dünyanın yedi harikası
 felsefe dünyası
 ünlü ressamlar ve resimleri
 icatlar ve keşifler
 Namık Kemal hürriyet kasidesi
 Mevlana ve Mesnevi
GÜNCEL -YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GÜNCEL -YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DOĞUM SIRASINA GÖRE İLİŞKİLERİNİZE YÖN VERİN

Linda Blair'in yazdığı "Doğum Sırası" isimli kitabına göre, sevgilinizin kaçıncı çocuk olduğu ilişkinizdeki karakterini belirliyorHaber: Doğum Sırasına Göre İlişki Analizi
Sabit Taksitli İhtiyaç Kredisi HSBC’de Hemen Tıkla! Ailenin kaçıncı çocuğu olduğunuzun hayatınız için ne kadar önemli olduğunu düşündünüz mü hiç? Düşünmeyenleri biraz düşündürtelim o zaman. Klinik psikologu Linda Blair'in yazdığı 'Birth Order' (Doğum Sırası) isimli kitap, bu sıranın sadece karakteri değil aynı zamanda kariyeri ve hatta ilişkileri bile etkilediğini savunuyor.

Henüz flört etmeye başladığınız biriyle buluştuğunuzda ortaya çıkan o fotoğrafı hayal etsenize bir kere. Karşı taraf hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz ama aranızdaki muhteşem çekimden dolayı ayaklarınız yerden kesiliyor, midenizde kelebekler uçuşuyor. (Vay halinize!) Her şey iyi giderse, tekrar buluşmayı neden istemeyesiniz ki? (İstersiniz, istersiniz...)

Aylar geçtikçe onun düzenli, hırslı, kendine güvenen, kıskanç veya duygusal olup olmadığını öğreneceksiniz, kuşkusuz. Tamam filmi hızlandırıyoruz o zaman ve karşı tarafı daha çabuk tanıyabilmeniz için sizi Blair'in kitabına yönlendiriyoruz.

Burcunun ne olduğundan veya iyi sevişip sevişmediğinden önce (!) ailenin kaçıncı çocuğu olduğunu sorun. İlk doğan çocuk mu yoksa sonuncu mu? İkinci veya üçüncü sırada da olabilir. Ya da tek çocuk! (Olabilir, korkmasanıza yahu!)

Linda Blair, her sıranın kendine özgü bir karakteri olduğunu söylüyor. Sadece sevdiğiniz adam için değil, sizin için de geçerli yani bu. Uzun lafın kısası; ailenizde kaçıncı çocuk olduğunuz, ilişkinizdeki uyum ya da uyumsuzluğu ortaya çıkarma konusunda en belirleyici faktör. Buyurun buradan yakın!..
Partnerinizi iyi seçmek için:

İlk çocuk – son çocuk ilişkisi:


Klişeler çoğu zaman doğrudur; zıt kutuplar birbirini çeker. Tıpkı ilk ve son doğan çocukların birlikteliğinde olduğu gibi. Psikoloğa göre bunun bir nedeni ailenin en büyük çocuğunun duyarlı, düşünceli ve sorumluluk sahibi olması. Ailenin en küçüğüyse diğerlerine göre çok daha bağımsız ve sorumluluklardan kaçan biri olarak tanımlanıyor. Bu farklılık, çiftlerin birbirlerini tamamlaması bakımından önemli. İlk doğan, onu gerçekten çok sevebilecek birine ihtiyaç duyarken son doğansa kendisine bakabilecek birini arar. Ailenin en küçüğü genellikle kardeşlerine göre daha canlı ve eğlencelidir. İlişkisinde de renkli taraf olması kaçınılmazdır.

Ancak bu ilişkinin en riskli tarafı kesinlikle son doğan çocuğun isyankarlığı. Bu asi çocuk, kuralları yıkmak için elinden geleni yaparken ilişkiye de zarar verebilir. Son doğanlar, inandıkları şeylere tutkuyla bağlı olduklarından ilk doğanın üstlendiği sorumlulukları görmezden gelebilir ya da her şeyi bozabilir.

Her iki taraf da ilk doğansa:

En zorlu ilişki tiplerinden biri kesinlikle bu. Eğer her iki taraf da rekabet içinde olursa, çatışma, tartışma, kavga gürültü asla eksik olmayacaktır. Bu ikili, birbirlerinin isteklerine saygı gösterdikleri müddetçe uyum içinde çalışabilir. Ama mutlaka bir tarafın kararları baskın geleceğinden diğeri mutsuz olmaya meyilli olacaktır.

İlk doğan ve tek çocuk ilişkisi:

Kolay anlaşmaları pek mümkün görünmüyor. İlişkinin sağlıklı olabilmesi için ilk doğanın, tek çocuğun ihtiyaçlarına cevap verebilmesi, duygularını anlayabilmesi gerekiyor.

Ortanca çocuk ve ilk doğan ilişkisi:

Ortada doğanlar, ilk doğanlar için iyi birer partner olabilir. Aslına bakarsanız evin ortanca çocuğu, herhangi bir doğum sırasındaki partnerle anlaşabilir. Çünkü o dengedir. Ortada ve ılıman olmayı iyi bilir. Kavgalara çözüm arayan bu tip, anlaşması ve anlaşılması kolay biridir.

Ortanca çocuk ve son doğan ilişkisi:

Bir başka iyi geçinen çift daha! Ortanca çocuk, uysal ve uzlaşmacı bir tavır içinde olduğu için her iki taraf da fazla tartışmaya girmeden kolay bir ilişki yaşayacaktır. Birbirleriyle rekabet etmek yerine 'Biz' olarak hareket etmeyi tercih ederler.

Her iki taraf da ortanca çocuksa:


Uyum artı bir uyum daha eşittir mutluluk! Karakter olarak farklı da olsalar, her iki taraf da birbirlerinin isteklerine öncelik tanıyacaktır. Sorumluluk sahibi olmaları ve çözümcü yapıları, ilişkilerinin tehlikeye girmesini önler.

Ortanca ve tek çocuk ilişkisi:

Tek çocuk, her şeyi üzerine almak isteyecektir. Kooperatifçi ortanca da buna izin verir. Tek çocukla birlikte olan ortanca, kimi zaman kendisini gölgede kalmış gibi hissedebilir. Hatta bu yüzden ortancanın ruh sağlığı bile bozulabilir. Bu tür bir ilişkide her iki tarafın da yapması gereken karşılıklı konuşmak, planları, hayalleri hakkında ortak bir karar almaktır.

İki taraf da son doğansa:

Her iki taraf da mantıklı planlar yapma konusunda zayıf olsa bile, birlikte yol alırlarsa her şeyi organize edebilirler. Ancak hayat bu çift için biraz kaotik geçecek gibi görünüyor.

Son doğan ve tek çocuk ilişkisi:

Genellikle mantıklı ve vicdanlı davranan tek çocuk, kendisine göre daha plansız davranan partnerinin sorumluğunu da üzerine alır. Son doğan çocuksa bu ilişkide yaratıcı ve maceraperest rolünü üstlenir.

