıtlarını okuyarak gezimciler okulunun ilkelerini öğrendi. Sistemi Aristoteles mantığına dayanan akılcı bir aaaafizikten oluşan Aristoteles’in sistemini Plotinos’un görüşleri yardımıyla İslam inancı ile uzlaştırmaya çalisan Farabi Tanrı’nın varoluşunu kanıtlarken Aristoteles’in akılyürütme çizgisini takip etmiştir.
Halep’te Hemedani hükümdarı Seyfüddevle’nin konuğu oldu. El- henüz bazılarını tanıdığımız doğa bilimleri ve felsefe tarihi alanında yaklaşık 100 eser yazdı. Arap ülkelerinde yaşamış Türk kimliğini ve Türk törelerini ölünceye kadar bırakmamış olan Farabi’yi anlatan kitaplar İslam aleminde Ebul Hasan el-Beyhaki İbn-el-Kıfti İbn Ebu Useybiye İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından Farabi’nin ölümünden birkaç yüzyıl sonra gerçekleştirildi. Ama bu yapıtlar birer araştırma olmaktan çok Farabi’yle ilgili söylenceleri derliyorbir felsefeciyle değil bir ermişi açıklıyordu.
Aristotales’in ortaya attığı madde ve suret kavramını hiçbir değişiklik yapmadan benimseyen eşyanın oluşumunda yani yaradılışta madde ve sureti iki temel ilke olarak gören Farabi’nin fiziği de metafiziğe bağlıdır. Buna göre evrenin ve eşyanın özünü oluşturan dört öğe (toprak hava ateş su) ilk madde olan el-aklül-faalden çıkmıştır. Söz konusu dört öğe birbirleriyle belli ölçülerde kaynaşır ayrışır ve içinde bulunduğumuz evreni (el-alem) oluştururlar.
Farabi ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve quadrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu. Nahiv mantık beyan üçüzlü ilimlere; matematik geometri musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ilimleri; fizik matematik aaaafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu Avrupalı bilginler tarafından kabul edildi.
Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı izahını Farabi yaptı. O titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti.Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi bu konuda çişitli ilaçlarla ilgili bir eser yazdı.
Farabi insanı tanımlarken alem büyük insandır; insan küçük alemdir diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. İnsan için en yüksek erdem olan bilgi insan beyninin çalışması sonucu elde edilemez; çünkü tanrısaldır doğuştandır (Vehbi). Bilimin ise üç kaynağı vardır: Duyu; akıl; nazar.
Farabi’nin felsefi görüşlerinin analizi için onun biliminin bölümlerini incelemek gerekir. El-Farabi şöyle yazar : “Bütün bilimlerin başı olarak eşyalara isim veren yani cevher kazandıran dilbiliminin olduğunu iddia ediyorum. İkinci bilim gramerdir : O belirtilen eşyalara nasıl isim verileceğini konuşma ve sözün nasıl oluşacağını cevher durumunun ve bu sonuçtan çıkan aksanın nasıl ifade edileceğini öğretir. Üçüncü bilim mantıktır : O mantık figürlerine göre bilinmeyeni bilmemiz ve neyin gerçek neyin yalan olduğunu anlamamız sayesinde onlardan yargı çıkarmak için hikâye cümlelerinin nasıl kullanılacağını öğretir. Dördüncü bilim şiirdir.” Sonra El-Farabi öğretim bilimlerini sayar ayı bilimleri (teorik ve pratik) Geometri Seyir bilimi Astroloji Ağırlık bilimi.
Beşinci bilim fiziksel cisimler ve olayların (fiziksel cisimler gök toprak ve onların arasında bitkiler ve hayvanlardır) bilimi olan fiziktir. Onda doğal ahengini sürdüren 7 kısım vardır : Gök toprak ölüm mineraller bitkiler hayvanlar ve ruh. Altıncı bilim üç kısımdan oluşan aaaafiziktir : Gerçek eşyalarla oluşan gerçek dünyanın incelenmesi özel teorik bilimlerde kanıt prensiplerinin incelenmesi cisimden oluşmayan ve cisimde son bulmayan gerçek nesnelerin incelenmesi.
Yedinci bilim çeşitli hareket tiplerini ve insan isteklerinin hareketlerini hareketi oluşturan ve gelenekleri kullanan belirli amaçları inceleyen devlet bilimidir. Bu bilim iki kısımdan oluşur : Mutluluğun belirlenmesi karakter özelliklerinin hayat ve hareket yapısının belirlenmesi.
Sekizinci bilim Müslümanlık hakkı ve dokuzuncu bilim de ilahiyattır.
Ona göre bu dünyadaki nesneler hareket etmekte değişmektedirler. Dünyadaki nesneler hareketlerini bir ilk Hareket Ettiriciden almak durumundadırlar. Bu ilk Hareket Ettirici ise Tanrı’dır. Farabi varlık anlayışında mümkün ya da olumsal varlıklar adını verdiği nesneler ile Tanrı arasındaki farklılık ve ayrılığı mümkün varlıkların Tanrı’dan ilk varlıktan sudur ettiklerini söyleyerek açıklamaya ve temellendirmeye çalışır.
Farabi’ye göre ilk varlık Tanrı varlık taşkını yoluyla evrendeki bütün varlık düzenini ‘doğal bir zorunlulukla’ meydana getirir. Evren Tanrı’nın değerine hiçbir şey katmaz. Yetkin bir varlık olan Tanrı’nın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Tanrı’yla evren arasındaki ilişkiyi evrenin Tanrı’dan sudur türüm yoluyla ve zorunlulukla çiktigini söyleyerek açıklayan Farabi’ye göre evren aynı zamanda Tanrı’nın sonsuz cömertliğinin bir sonucudur. Tanrı Farabi’nin sisteminde herşeydir. Tanrı seven sevilen ve sevgidir. O bilen bilinen ve bilgidir. Tanrı herşey olduğuna ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadığına göre Farabi bu noktada mümkün varlıkların varoluşları için Tanrı’nın yalnızca kendisini konu alan bilme faaliyetine başvurur. Buna göre yaratıklar Tanrı’ya en yakın ‘akıllar’ halinde Tanrı’dan çikip varlığa gelirler. Onun sudur türüm anlayışına göre Tanrı’nın kendi tözünü bilmesinden birinci akıl doğar; bu aklın Tanrı’yı bilmesinden ise ikinci akıl türer. Böylelikle ortaya sırasıyla 10 akıl çıkar; onuncu akıl etkin akıldır (aklı faal). Birinci aklın varlığı Tanrı dolayısıyla zorunlu ama kendi özünde mümkündür; ilk akıl kendini bu niteliğiyle bildiği için onun maddesinden birinci gök katı formundan da (suretinden de) o gök katının ruhu sudur eder. Böylelikle on akıldan her birinin karşılığı olarak bir gök katı türer. Madde de Tanrı’dan sudur etmiştir. Belirsizlik demek olan madde Tanrı’ya en uzak olan varlıktır.
Etkin Akıl insan ruhunun da nedenidir. İnsan anlayışında Farabi insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini söyler. Bedenin yetkinliği ruhtan ruhun yetkinliği ise akıldan kaynaklanmaktadır. Ruhun başlıca görevleri eylem anlama ve algılamadır. Ona göre bitkisel hayvani ve insani olmak üzere üç tür ruh vardır. Bitkisel ruhun görevi bireyin yetişme ve gelişmesi ile soyun sürdürülmesi hayvansal ruhu görevi iyinin alınıp kötüden uzak durulması insani ruhun görevi ise güzelin ve yararlının seçilmesidir. Farabi ahlak anlayışında insanın akıl yoluyla iyi ve kötüyü ayırt edebileceğini savunur. İnsan için amaç mutluluk en büyük erdem de bilgeliktir. Farabi’ye göre en yüksek iyi olan mutluluk etkin akıl ile birleşmek yoluyla gerçekleşir. Zira insan kendisini anlamak için evreni anlamak evreni anlamak için de evrenin amacını kavramak durumundadır. Evrenin esas ve en yüksek amacını anlamak insan için gerçek mutluluktur.