İki taraf da tek çocuksa:

Tek çocuk için en zor ilişki, bir başka tek çocukla olmaktır. Birbirlerini yanlış anlama olasılıkları bir hayli fazla. Her ikisi de lider olmak ve ilişkiyi kendi eline almak ister. Karşı tarafın kararlarını kabul etmekte de oldukça zorlanırlar. Bu ilişkide huzursuz olmak içten bile değildir.
devamını okuyunuz... >>

ÇOCUKLARDA TUVALET EĞİTİMİ

Çocuklarda tuvalet eğitimi genellikle iki yaşından sonra verilir. Çocuklar önce idrar, sonra dışkı kontrolünü öğrenirler ve altı yaşına kadar gece idrar kaçırması devam edebilir.

Çocuğunuzun tuvalet eğitimine hazır olduğunu gösteren belirtileri sayacak olursak;

-Çocuk günde en az 2 saat kuru kalıyorsa
-Öğlen uykusundan kuru kalkıyorsa
-Tuvalet ihtiyacını hareket ve sözlerle ifade ediyorsa
-Bezi kirlenince rahatsız oluyorsa
-Tuvaleti kullanmak istiyorsa
-Banyoya gitmek, soyunmak gibi basit talimatlara uyuyorsa
-Belli saatlerde barsak hareketleri hızlanıyorsa

Çocuğunuzla basit kelimelerden oluşan bir ortak dil oluşturun. Çocuğunuzun hazır olduğunu hissediyorsanız bir lazımlık alın ve önce oyun oynarken üzerine oturmasını, alışmasını sağlayın. Çocuk alışıp sevdikten sonra lazımlığı banyoya yerleştirin ve denemelere başlayın. Sabah kalkınca, yemeklerde sonra ve tuvaleti geldiğine dair belirtileri fark edince lazımlığa oturması için onu teşvik edin, sonuç yoksa ısrar etmeyin. Bir-iki saat ara ile banyoya gidin. Lazımlığa otururken yanında olun, sohbet edin. Kardeşlerin örnek olması da yararlı olacaktır. Tuvalet sonrası el yıkama alışkanlığı kazandırılmalı, başarısızlık asla cezalandırılmamalıdır.

Her başarıda onu övün, sarılın, öpün, bazen de küçük bir ödülle ödüllendirin. Çocuğunuz büyük tuvalete geçmek istediğinde size söyleyecektir. Klozet adaptörü ve tabure ile ona yardımcı olun. Çocuğunuzun ayağını tabureye sağlam basarak klozete oturması, kolay ıkınarak ve güven duyarak tuvaletini yapmasını sağlayacaktır.

Uzm. Dr. Zehra CAN EMRE - Pediatri Uzmanı
devamını okuyunuz... >>

ÇOCUKLARINIZI YAŞINA GÖRE EĞİTİN

Hangi kelime çocuklarla iletişimi zorlaştırıyor? Onlarla konuşurken nasıl bir yaklaşım benimsenmeli? Uzmanlardan öneriler...Haber: Hangi Yaştaki Çocukla Nasıl İletişim Kurmalı?
Hawk Bay / Bayan Güneş Gözlükleri Çocuk yetiştirirken en önemlisinin ve en zorunun onlarla iletişim kurmak olduğunu bilinçli ebeveynlerin hepsi bilir. Biz çocuklarla iletişim kurarken doğru bildiğimiz pek çok hatalarımız olabiliyor. Etkili iletişim konusunda dikkat edilmesi gerekenleri Uzman Psikolog Ayben Ertem'le konuştuk. 

Çocuklarla yaşa göre iletişim kurmanın onların sosyal, akademik ve duygusal gelişimi için çok önemli olduğunu vurguladı. Çocukların da aynı yetişkinler gibi anlaşılmak, sevilmek, saygı görmek, dikkat çekmek istediklerini ve duygusal yakınlık, destek sınırların belli olmasını beklediklerinin altını çizen Ertem; "Çocuklarla hangi yaşta olurlarsa olsunlar etkili bir iletişim kurabilmek için onların duygularını anlamaya, bunlarla ilgili konuşmaya hazır olmalısınız." dedi. Yapılan çalışmalara göre onların duyguları hakkında konuşan anne babalara sahip çocukların duygusal zekâları gelişiyor ve büyüdüklerinde kendi duygularını ve başkalarının ne hissettiğini daha etkili şekilde anlıyorlar. Ayben Ertem vurguluyor, "Doğduğumuz andan itibaren ebeveynlerimizin bizi nasıl yetiştirdiği beyin gelişimimiz açısından çok önemli"

Çocuğunuz sizinle işbirliğine girmiyorsa çoğunlukla "ben de bir bireyim ve isteklerim var, siz de beni anlayın" demek içindir. 

Küçük yaşlardan itibaren çocuğunuza ne demek istiyorsanız net bir şekilde onu söylemek gerektiğini belirten Ertem, "Söylediklerinizin arkasında durun. Yalnızca "hayır" kelimesini kullanmamaya gayret gösterin özellikle küçük çocuklarda "hayır" demek onlar için hiçbir anlama gelmiyor. Şimdi mi hayır, sonra evet mi olacak ya da sonsuza dek mi "hayır" ve en önemlisi neden "hayır". 

Bu konuda Ayben Ertem'in önerisi; "Örneğin 5 yaşındaki çocuğunuz yemekten önce çikolata yemek istiyor, siz de vermek istemiyorsunuz çünkü yemek vakti. "hayır" diyip kestirip atmanız onu daha çok sinirlendirebilir; onun yerine, göz kontağı kurarak "şimdi olmaz, yemek zamanı geldi, hep beraber yemek yiyeceğiz, yemekten sonra bir parça yiyebilirsin" diyebilirsiniz. 

Çocuğunuzla iletişim kurarken çok sabırlı olmalısınız 
2 yaşın çok zor bir yaş olduğunu ve genelde her şeye ilk başta "hayır" diyeceğini hatta ağlayacağını bilerek onunla iletişim kurmalısınız. En fazla 1- 2 kısa cümleyle isteklerinizi söylemeniz yeterlidir. İşbirliğine çok açık olmadığı için uzun cümleler kurarsanız ne demek istediğinizi net bir şekilde anlayamaz. 

Onun duygularını anladığınızı ifade etmelisiniz 

3-6 yaş arasındaki bir çocukla iletişim kurarken sabır önemlidir. Örneğin akşam saatinde bir arkadaşının evine oynamaya gitmek istiyor ve ağlıyor, bağırıyor gitmek için ve siz gitmesine izin vermediniz. "Arkadaşına gitmek istediğini biliyorum ve şu an gidemediğin için üzgünsün ama bana biraz daha iyi davranmalısın. Oyun oynamak istediğini görüyorum, başka bir fikrin var mı? Belki arkadaşına yarın gidebiliriz". 