İnsanın kendisini ve evrenin amacını anlamaya kalkışması ise bilim ve felsefe yapmakla ilgili bir şeydir. İnsan aklının en yüksek düzeyde yetkinleşmesi insan aklını Etkin Akıl’a yaklaştırır. Etkin akıl insan aklının yönelebileceği en yüksek hedeftir. Etkin akıl’a ulaşmak bu dünyada Gerçek Doğru İyi ve Güzeli ortaya çikaran felsefe bilim ve sanatla uğraşmak yoluyla olur. Böylelikle insan ruhunu temizler saflaştırır. İşte bu insan için ölümsüzlükle eşanlamlıdır. Bu yol Tanrı’ya yöneliş Tanrı’ya varış yoludur. Bu ise insan tadabileceği en yüksek mutluluktur. Farabi’ye göre etkin akıl’a yönelmek durumunda olan şanslı insanlar filozoflar bilim adamları peygamber ya da gerçek yönetici ve sanatçılardır. Demek ki doğrulara ulaşan filozof ve bilim adamı iyilikler meydana getiren gerçek yönetici güzellikler yaratan sanatçı ona göre birbirlerinden çok farklı olmayan insanlardır.
Filozof ve bilim adamı gerçeği ve doğruyu bilimsel yöntemle tanır. Yani o etkin akıl’a kendi yolundan giderek varır. Peygamber ve gerçek yönetici gerçeği ve doğruyu vahiy yoluyla bilir. Yani o da etkin akıl’a kendi yolundan giderek ulaşir. Farabi’nin bu düşüncesine göre bilim din ve felsefe birbirlerini ortadan kaldırmak yerine birbirlerini tamamlayan disiplinlerdir. Onlar yalnızca aynı gerçeğe ve doğruya etkin akıl’a ulaşmanın farklı yollarıdırlar.
FARABi:
“Hiç bir şey kendi kendisinin nedeni olamaz. Çünkü nedenin kendisi oluşandan öncedir.”
“Hiç bir şey kendiliğinden yok olmaz böyle olsaydı var olmazdı.”
“Erdemlerin en büyüğü bilimdir.”
“İnsan bazen bir tesadüfle güzel işler yapar. Bazen de bu güzel işleri isteyerek değil herhangi bir baskı altında yapmış olur. Böyle yapılan işler mutluluk getirmez.”
devamını okuyunuz... >>

Evangelista Torricelli

Açık hava basıncı üzerine yaptığı deneyleriyle tanınan İtalyan fizik ve matematik bilgini.Çocukluğunda matematiğe olan merakıyla dikkatleri çekti. 1627′de Roma’ya giderek, hidrolik biliminin kurucusu ve Galilei’nin talebesi olan Benedetto Castelli ile birlikte çalıştı. 1641′de Galilei ile mektuplaşmaya başladı.
Aynı sene, Castelli nin tavsiyesi üzerine Galilei, Torricelli’yi Tuscany’ye davet etti. Galilei ile görüştükten birkaç hafta sonra, Galilei ölünce, Tuscany büyük dükü Torricelli’yi onun mak***** tayin etti. 1644 yılında geometri ve mekanik üzerinde bir kitap yayınladı. Matematik sahasında mühim bir boşluğu dolduran bu kitapta aynı zamanda Galilei’nin mekanik üzerindeki ilk çalışması, birbirine bağlı cisimlerin ortak ağırlık merkezleri aşağıya doğru hareket ederken, ani hareket edebilecekleri prensibi bir neticeye bağlanıyordu. Torricelli, bu çalışmalarını yaparken açık hava basıncı üzerindeki deneylerinde de devam etti. Basınçtan faydalanarak, civa doldurulmuş tüplerle yaptığı deneyler neticesinde, deniz seviyesinde 1cm²ye düşen basıncı 1033 gr/cm² olarak tespit etti. Geometri ve mekanik alanındaki fikirlerini ise ilk önceleri kimse önemsemedi. Torricelli aynı zamanda hocası Galileİ’nin teleskobunu ve kendi mikroskobunu geliştirmeye uğraştı.
1643′de Torricelli, hava basıncını ölçmek için cıvalı barometre denilen cihazı icat etti.
devamını okuyunuz... >>

Daniel Gabriel Fahrenheit ve icatları

Daniel Gabriel Fahrenheit, ya da Gabriel Daniel Fahrenheit, 24 Mayıs 1686 Gdansk'da doğdu, 16 Eylül 1736 Den Haag'da öldü); Alman fizikçi.
Hollanda ve İngiltere gezilerinde deneysel fizik ve meteoroloji alanlarında kullanılan kimi araçların yapımını öğrendi. 1710 da yaptığı termometre başlangıç noktası olarak soğuk bir karışımın sıcaklığını bitiş noktası olarak da ağız boşluğunun sıcaklığını ilke saydı. Daha sonra bu termometreyle ölçtüğü suyun donma sıcaklığını 32, kaynama sıcaklığını da 212 derece olarak saptayarak kısaca °F simgesiyle gösterilen Fahrenheit derecesi ölçeğini ortaya koydu. 1720 termometresini daha da geliştirerek ispirto yerine ilk kez civayı kullandı. İngiltere'de, Royal Society üyeliğine seçildi. Maddenin kaynama noktasının hava basıncıyla değiştiğini gösterdi. 1721'de suyun aşırı soğuma özelliğini 1724'te de içine tuz karıştırılan suyun donma ve kaynama sıcaklıklarının değiştiğini ortaya koydu.Günümüzde İngiltere ve ABD'de sıcaklık ölçü birimi olarak kullanılmakta olan Fahrenheit derecesi ile Celcius derecesi arasındaKaynakwh webhatti.com: Kaynakwh webhatti.com:  

TFahrenheit = 1,8 · TCelsius + 32
devamını okuyunuz... >>

Arşimet ve icatları

(M.Ö. 287, Sicilya - M.Ö. 212 Sicilya), Yunan matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ve mühendis. Bir hamamda yıkanırken bulduğu iddia edilen suyun kaldırma kuvveti bilime en çok bilinen katkısıdır. Bu kuvvet cismin batan hacmi, içinde bulunduğu sıvının yoğunluğu ve yerçekimi ivmesinin çarpımına eşittir. Ayrıca, pek çok matematik tarihçisine göre integral hesabın kaynağı da Arşimet'tir.
Roma generali Marcellus, Sirakuza'yı kuşattığında, Arşimet mühendisin yapmış olduğu silahlar nedeniyle şehri almakta çok zorlanmıştı. Bunların çoğu mekanik düzeneklerdi ve bazı bilimsel kurallardan ilham alınarak tasarlanmıştı. Örneğin, makaralar yardımıyla çok ağır taşlar burçlara kadar çıkarılıyor ve mancınıklarla çok uzaklara fırlatılıyordu. Hatta Arşimet'in aynalar kullanmak suretiyle Roma donanmasını yaktığı da rivayet edilmektedir. Ancak bütün bunlara karşın M.Ö. 212 yılında Romalılar Sirakuza'yı zapt ettiler ve şehrin diğer ileri gelenleriyle birlikte Arşimet'i de öldürdüler.
Kum Sayıcı çalışmasına göre; "bu sırada Arşimet kum üzerine çizdiği çemberlerle hesaplar yapmaktadır. Elinde boynuna vurulmak üzere kaldırılan bir kılıçla yaklaşan romalı askere aldırmaz bile. Başını hesaplarından kaldırmadan "çemberlerime dokunma" der. Arşimet'in kesik başı çemberlerin arasına düşer."
Arşimet hem bir fizikçi, hem bir matematikçi, hem de bir filozoftur. Gençliğinde bir süre İskenderiye'de bulunmuş, burada Eratosthenes ile arkadaş olmuş ve daha sonra da onunla mektuplaşmıştır. Arşimet'in mekanik alanında yapmış olduğu buluşlar arasında bileşik makaralar, sonsuz vidalar, hidrolik vidalar ve yakan aynalar sayılabilir. Bunlara ilişkin eserler vermemiş, ancak matematiğin geometri alanına, fiziğin statik ve hidrostatik alanlarına önemli katkılarda bulunan pek çok eser bırakmıştır.
Geometriye yapmış olduğu en önemli katkılardan birisi, bir kürenin yüzölçümünün 4πr2 ve hacminin ise 4/3 πr3 eşit olduğunu kanıtlamasıdır. Bir dairenin alanının, tabanı bu dairenin çevresine ve yüksekliği ise yarıçapına eşit bir üçgenin alanına eşit olduğunu kanıtlayarak pi değerinin 3 +l/7 ve 3 +10/71 arasında bulunduğunu göstermiştir.başka bir değişle bu formulleri suyun hacim kullanma esnasında alabileceği özkütle çapıdır...
Arşimet'in en parlak matematik başarılarından biri de, eğri yüzeylerin alanlarını bulmak için bazı yöntemler geliştirmesidir. Bir parabol kesmesini dörtgenleştirirken sonsuz küçükler hesabına yaklaşmıştır. Sonsuz küçükler hesabı, bir alana tasavvur edilebilecek en küçük parçadan daha da küçük bir parçayı matematiksel olarak ekleyebilmektir. Bu hesabın çok büyük bir tarihi değeri vardır. Sonradan modern matematiğin gelişmesinin temelini oluşturmuş, Newton ve Leibniz'in bulduğu diferansiyel denklemler ve integral hesap için iyi bir temel oluşturmuştur.