Yine aynı yaş grubunda genellikle inatlaşma ve kötü sözler söyleme hatta zaman zaman vurma davranışı sergileyebilirler. Bunlarla başa çıkarken çocuklarınızın beyin gelişimine destek olmak için " O sözleri söylemiyoruz, böyle konuşmanı istemiyorum sana kaç defa söyledim" yerine " Kızgın olduğunu görüyorum, kızgınlığını daha farklı kelimelerle başka türlü söylemeyi deneyebilir misin? Ya da " Böyle davranmaman gerektiğini sana kaç defa söyleyeceğim" yerine, " Bu durumda başka ne yapabilirdin?" İlk belirttiğim gibi söylerseniz suçlama yapmış oluyorsunuz ve çocuğunuz otomatik olarak ya savunmaya geçiyor ya da saldırıya devam ediyor ama ikinci yazdığım cümlelerle iletişim kurarsanız çocuğunuzun durup düşünmesini sağlatmış oluyorsunuz, suçlama yapmıyorsunuz, başka ne seçenekleri olabileceğini düşündürtmüş oluyorsunuz. Bunu sürekli ve sabırlı bir şekilde yaparsanız hem çocuğunuzun beyin gelişimine katkı sağlarsınız hem de etkili bir iletişimle sınırları çizmiş olursunuz. 

Çocuğunuz hangi yaşta olursa olsun "dinleyin" 

Göz kontağı kurun ve sözleri bitene kadar dinleyin, alaycı bir tavır takınmayın, alay etmeyin ve dinleyin, belki onun için bu konu çok önemli ve sizinle paylaşmak istiyor. Eğer ona bakarak dinlemezseniz birini dinlemenin önemini anlamaz ve ileride aynı şekilde kendisi de iyi bir dinleyici olmayacaktır. Çocuğunuzu dinlerken aynı hizaya gelmeye dikkat edin mümkünse aynı boya gelmek için oturun. 

Çok genel sorulardan kaçının 

İlkokul çağındaki çocukların anneleri genellikle şundan şikayet ederler. "Bu gün okulda ne yaptın diyorum anlatmıyor?" Çocukların bunu anlatmama sebepleri çok genel bir soru olduğu içindir. Küçük yaştaki çocuklara genellikle çok daha spesifik sorular sormak gerekir. Yani "bugün okulda seni çok sevindiren bir şey oldu mu?" Ya da "bugün okulda üzüldüğün bir şey oldu mu? gibi.. Net sorulara cevap almak her zaman daha kolaydır. Unutmayalım ki 11-12 yaşından küçük çocuklarda soyut düşünme evresi oluşmadığından bu soruları ne kadar daraltıp sorarsak net cevap almamız o kadar kolaylaşır. 

Çocukların gelişiminde sınırlar çok önemlidir 

Çocuklarınız size sinirlendiğinde sizin bu öfkeyle nasıl başa çıktığınızı görmeleri çok önemlidir; çünkü sizler çocuklarınız için her zaman bir modelsiniz dolayısıyla sizin de onlara bağırmanız, vurmanız ya da kötü kelimeler kullanmanız onların öfkeyle başa çıkılamayacağını görmelerine sebep olur. Sizin sakin kalmanız onların da bir süre sonra öfkelerinin azalmasını sağlatır. 

Hatalarını sürekli yüzlerine vurmayın. 

Onların olumlu taraflarını öne çıkarıp hatalı yaptıkları şeyler için de " Bunu başka türlü nasıl yapabilirdin düşünelim, sen ne dersin bir fikrin var mı? Önce ondan fikir almaya çalışın, olmazsa " benim birkaç fikrim var, istersen ben bir tane söylerim sen de bu arada düşün aklına gelirse sen de bir tane söyle" diyerek yine onun beyin gelişimine katkıda bulunmaya çalışın. Onun yerine sizin düşündüğünüzü göstermeyin ya da cesaretini kırmayın. 

Hakaret ve kıyaslamaktan kaçının 

Son olarak salak mısın, aptal mısın? Bunu nasıl yapamazsın? Kardeşin nasıl yapıyor, sen nasıl yapamıyorsun? gibi karşılaştırmalı cümleler beyni çok olumsuz etkilediği gibi beynin gelişimini de engelliyor, ne kadar kızarsanız kızın bunları kullanmamaya özen gösterin.
devamını okuyunuz... >>

Ödüllü Fotoğraflar Albümü


 -ÖDÜLLÜ FOTOĞRAFLAR -

1
İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’ne esir düşmüş bir Alman yıllar sonra kızıyla buluşuyor…
2
ABD’de sadece beyaz öğrencilerin devam ettiği Harry Harding Lisesi’ne kabul edilen ilk siyah öğrencilerden Dorothy Counts’ın okuldaki ilk günü. Tacizlere sadece 4 gün dayanabilmişti.
3
12 Ocak 1960. Sağcı öğrenci, Japon Sosyalist Parti lideri Asanuma’yı öldürmeden saliseler önce…
4
Sniper tarafından vurulan bir asker son anlarında papaza tutunuyor…
5
Budist rahip Thich Quang Duc, Güney Vietnam Hükümeti’nin din adamlarına eziyet etmesini kendini yakarak protesto ediyor. Rahip yanarak ölürken hiç ses çıkarmadı ve kıpırdamadı
6
ABD birlikleri Güney Vietnam’da Vietkong’lu ölü bir askeri sürüklerken… Ödülü 2 yıl üstüste kazanan Japon fotoğrafçı Swada’yı, tanık olduğu görüntüler onu o kadar yıprattı ki aldığı ödüllere hiç sevinemedi. Kamboçya’da bir görevdeyken 1970′de öldürüldü
7
Boston’da bir kadın ve bir kız apartmanın yangın merdiveninin çökmesiyle düşmeye başlıyorlar. Bu fotoğraf yılarca güvenlik kampanyalarında kullanıldı
8
Uganda’da açlıktan ölmek üzere olan bir çocuk ve bir misyoner.
9
30 Ekim 1983′te Koyunören’de meydana gelen depremde, Türk annenin 5 çocuğunun ölüsünü gördüğün andaki tepkisi yürekleri parçaladı
10
Hindistan’da Union Carbide adlı ABD şirketinin kimyasal madde fabrikasından sızan zehirli gazlar, binlerce kişinin ölmesine ve sakat kalmasına yol açtı.
devamını okuyunuz... >>

CEM YILMAZ:''BEN ÇOCUKKEN ÇOK SALAKTIM.''

Ben cocukken cok salaktim.

-Edip Akbayram'in ismini Edi zannederdim.
-Yani o, benim icin "Edi Pakbayram"di.

-Ablama, "Nasil olup da koca bir gunu canin sikilmadan evde oturarak geciriyorsun?" Demistim.
-"Buyuyunce insanin cani sokakta oynamak istemez ki" cevabini vermisti.
-Uzunca bir sure buyuyup buyumedigimi anlamak icin kendime, "Canin sokakta oynamayi istiyor mu?" diye sormustum. 



-Annem erkegin cinsel organini "pipi" kadininkini "kutu" olarak 
tanimlamisti. 

O zamanlar TRT'de Cenk Koray'in sundugu "Tele Kutu" diye bir yarisma 
vardi. 
Yarismacilar, "Hayir Cenk Bey. Ben kutumu açmak istiyorum" deyince kosarak 
odadan kaçardim. 

-Sabahlari kalktigimda aklimin hala yerinde olup olmadigini anlamak icin 2+2,3+4 gibi toplama islemleri yapardim.
-Sonuclar dogru olunca da cok sevinirdim.

-Dedemle parka gittigimiz bir gun TRT'ciler cekim icin oradaydi.Beni oynarken cektiler.
-Yayin gunu bizim aile jeneriginde gozuktugum cocuk programini izlemek icin televizyon basina gecti.
-Kendimi ekranda gorunce, "Beni niye parkta unuttunuuuz?" diye gozyaslarina bogulmustum.

- "Geri vites" kavramim yoktu.
-Sofor, kolunu koltuga atip arkaya dogru bakinca araba otomatikman geri geri gidiyor zannederdim.

-Benden buyuk kuzenlerim dondurmacilarin dondurma kulahlarinin sivri kismiyla kulaklarini karistirdigini soylemisti.
-Inanmistim. Hala da kulahlarin sivri kisimlarini yemem. cope atarim.

-Babaannem bir gun gelirse sevdigim dizilerin olmadigi bir gun gelsin istiyordum.

-Abimle Karaoglancilik oynardik.
-O Karaoglan olurdu, beni de Bizans askeri yapardi.
-Sonra evire cevire doverdi.
-cok muhim bir sey yaptigimi sandigim icin canim yansa bile hic sesimi cikarmazdim.

-Yesil ve siyah zeytinin ayri agaclarda yetistigini sanirdim.

-Bulmacalardaki, "Annenin erkek kardesi" kismina dayimin bes harfli ismini sigdirmaya calisirdim.

-Anaokulunda patates baskisi yapmayi ogrenmistik.
-O kadar hosuma gitmisti ki, evde duvarlara, masa ortulerine filan basmistim.
-Ancak sanat merakim annemin yeni aldigi beyaz etege patatesi yapistirmamla son bulmustu.
-Hem gonlunu almak hem de el koydugu patateslerime kavusmak icin dahiyane bir fikirle ogretmenimin yanina gittim.
-"Annem" yazisini patatese oydurttum.
-Sevincle eve gelerek soyundum.
-Renkli boyalara batirdigim patatesi vucudumun her tarafina bastim.
-Sonra da annemin karsisina gectim. Beni o halde gorunce aglamaya baslamisti.

-Madonna ile Maradona'yi kardes zannederdim.
-Kendi kendime, "Bunlarin babasi ne sansli be. Bir cocugu futbolun krali, biri muzigin kralicesi"derdim.

-Birinden ozur diledigim zaman Allah'in bana bir ozur verecegini sanirdim.
-Sakat olacagimi dusunup hemen "diledigim ozru " geri alirdim.

Kurban Bayrami'nda toplanan derilerden ucak yapildigini sanirdim.
-Ucaklarin dis yuzeyinin bu derilerle kaplandigi icin Turk Hava Kurumu'nun topladigini dusunuyordum.
-Ucak kacirma filmlerinde silahla ates edildiginde ya da bomba patladiginda, "Ayyy! Deri delindi!" derdim.

- "Gil" diye konusanlari fakir zannederdim.

-Annem banyodan ciktiktan sonra babamin soyledigi, "Sihhatler olsun" lafini "Saatler olsun" diye anlardim.
-Bunun da, "Banyoda amma cok kaldin" gibi bir sey demek oldugunu sanip babamin anneme kizdigini dusunurdum.
-Annemin buna karsin niye sadece, Sagol" dedigini merak ederdim. "Ne kibar kadin,derdim.
devamını okuyunuz... >>

2015 yılına kadar deprem beklenen iller


İstanbul Teknik Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Ercan Türkiye'nin 2012-2015 yılları arasındaki deprem haritasını çıkardığı çalışmasını tamamladı. Dünyanın dış çekirdeğindeki hareketin 1998'den sonra on kat arttığını ve bu tarihten sonra Türkiye'de büyük depremler yaşandığını söyleyen Prof. Ercan, "Deprem, sel, yangın ve heyelan gibi afetlerde 2013-2015 yılları zirve zamanı olacak. Türkiye'de çok sayıda deprem meydana gelecek. Ege, Güneydoğu ve Doğu Anadolu gergin. Marmara ise sakin görünüyor" dedi. Prof. Ercan, harita üzerinde üçgenler belirleyerek 2013-2015'te büyüklüğü yıkıcı sınır 6.2'den büyük olması beklenen yerleri STAR'a açıkladı.

İşte deprem beklenen iller

Saroz Körfezi'nde 8 Ocak'ta meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki deprem, beklenen Marmara depremi ne zaman yaşanacak sorusunu gündeme getirdi. Prof. Dr. Ahmet Ercan, Saroz'da meydana gelen 6.2'lik depremin Marmara'da beklenen büyük depremi tetikleyecek şekilde yorumladıklarını ama bunun doğru olmadığını söyledi. Ercan, "Saroz depremi olsa idi Kuzey Anadolu Fay hattının kuzey kolunda, Tekirdağ ve İstanbul'u etkileyecek yer üzerinde olacaktı. Halbuki deprem Bandırma-Yenice Gönen'de Truva'ya doğru olan Etili-Çan'da oldu. Bu bağımsız ve büyük bir depremdi, artçıları da oldu ve olacak. Deprem için Limni - Bozcaada depremi diye söylemek daha doğru olur. Bilimsel adı ile Etili kırığı üzerinde oldu. Etili kırığının kuzey doğu ucu Erdek ile Bandırma'nın olduğu yerden Marmara Adası'nı geçip gidiyor. Marmara ile ilgisi bu. Bir kuzey doğu ucu Marmara'da. Güney Batı ucu Biga'yı kesip Ege'ye gidiyor. Bandırma - Erdek de depremsellik açısından gergin. İstanbul'u etkileyecek bir deprem için ise, gerginlik yok" dedi. Ege, Güneydoğu ve Doğu'nun gergin olduğunu ifade eden Ercan, deprem olacak bölgeleri de şöyle sıraladı: Ege'de 'Etilik-Biga-Çan', 'Bandırma-Bababurnu-Gönen-Manyas Gölü', 'Foça-Midilli-Karaburun' 'Rodos-Fethiye-Finike', 'Nazilli-Denizli-Pamukkale', 'Manisa-Akhisar' ve Sisam. Göller Bölgesi'nde 'Afyon-Burdur', "Güneydoğu Anadolu'da 'Adıyaman-K.Maraş-Malatya', 'D.Anadolu'da 'Karlıova-Erzincan' ve Karadeniz'de ise 'Amasya-Merzifon'.