Arşimets parabolün Dörtgenleştirilmesi adlı kitabında, tüketme metodu ile bir parabol kesmesinin alanının, aynı tabana ve yüksekliğe sahip bir üçgenin alanının 4/3'üne eşit olduğunu ispatlamıştır.
İlk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adamı da Arşimet'tir. Bu prensiplerden bazıları şunlardır:
1.Eşit kollara asılmış eşit ağırlıklar dengede kalır.
2.Eşit olmayan ağırlıklar eşit olmayan kollarda aşağıdaki koşul sağlandığında dengede kalırlar: f1 · a = f2 · b
Bu çalışmalarına dayanarak söylediği "Bana bir dayanak noktası verin Dünya'yı yerinden oynatayım." sözü yüzyıllardan beri dillerden düşmemiştir.
Arşimet, kendi adıyla tanınan sıvıların dengesi kanununu da bulmuştur. Söylendiğine göre, bir gün Kral II Hieron yaptırmış olduğu altın tacın içine kuyumcunun gümüş karıştırdığından kuşkulanmış ve bu sorunun çözümünü Arşimet'e havale etmiş. Bir hayli düşünmüş olmasına rağmen sorunu bir türlü çözemeyen Arşimet, yıkanmak için bir hamama gittiğinde, hamam havuzunun içindeyken ağırlığının azaldığını hissetmiş ve "evreka, evreka" diyerek hamamdan fırlamış. Arşimet'in bulduğu şey; su içine daldırılan bir cismin taşırdığı suyun ağırlığı kadar ağırlığını kaybetmesi ve taç için verilen altının taşırdığı su ile tacın taşırdığı su mukayese edilerek sorunun çözülebilmesi idi.
Arşimet'in bu kanunu doğada tesadüflere yer olmadığını, her zaman aynı koşullarda aynı sonuçlara ulaşılacağını göstermiştir. Arşimet, 23 yüzyıl önce, modern bilimsel yöntem anlayışına çok yakın bir anlayışla, bugün de geçerli olan statik ve hidrostatik kanunlarını bulmuş ve bu katkılarıyla bilim tarihinin en büyük üç kahramanından biri olmaya hak kazanmıştır
devamını okuyunuz... >>

Albert Einstein Buluşları

Einstein'ın gazetecilere dil çıkarmasıEinstein'ın fizik alanındaki çalışmaları modern bilimi büyük ölçüde etkiledi. Kendisi özellikle zaman ve uzay için düzenlenmiş bağlılık İzafiyet Teorisi ile tanındı.
Bu teori üç bölüme ayrılır:
Newton mekaniğinin yasalarını değiştiren ve kütle ile enerjinin eşdeğerli olduğunu öne süren Özel Görecelik (1905);
Eğrisel ve sonlu olarak düşünülen dört boyutlu bir evrene ait çekim teorisini veren Genel Görecelik (1916);
Elektro-manyetizma ve yerçekimini aynı alanda birleştiren daha geniş kapsamlı teori denemeleri.
İlk iki teorinin geçerliliği atom fiziği ve astronomi alanında yapılan deneylerle çok başarılı bir biçimde sınanmıştır; çağdaş fiziğin temel taşları arasında yer alırlar. Einstein'ın atom ile ilgili olarak: "Ben atomu iyi bir şey için keşfettim,ama insanlar atomla birbirlerini öldürüyorlar." demiştir. Ayrıca birçok kişinin ilgisini çeken "Neden Sosyalizm?" adlı yazısı Monthly Review adlı aylık dergisinin, ilk sayısının, ilk yazısıdır.

Alfred Bernhard Nobel, İsveçli kimyager ve mühendis, dinamit’in mucidi. Nitrogliserin’i patlayıcı madde olarak kullanma yöntemlerini araştırdı. 1863 tarihinde Stockholm’de az miktarda nitrogliserin yapmaya başladı. Birkaç ay sonra araştırmaların neticesinde bir patlama ile laboratuvar yıkıldı. Çalışmalarına ara vermeyen Alfred Nobel 1865′te yeni bir fabrika kurdu, bir süre sonra ikinci fabrikasını da açtı. 1864 yılında araştırmalarının neticesini aldı ve dinamit barutunu icat etti. Araştırmalarına devam eden Nobel, 1877′de Balistit adını verdiği yeni bir tür barut buldu. 1879′da, Paris yakınlarındaki Servan’da bir laboratuvar kuran Alfred Bernard Nobel, buradaki çalışmaları esnasında dumansız barut ismini verdiği ve eşit miktarlarda nitrogliserinle nitroselüloz karışımından oluşan, itici barutu buldu.