2015'e kadar zirve yapacak

Prof. Ercan Türkiye'de sarsıntıların bu yıl da dahil olmak üzere 2015'e kadar zirve yapacağını bildirdi ve "Daha yılın başında Alaska'da 7.5 büyüklüğünde deprem oldu, arkasından Adıyaman ve Bozcaada sallandı. Ve bu devam edecek. Aynı zamanda seller başladı. Tüm yer yuvarında olaylar meydana gelecek. Sadece yüzde 3'ü Türkiye'de olacak. Kentsel dönüşüm hızlandırılmalı. Karlı havadaki bir depremde insanlar nerede yaşayacak.1998'den aktivitenin arttığı günden beri olan depremler bize bu depremlerin bu üçgenlerde olacağını söylüyor" diye konuştu. Prof. Ahmet Ercan'ın haritasındaki Bandırma-Gönen-Manyas üçgeninde yaşanacak 6 ve 7 büyüklüğündeki depremler, Kandilli Deprem Araştırma Enstitüsü'nün de geçen hafta açıkladığı gibi karada yaşanması durumunda can kaybına neden olabilecek, İstanbul'da da hasara yol açabilecek depremler olarak göze çarpıyor.
devamını okuyunuz... >>

Mutluluğun temelindeki 9 aşk önerisi

Ufak tefek hatalar mutluluğunuza gölge düşürüp, ilişkinizi krize
sokabilir.
İşte mutlu ve sağlıklı bir birlikteliğin temellerini atmanızı sağlayacak 9
öneri.
1) Sırlarınızı ilişkinin başında paylaşmayın
Kadınlar sırlarını hoşlandıkları erkekle paylaşarak partnerlerine kendi
hayatlarını, sorunlarını ilk zamanlarda açarak yakınlıklarını mevcut
durumdan daha ileri boyuta taşımak isterler ve eğer beni olduğum
gibi kabul ediyorsa o doğru erkektir sonucuna varırlar. Ancak hiçbir
erkek ilk zamanlarda kurulan bu yakınlığa ve bilgi yüklemesine hazır
değildir.
Öneri: Konuşmadan önce birkaç kez düşünmek hata yapmamızın
önüne geçer. Psikologların konuyla ilgili önerisi ise karşı tarafın
duymak isteyeceği şeyleri söylememiz.
2) İlişkide patron olmayın
İlişkide her şeye karar vermek karşı tarafın işini kolaylaştırmaktan
ziyade partnerinizin kendisini zayıf hissetmesini sağlar.
Öneri: Kadın veya erkek kimse bir ilişkide sürekli emir altında olmayı
kabul edemez zira bu durum insan doğasın aykırıdır. Bu nedenle
karşı tarafa güvenmek ve saygı duymak bir hayatı paylaşmanın en
önemli koşuludur.
3) Dürüst olun
İlişkilerde kadınlar bir süre sonra "artık beni eskisi gibi sevmiyorsun,
beni artık önemsemiyorsun "şeklinde söylenmeye başlar. Erkeklerin
böyle durumlarda partnerlerini geçici olarak sakinleştirmeleri ile
ilişkide sular durulurken aslında işlerin yolunda gitmediğinin 2 tarafta
farkında değildir. Erkekler sorunu çözmek yerine anı kurtarmanın
peşindedir. Kadınlar ise, asıl söylemek istedikleri "bu ilişkide kendimi
güvende hissetmiyorum, senin için vazgeçilmez olduğumu
düşünmüyorum" demek ve herseyi dürüstce ifade etmek yerine
olayı trajedik bir boyuta taşımayı tercih ediyorlar.
Öneri: Karşılıklı olarak sergilenen samimiyetsiz tavırlar ilişkinin bitişini
hazırlar ve duygusal bir krizin aslında haberciliğini yapar.
Partnerimize karşı dürüst olmak ve onunda duygularını açıkça belli
edebilmesini sağlamak 2 tarafında ne istediğini bilmesini sağlar.
4) İlişkinize cinsel cazibenizle yön vermeye çalışmayın
Fiziksel şartlar gözönüne alındığında her ne kadar kadınlar erkekler
kadar güçlü olmasa da, cinsellik söz konusu olduğunda daha
kuvvetli bir konuma kavuşurlar. Bu pozisyonlarını isteklerini elde
etmek için kullanırlar. Her ne kadar bu durumun ahlaki boyutu yıllarca
konuşulabilecek bir konu olsa da unutulmaması gereken bir erkeğin
duygusal bağlarla kurulmamış bir ilişkide partnerine saygı duyması
son derece zordur.
Öneri: Erkek arkadaşınızla yaşamak istediğiniz cinselliğin asıl nedeni
onu istemek mi yoksa ele geçirmek mi olduğunu bir kez daha
düşünün. Eğer kafanızda soru işaretleri varsa geri adım atmanızda
ve ne istediğiniz ona dürüstçe dile getirmekte fayda var.
5) İlişkinizin başında sevgilinize güvenmek için bekleyin
İlişkinin başında sevgilinizle e-posta şifrelerinizi, kredi kartlarınızı
paylaşmak sizin açınızdan bakıldığında ona ne kadar güvendiğinizin
göstergesi olsa da bu durum sizi mağdur edebilir.
Öneri: Duygusal hiçbir ilişkide güven verilmez, kazanılır kuralını
hayatınız boyunca unutmayın. İlişkinizle ilgili evinizin anahtarını vb
özel hayatınızla ilgili ayrıntıları ne zaman paylaşmanız gerektiğini
gösteren bir çizelge hazırlamak işiniz kolaylaştırabilir.
6) Pahalı hediyelerle sorunlarınızı maskelemeyin
Erkek arkadaşınıza pahalı hediyeler almak veya maddi sıkışıklığına
çözüm yolu olarak kendi maddi birikiminizi kullanmanız sizin cömert
olduğunuzu göstermez. Kadınlar anaç yapılarından kaynaklı olarak
bu tarz tavırlar sergilemekte ve bu tavırlarını sevgilerinin ifadesi
olarak sıfatlandırmaktadır. Unutmayın, pahalı hediyeler ilişkide ki
sorunların örtülmesinden başka bir şey değildir, kendinizi
kandırmayın.
Öneri: Pahalı hediyeler almadan önce bir kere daha düşünün ve
bunu yapmaya sizi hangi sebeplerin ittiğini anlamaya çalışın.
7) İlişkinizin başında gelecek planları kurmayın
Kadınlar bazen sadece haftaya yapılması gerekenlerin ötesinde
planlar yaparak anı yaşamanın keyfini kaçırırlar. İlerde yaşamak
istediğiniz ev, çocuğumuz kız olursa ismi bu olsun şeklindeki planlar,
aslında istedikleri hayata kavuşamayacakları korkusundan
kaynaklanır. Unutulmaması gereken şey kimse planlara uymak
zorunda değil, haftaya ve sonraki haftalara ait olması ve yapılması
gereken planlar oluşturmak ilişkiyi boğmaktan öteye gitmez.
Öneri: Hayatı stresten uzak ve anı anına yaşamaya çalışın. Planlar
yapmaktan değil erkek arkadaşınızla keyifli anlar yaşamaktan zevk
almaya çalışın. Eğer bunu yapamıyorsanız ilişkinizi, ne istediğinizi ve
ne yaptığınızı gözden geçirin.
8) Partnerinizin kahramanı olmaya çalışmayın
Kadınlar partnerleri için vazgeçilmez olma yolunun onların
sorunlarını çözebilen tek insan olmaktan geçtiğini zanneder.
Öneri: Sevgilinizin sorunlarını çözmek istemek tabiiki iyi niyetli bir
davranıştır ama eğer buna direniyorsa ona yapabileceğiniz en iyi
şey kendisini bir terapiste yönlendirmektir.
9) Partnerinizle ilgili gerçekçi hayaller kurun
Kadınlar bir ilişkiye başladıklarında partnerlerinin her konuda
kendilerinin destekçisi olacağı gibi boş ümitlere kapılabilmektedir.
Öneri: Partnerinizle ilişkiden ve ondan ne beklediğiniz gerçekçi bir
şekilde konuşun, kendi hayatınıza sahip çıkın, onsuz da mutlu
olduğunuz alanlar oluşturun.
devamını okuyunuz... >>