Birkaç yıl sonra kordit isimli patlayıcı madde konusunda İngiliz devletine karşı dava açtı, fakat davayı kaybetti. Bu dönemde Fransa’ya karşı kurulan bir ittifakta İtalya ile işbirliği yapan Nobel, aleyhindeki kampanyalar sonucunda Paris’i terk ederek İtalya’nın San Remo şehrine yerleşti, laboratuvarını da oraya taşıdı.
devamını okuyunuz... >>

bilim adamları ve buluşları

Albert Einstein
Alfred Bernard Nobel
Archimedes (Arşimet)
Daniel Gabriel Fahrenheit
Enrico Fermi
Evangelista Torricelli
Farabi
Galileo Galilei
Hezarfen Ahmet Çelebi
İbni Sina
isaac Newton
James Watt
Leonarda Da Vinci
Louis Pasteur
Samuel Finley Breese Morse
Thomas Alva Edison
Wilhelm Conrad Röntgen
Wright Kardeşler
devamını okuyunuz... >>

icatlar ve keşifler kronolojik olarak

1280 İlk gözlük İtalya’da yapıldı.
1450 Johannes Gutenberg’in baskı makineleri kitap üretiminde çığır açtı. Bunun sonucunda yeni icatlar hakkındaki bilgilerin yayılması hızlandı.
1453 Copernicus, gezegenlerin Dünyanın etrafında değil, Güneş’in etrafında döndüğünü ortaya atan kuramını yayımladı.
1592 Galileo, cisimleri 30 kez büyüten bir teleskop yaptı.
1614 İskoçyalı matematikçi John Napier logaritma cetvelini icat etti.
1618 Johannes Kepler, gezegenlerin Güneş’in çevresinde çizdikleri elips biçimindeki yörüngeleri betimleyen yasaları yayımlar.
1622 Blaise Pascal, babasının vergi hesaplarında kullanması için bir toplama makinesi icat etti.
1643 Evangelista Torricelli, hava basıncını ölçmek için şimdi civalı barometre denilen cihazı icat etti.
1656 Christian Huygens, Galileo’nun fikirlerine dayanan hassas bir sarkaçlı saat tasarladı.
1668 Isaac Newton ilk aynalı teleskopu yaptı.
1682 Edmond Halley, daha sonra kendi adıyla anılacak bir kuyrukluyıldızın yörüngesini çizip betimledi.
1687 Newton’un, evrensel çekim yasalarını formülleştirdiği Principia başlıklı kitabının yayımladı.
1690 Edmund Halley, dalış makinelerine hava pompalayacak bir yöntem geliştirdi.
1698 Thomas Savery’nin yaptığı ilk buhar makinesi, su altında kalan madenlerdeki suyu dışarı pompalamada kullanıldı.
1733 İngiliz bir dokumacı tarafından icat edilen “uçan mekik” adındaki alet bir kişinin bir günde üretebileceği kumaş miktarını ikiye katladı.
1752 Benjamin Franklin, yıldırımın elektrikten kaynaklandığını gösterdi.
1783 Marquis de Jouffroy d’Abbans ilk buharlı gemiyi yüzdürdü.
1783 Montgolfier Kardeşler bir sıcak hava balonunu başarıyla uçurdu.
1789 Lavoisier’nin, 33 elementi sıraladığı ve bu elementlerin adlandırılması ile ilgili modern sistemi sunduğu “Kimyasal Adlandırma Yöntemi” yayımlandı.
1796 Edward Jenner, bir çocuğu çiçek hastalığına karşı aşıladı.
1799 Alessandro Volta, ilk elektrik bataryasını yaptı.
1801 İlk denizaltılardan olan Nautilus ilk yolculuğunu tamamladı.
1804 Richard Trevithick raylar üzerinde giden ilk buharlı lokomotifi yaptı.
1814 Friedrich König elle çalışan matbaadan çok daha hızlı olan buharlı matbaayı geliştirdi.
1819 Augustus Siebe basınçlı bir dalgıç elbisesi tasarlayarak insanların daha derinlere dalabilmesini sağladı.
1820 Hans Oersted, elektrik akımının pusulanın iğnesi üzerinde elektromanyetik etki yarattığını gösterdi.
1821 Charles Babbage, karmaşık matematiksel tabloları otomatik olarak hesaplamak için tasarladığı “fark makinesi” nin üzerinde çalışmaya başladı.
1826 Fransız fizikçilerden Joseph Niepce tarihteki ilk fotoğrafı çekti.
1829 George Stephenson, en iyi buharlı lokomotif tasarlama ve yapma yarışmasını kazandı. Rocket adlı bir lokomotif üretti.
1830 İlk dikiş makinesi Fransız terzi Barthelemy Thimonnier tarafından tasarlandı.
1836 Samuel Colt, yaptığı hızlı ateş eden tabanca “altıpatlar” ın patentini aldı.
1837 Isambard Kingdom Brunel, ilk kıtalararası buharlı gemiyi yüzdürdü.
1837 İki İngiliz mucit William Cooke ve Charles Wheatstone ilk elektrikli telgraf makinesini yaptı.
1838 Samuel Morse kendi geliştirdiği Morse alfabesini ilan etti.
1839 Louis Daguerre vesikalık fotoğraflarda çok tutulan daguerrotype fotoğraf tekniğini icat etti.
1841 Michael Faraday, hareketli bir mıknatıstan elektrik akımı elde etti.
1843 Samuel Morse, telgraf mesajlarında kullanılmak üzere nokta ve çizgilerden oluşan ünlü mors alfabesini icat etti.
1846 Amerikalı bir dişçi bir çene ameliyatında acıyı hissettirmemek için eter kullandı.
1848 İlk yürüyen merdiven, New York’ta turist çekmek için kuruldu.
1849 Çengelli iğne icat edildi.
1857 New York’ta bir dükkân asansörü olan ilk bina oldu.
1860 Belçikalı Etienne Lenoir ilk içten yanmalı motoru yaptı.
1863 İlk metro (yeraltı demiryolu) hattı Londra’da işletmeye açıldı.
1868 Gregor Mendel, bezelye bitkileriyle yaptığı, modern genetik kuramının temellerini oluşturan araştırmalarını bitirdi.
1868 Bir gazetenin yazı işleri müdürü olan Christopher Sholes ilk kullanışlı daktiloyu yaptı.
1872 Fotoğrafçı Eadweard Muybridge ilk ardışık fotoğraflar dizisini çekti.
1876 Alexander Graham Bell ilk telefon konuşmasını yaptı.
1877 Edison fonografı icat etti.
1878 Joseph Swan elektrik ampulünü icat etti.
1879 Ernst von Siemens elektrik döşenmiş bir hat üzerinde giden ilk elektrikli treni sergiledi.
1881 Emile Berliner, yassı plaklar kullanan ilk gramofonu yaptı.
1885 Louis Pasteur, bir dizi kuduz aşısı yaparak, kuduz bir köpek tarafından ısırılmış bir çocuğun yaşamını kurtardı ve sağlık alanında mükemmel bir ilerleme sağladı.
1885 Fizikçi Heinrich Hertz elektromanyetik dalgaların varlığını gösterdi.
1885 Avusturyalı kimyacı Carl Auer, muma göre daha kullanışlı ve güvenli olan bir havagazı lambası icat etti.
1886 Linotip adlı makine, gazetelerin ve kitapların daha hızlı hazırlanmasını sağladı.
1888 George Eastman, Kodak no.l adlı fotoğraf makinesini üretti ve müşterilerinin filmlerini banyo etti.
1889 Edison’un yardımcısı Charles Batchelor sinema filmlerinin seslendirilmesi üzerine deneyler yaptı.
1890 Daimler motor şirketi, dört tekerlekli ve akaryakıtla çalışan otomobil üretimine başladı.
1890 Herman Hollerith’in icat ettiği elektrikli sayma makinesi sayesinde Amerika’da nüfus sayımı işlemi çok hızlı bir şekilde sonuçlandırıldı.
1895 Paris’te Lumiere Kardeşler 10 hareketli filmden oluşan bir gösteri yaptı.
1895 Wilhelm Röntgen, X ışınlarını buldu.
1898 Valdemar Poulson, modern teybin öncüsü olan bir cihaz yaptı.
1901 İlk radyo transistörünü Marconi geliştirdi.