ÇOCUKLARDA HİPERAKTİVİTE VE DİKKAT EKSİKLİĞİ(ADHD)




Çocuğuma bir türlü ev ödevini yaptıramıyorum!
Evde kardeşleri ile hep kavga ediyor!
Okulda arkadaş edinemiyor!
Sınıfta dersi dinleyemiyor!
Öğretmeni hep dikkatsizliğinden şikâyet ediyor.
Arkadaşları ile oyun oynayamıyor!
Zeki olmasına rağmen testlerde bir türlü dikkatini toplayamıyor, bildiği soruları kaçırıyor!
Çizgi film seyrederken saatlerce kıpırdamadan duruyor ama başka zaman bir türlü yerinde durmuyor.
Çok dağınık, bir türlü planlı olamıyor!

Sizin de böyle şikâyetleriniz varsa çocuğunuzda Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olabilir. 

ADHD tanısının konulması için aşağıdaki üç kriterin de varolması ve bu sorunun çocuğun işlevsel yetilerini ciddi bir şekilde etkiliyor olması gereklidir.
ADHD'nin temel belirtileri şunlardır:
Hiperaktivite (Aşırı Hareketlilik)
Dikkat eksikliği
İmpulsivite (Dürtüsel Ataklık)
ADHD olan çocuklar hiperaktiftir.
"Hiperaktif"in anlamı "aşırı hareketli" demektir. Küçük çocuklar için hiperaktif görünmek normaldir. Tüm çocukların yaklaşık üç yaşına kadar hareket dereceleri artar. Bu yaştan sonra giderek azalır. Ancak hiperaktivite bebeklerde ve hatta henüz doğmamış bebeklerde de görülür. ADHD'li çocukların anne karnında doğmadan önce çok hareketli olduklarını gösteren raporlar vardır. Bunların çok fazla ağlayan ve uyku düzeni bozuk bebekler olduğu konusunda yayınlar çıkmıştır.
ADHD'li çocukların yaşıtlarına göre daha hareketli olduklarının ve dikkatlerini yoğunlaştırmada güçlük yaşadıklarının farkına varılmış olabilir. Esas güçlük okula başladıklarında daha belirgin hale gelir. ADHD'li çocuklar okulda sıklıkla sıralarında oturmayan veya otursalar bile uzun zaman orada kalamayan çocuklardır.
Sürekli konuşan, bağıran, başkalarını rahatsız eden ve herkesi işten alıkoyan çocuklar olmaları muhtemeldir. Düzensiz olma ve eşyalarını unutma ve kaybetme eğilimindedirler.
Öğretmenler bu tür davranışlara sinirlenirler. İlk zamanlar çocuğun arkadaşları başlangıçta bu durumu kabul ederler ve eğlendirici bulurlar. Ancak zamanla ADHD'li olan çocuk özelliği gereği onlara impulsiv bir şekilde saldırmaya ve öğrenmeden alıkoymaya başlayınca, onlar da bu tür çocukları rahatsız edici bulmaya başlarlar.
ADHD'li çocuklar impulsiftir (dürtüseldir).
Yaptıklarına dürtüleri yön verir.
Davranışlarının sonuçlarını düşünmeden hareket ederler.
İsteklerini erteleyemezler, ataktırlar.
Yolda dikkatlerini çeken bir şey olduğunda trafiğe dikkat etmeden karşı karşıya geçmek isteyebilirler.
Dikkat çekme arzusu ile başkalarının sözüne karışırlar, söz keserler. Düşünmeden konuşup yanlış şeyler söylemeleri sosyal alanda problemlere yol açar ve umutsuzca arkadaş edinmeye çabalayan çocuğun dışlanmasına neden olur.
ADHD'li çocuklar dikkat etme ve dikkatlerini sürdürme konusunda güçlük çekerler.
İmpulsiv ve hiperaktif davranışları nedeni ile akranları arasında sivrilip göze çarparlar ama "öğrenmek" onlar açısından güçlük teşkil eder.
Öğrenme güçlüğüne sadece akademik alanda, derslerde değildir. Yüzmeyi, bisiklete binmeyi öğrenmek gibi motor becerileri kazanmalarında da zorluk çekerler. En önemlisi de konuşmada, sohbetlere ve grup aktivitelerine katılmada rastlanılan sorunlardır.
Bu tür güçlükler dikkatlerini yoğunlaştıramamalarından kaynaklanır. Oysa çoğunlukla bu becerileri öğrenebilecek yetenektedirler.
Arkadaş bulma konusunda güçlük çekerler ve çoğunlukla bulduğu arkadaşlar "yanlış kişilerdir". Çocuklar çoğu zaman bunun farkındadırlar, üzülürler ve nasıl değiştirileceğini bilseler değiştirmek için ellerinden gelen herşeyi yaparlar.
ADHD olan çocuklar öğrenme güçlüğü çekebilirler.
Hiperaktivite, dürtüsellik ve uzun süreli dikkat yoğunlaştırmada yaşadıkları güçlükler çocukların öğrenme yetilerini ciddi şekilde zayıflatır.
Eğer çok parlak değiller ise sınıfın gerisinde kalırlar.
Özellikle okuma yazmada zorluk çekerler ve önemli bir kısmında özel öğrenme güçlükleri vardır.
Akran gruplarından bir kere geri kaldıklarında onları yakalamakta çok zorlanırlar.
Kendi akran grupları kadar uzun süre dikkatlerini yoğunlaştıramazlar. Çevredeki sesler ve hareketler zihinlerini kolayca dağıtır, öğretmenin verdiği önemli bilgileri yakalayamazlar.
El yazıları oldukça düzensizdir.
ADHD'li çocuk okulda olduğu gibi evde de kendini gösterir ve hem kişilerin hem de eşyaların zarar görmesine neden olur.
Bu çocukların kırılmamış neredeyse bir tane oyuncağı yoktur.
ADHD olan çocukların genellikle diğerlerinden daha az uykuya ihtiyaç duymaları, herkesin kronik yorgunluk çekmesine ve ana babaların yeterince vakit ayıramamasına neden olur.
Gevezelik, gürültü, hareket, ağız dalaşları ve eşyalara zarar verme aile tablosunun ayrılmaz parçası olmuştur.
Televizyonda bir çizgi filmi başından sonuna kadar izleyemezler ve oyuncakları ile tek başına uzun süre oynayamazlar.
ADHD olan çocukların aileleri arasında umutsuzluk ortak bir duygudur. Çocuğun güçlüklerinin altında yatan neden tanındıkdan ve "ADHD" tanısı kondukdan sonra anababalar büyük bir rahatlama duygusu yaşarlar.
Ana babaya öneriler:
Öncelikle mutlaka bir psikiyatr veya bir psikologdan yardım alınmalıdır.
Sabırlı olunmalıdır. Çocuğun davranışları, anne babayı kızdırmak için bilerek yapılmış yaramazlık olarak değil bir rahatsızlık belirtisi olarak algılanmalıdır.
Davranış olduğu anda yanıt veriniz. ADHD'li çocuklar diğer çocuklardan daha fazla ve daha çabuk ödüllendirilmeye ihtiyaç duyar. Verdiğiniz yanıttan çok (övgü, fiziksel yakınlık, özel bir yiyecek) zamanlama önemlidir. Önemli olan ödülün davranışın hemen ardından gelmesidir.
Daha sık geri bildirimde bulununuz ve davranışın sonuçlarını yansıtınız.
Olumlu davranışların ardından somut ödüller veriniz. (Süslü kalem, kitap gibi)
Olumsuzdan çok olumlu yanıt kullanınız. Bu çocuklar o kadar çok yanlış yaparlar ki eğer dikkatinizi yanlışlar üzerinde yoğunlaştırırsanız onları sürekli cezalandırmak zorunda kalırsınız. Orta düzeydeki cezalar ( yalnız bırakma, ara verme, küçük bir ödülü iptal etme) son çözüm olarak yararlı olabilir. Fakat bunlar az ve dikkatli bir şekilde sürekli bir ödül programıyla birlikte kullanılmalıdır.
Tutarlı olunuz. Zaman içerisinde iyi ve uygun davranışlara yanıt verme konusunda tutarlı olmayı başarmalısınız.
Problemleri önceden farkediniz ve önlem alınız. Çocuğunuz için sıkıntılı olabilecek zamanları tahmin ederek uygun olmayan davranışı engelleyebilirsiniz.
Yönergelerinizi açık ve net veriniz ve zaman sınırlaması koyunuz. Örneğin "yarım saat içerisinde odanı toparlamanı istiyorum." veya "yarım saat oturup kitap okumanı istiyorum" gibi...
Eğer bu tür çocuklara ilgi ile, sabırla ve sevgiyle yaklaşılırsa ve çocuğun çabası (çok az bile olsa) fark edilirse çok güzel sonuçlar alınabilir ve problem ile başa çıkılınabilir.