1902 İtalyan Guglielmo Marconi, Manş Denizi üzerinden radyo dalgalarıyla mesaj iletmeyi başardı.
1903 Amerikalı Wright Kardeşler ilk motorlu uçağın uçuşunu gerçekleştirdi.
1903 Henry Ford, yeni araba fabrikasıyla seri üretim teknolojisini getirdi.
1903 Willem Einthoven, kalbin işleyişini kaydeden elektrokardiyografi cihazını icat etti.
1904 John Fleming’in geliştirdiği cam diyotlar radyo cihazlarının vazgeçilmez parçası oldu.
1908 Adını mucitlerinin adından alan Geiger sayacı radyasyonu saptamak ve ölçmek için kullanılmaya başlandı.
1910 Fransız Henri Fabre, tekerlekleri olmayan ve su üzerinde seyredebilen bir uçak geliştirerek ilk deniz uçağını icat etti.
1911 Marie Curie, radyoaktiflik konusunda kendi başına yaptığı çalışmalardan dolayı Nobel Ödülü aldı; böylece de bu ödülü iki kez alan ilk kişi oldu.
1911 Ernest Rutherford, atomun merkezinde bir çekirdek olduğunu gösterdi.
1919 Aynştayn, “Genel Görelilik” konusundaki yazısını yayımladı.
1921 Philip Drinker, hastaların solunum yapmasına yardım etmek için “demir ciğer”i icat etti.
1922 İlk mikrofilm tanıtıldı.
1926 John Logie Baird ilk televizyon görüntüsünü başarıyla iletti.
1926 Robert Goddard ilk sıvı yakıtlı roketi fırlattı.
1926 ABD’li Profesör Robert Hutchinson Goddard ilk sıvı yakıtlı roketi geliştirdi. Gaz ve sıvı oksijenle işleyen roket, 12,5 metre yüksekliğe çıktı ve 56 metre yol aldı.
1928 Bugün penisilin dediğimiz bir oluşumun bakterileri öldürmesi Alexander Fleming’in dikkatini çekti.
1933 İki Alman bilim adamları Max Kroll ve Ernst Ruska elektron mikroskopunu yaptı.
1935 Alman şirketi AEG, sesi kaydetmek için plastik manyetik teyp bandını geliştirdi.
1938 Macar mucit Lazlo Biro, bıro da denilen bilye uçlu tükenmez kalemi icat etti.
1938 Amerikalı Chester Carlson ilk fotokopi makinesini icat etti.
1939 İgor Sikorsky adlı bir Rus mühendis tarafından ilk helikopter yapıldı.
1940 İlk elektronlu mikroskop Philedelphia’da tanıtıldı.
1942 Wernher von Braun, Almanya’nın ilk uzun menzilli füzesi olan V-2′yi fırlattı.
1942 Enrico Fermi, ABD’nin Chicago kentinde, nükleer enerjinin denetim altına alınabildiği bir nükleer reaktör yaptı.
1943 Jacques-Yves Cousteau ve Emile Gagnan, ilk dalış tüpünü tasarladılar.
1945 Amerikalı mucit Percy Spencer, ilk mikrodalga fırını tasarlayarak patentini aldı.
1946 John Mauchy ve John Eckert’in geliştirdiği, Amerika’nın ilk elektronik bilgisayarı ENIAC halka gösterildi.
1947 Edwin Land bir dakikadan az bir sürede siyah beyaz fotoğraf çıkaran polaroid makineyi icat etti.
1953 Francis Crick ile James Watson Deoksiribonükleik asit (DNA) molekülünün yapısını keşfetti.
1957 Sovyetler Birliği tarafından Dünyanın çevresinde dönen insan yapımı ilk cisim Sputnik I fırlatıldı.
1960 Theodore Maiman ilk lazeri yaptı.
1962 Telefon konuşmalarının yanında canlı televizyon görüntülerini de ileten Telstar adlı uydusu fırlatıldı.
1977 Dünyanın tekrar kullanılabilen ilk uzay gemisi olan Uzay Mekiği, ABD tarafından fırlatıldı.
1982 Philips ve Sony şirketleri kompakt diski çıkardı.
1987 İlk sayısal ses bantları (DAT) üretildi.
1990 Yüksek netlikte televizyon (HDTV) yayını ilk kez yapıldı.
devamını okuyunuz... >>