Psikolog Yasemin Ataseven
devamını okuyunuz... >>

YÜZ ŞEKLİNDEN KARAKTER TAHLİLİ..

Eski çağlardan beri bilginlerin araştırma konusu olan ve günümüzde önemli bir bilim dalı haline gelmeye başlayan Fizyognominin, gizli servislerden büyük şirketlere kadar pek çok alanda kullanılmaya ve bu alanda uzmanlar istihdam edilmeye başlandığı da vurgulanıyor.
İnsanın sadece ağız, burun, çene, alın ve dudaklara bakılarak yapılabilecek bir tespitin eksik olacağı, yüzü oluşturan bütün azaların özelliklerinin tek tek incelenerek tespitler yapılabileceği, hatta bunlarla da sınırlı kalınmayıp insanın doğup büyüdüğü coğrafyayı, yaşadığı iklimi de gözününde bulunduracak kadar geniş çaplı bir zihinsel donanım gerekiyor.
Yüz ve Alın Şekillerine Göre Kişilikler

Aşırı uzun yüz; kibirli, kendini beğenmiş.
Çökük yüz; kötü ahlaklı.
Şişman yüz; maddiyatçı, eğlenceyi seven ve rahatına düşkün.
Uzun ve oval yüz; aptal, kendini beğenmiş.
Keskin hatlı yüz, alçak hislere yatkın.
Balon şekilli yüz; iyi kalpli alçak gönüllü.
Uzun sivri çene ve sivri kafa; yalancı, yaltaklık etmeye yakın.
Aşırı büyük alınlı yüz; tembelliğe yatkın.
Aşırı küçük alınlı yüz; cimri çabuk sinirlenen.
Kemikli yüz; çalışmayı seven ürkek.
Düz şekilli yüz; ters başına buyruk ve bazen zalim.
Zayıf yüz; ihtiyatlı derin düşünceli.
Çökük alın; Zorluklara karşı direnci olmayan ürkek.
Dörtgen alın; iyi kalpli, alçak gönüllü, asil.
Normal alın; dengeli, yetenekli.
Aşırı enli alın; Kibirli, övünmeyi seven.
Gözlerin üzerine çökük alın; cesur, enerji dolu.
Yuvarlak alın; hınçlı, çabuk sinirlenen.
Kırışıksız düz alın; kibarlığa yatkın, dış görünüşe önem veren, süslü.
Kaş ve Burun Şekillerine Göre Kişilik Tahlili
Düz kaşlar; rahatına düşkün.
Aşağıya doğru inen kaşlar; ters hoşgörüsüz, kendisinden başka hiçbir fikri kabullenmeyen. Kısa kaşlar; sakin karakterli.
Kalın siyah kaşlar; dürüst, alçak gönüllü.
Burnun üzerinde birleşen kaşlar; çabuk sinirlenen, cimri.
Kalın, aşağı doğru kavisli kaşlar; hayal gücü kuvvetli.
Gözlere yakın hilal şekilli kaşlar; ters, başına buyruk.
Kavisli yüksek kaşlar; hayat aşkıyla, enerjiyle dolu.
Normal burun; akıllı, açık sözlü samimi.
Sivri burun; çabuk sinirlenen, meraklı.
Uzun aşağı doğru sarkmış burun; akıllı, adil.
Küçük kısa burun; kibirli, cimri, kötü kalpli.
Büyük düz burun; dürüst.
Kambur burun; barışçı, cömert, eli açık.
Büyük delikli uzun burun; eğlenmeyi seven.
Büyük delikli burun; neşeli, enerji dolu.
Uzun, neredeyse ağıza kadar uzanmış burun; cesur, kahraman.
Ağız, dudak, çene ve kulaklar…
İnce ensiz dudaklar; şan ve şöhret tutkunu.
Aşırı büyük alt dudak; tembel.
Birbirine sıkışmış dudaklar; itici mizaçlı, geçimsiz.
Büyük ağız; cesur, savaşçı ruhlu.
Kalın sarkık dudaklar; zevke ve eğlenceye düşkün.
Ensiz büyük dudaklar; hilekar, yalancı.
Aşırı enli dörtgen çene; acımasız, enerji dolu, kaba.
Keskin uçlu çene; çabuk sinirlenen. İkiye ayrılmış çene; kararsız.
Yukarı doğru eğik çene; zevkine düşkün.
Küçük çene, kararsız, tereddütlü.
Aşırı yuvarlak çene; enerji dolu.
İleriye doğru çıkık çene; inatçı, hoşgörüsüz.
Büyük kulaklar, müziğe yetenekli.
Normal kulaklar; ciddi, sağduyulu.
Büyük kepçe kulaklar; çok konuşan, aptal.
Kıllı kulaklar; uzun ömürlü, iyi duyma yeteneğine sahip.
devamını okuyunuz... >>

Ne kadar ömrünüz kaldı?

Ne kadar ömrünüz kaldı? İşte yanıtı...
Ne kadar ömrünüz kaldığını 'ölçen' test satışa sunulacak...
Independent gazetesinin manşetten yer verdiği habere göre 400 sterlinlik yani yaklaşık 1000 liralık kan testi, ne kadar ömrünüz kaldığını söylüyor.
Ne kadar hızlı yaşlandığınızı tahmin ettiği söylenen kan testi, bu yılın sonlarına doğru İngiltere'de satışa sunulacak.
Tartışmalı bulunan kan testi, her bireyin kromozomlarının uçlarında bulunan ve "telomer" denen hayati önemdeki parçayı ölçüyor.
Kan testini geliştiren bilimadamlarına göre telomerlerin uzunluğu ya da kısalığı, bir kişinin ne kadar hızlı yaşlandığının da en önemli ve en doğru göstergesi.
Söz konusu bilimadamları, bunun kişinin biyolojik yaşının, kronolojik yaşından daha fazla olup olmadığını gösterdiğini savunuyor.
Uzmanlar bir kişinin kaç yıl, kaç ay ömrü kaldığını kesin olarak belirleyemeyeceklerinin altını çiziyor; ancak yapılan bir çok araştırma, telomerleri normalden daha kısa olan kişilerin, telomerleri uzun olanlardan daha önce ölme olasılığı bulunduğuna işaret ediyor.
Independent gazetesi, tıp uzmanlarının telomer testinin önümüzdeki beş ila on yılda yaygınlaşmasını beklediklerini, ancak kimi bilimadamlarının, böyle bir testin daha güçlü bir etik denetime tabi olması gerektiğini de sorguladıklarını aktarıyor.
Kimi doktorlar, insanların gerçekte kaç yaşında olduklarını gösteren bir teste tepki gösterebileceklerine dikkat çekiyor.
Kimileri de böyle bir testin, sahte yaşam iksirlerinin önünü açmasından; yaşlanmayı geciktirdiği iddia edilen, ancak tıbben onaylanmamış uygulamaların satılmaya başlanmasından kaygılı.
devamını okuyunuz... >>

Herkesin 3 kişiliği var!

Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı der Alphonse Karr.
Sahip olduğumuz kişiliğimiz aslında doğrudan doğruya kim olduğumuzdur. Zevklerimizin, zevksizliklerimizin, mutluluklarımızın, mutsuzluklarımızın, hayata bakışımızın, beklentilerimizin, umutlarımızın, umutsuzluklarımızın, düşünce biçimimizin kısacası bütün duygularımızın bütünüdür. Sahip olduğumuz bu kişiliğimizdir kime yakın kime uzak duracağımıza karar veren. Seven ya da nefret eden, kin tutan ya da bağışlayıcı olan, titiz ya da rahat davranmamızı belirleyen.
KİŞİLİKLERİMİZ DURUMA GÖRE ORTAYA ÇIKAR
Ortaya çıkardığımız kişiliğimiz, asıl kişiliğimizin duruma göre başkalarına gösterdiğimiz kısmıdır. Duruma göredir çünkü eğer bir kadınsak, çok kızgın olsak bile çocuğumuza karşı anlayışlı tarafımızı, anne tarafımızı çıkarırız ortaya. Eşimize bağırıp çağırmayız o an çok sinirliyiz diye, anlayışlı eş tarafımız vardır çünkü. İşyerinde olay çıkartmayız durduk yere, duruma göre davranan kişiliğimiz ortaya çıkar. Bu kişiliğimiz aslında bir tür toplumsal rollerimizin bütünüdür. Nerede hangi durumda hangi yüzümüzü göstermek istiyorsak o kişiliğimiz üste çıkar.
Kibar, alçak gönüllü, saldırgan, girişimci, pasif, dışa dönük, arkadaş canlısı, hangisi en uygunsa duruma göre oluruz bir anda. Aslında insanın hamurunda her şey var. En aşağılık duygulardan, en yüce duygulara kadar geniş bir yelpazede her özelliği taşıyoruz.
HERKESİN ORTAK BİR BİLİNÇALTI VARDIR
Carl Gustav Jung, tüm insanlığın ortak bilinçaltına sahip olduklarını savunur ve der ki: "İnsan davranışlarının ortaya çıkışında önemli rolleri olan, geçmişten günümüze bütün insanlığın nesilden nesile aktardığı, genetik olarak bir sonraki kuşağa taşıdığı ortak bir alan vardır, tüm insanlar bu alandan beslenirler. İnsana ait ne varsa, istekleri, korkuları, heyecanları, duyguları, etki-tepki mekanizmaları ve davranış yapılarını oluşturan bütün kalıplar bu alanda depolanır."
Bu ortak bilince Jung, 'Kollektif Bilinçaltı' adını vermiştir. Ayrıca yine Jung'a göre, bütün insanlığa ait bu tür bir ortak bilinçaltı olması gibi her ulusun da kendi tarihsel geçmişinden kaynaklanan, farklı ve özgün bir kolektif bilinçaltı vardır.
Bu düşünceye göre, kişiliğimiz insanlığın ortaya çıktığı ilk andan bu yana olan her şeyi ortak kullandığımız bir hafızadan almıştır ve bizi biz yapan her türlü yapı taşı aslında orada kayıtlıdır. Biz de hem ulusal kimliğimiz ve tarihimizle, hem de insanlığın ortak bilinçaltında var olan değerlerle harman yapıp bir kişilik elde ediyoruz. Bu kişilik içinde yaşadığımız toplumun değer yargılarına, ahlaki, etik, kültürel değerlerine aykırı olmadığı sürece bizler uyumlu kişilikler oluyoruz.
Tersi durumda toplumdan dışlanmış, asosyal varlıklar olarak soyutlanmış hayatlar sürdürmeye çalışıyoruz. Aslında sosyalleşmek böyle bir durumun ifadesidir: İçinde yaşanılan toplumun değerlerine uygun davranmak. Sosyal birey sivriliklerini, aykırılıklarını törpülemiş insandır.
İDEAL BENLİK OLMAK İSTENİLEN KİŞİLİKTİR
Burada son bir kişilik türü var ki, o da olduğunu sandığımız kişiliğimizdir. Kendimizi görmek istediğimiz, olmak istediğimiz, ideal benliktir. Başkalarında beğendiğimiz, kıskandığımız, bizim de öyle olmak için can attığımız ne tür özellikler varsa onlar da bizim olduğumuzu sandığımız kişiliğimizdir.
Normalde son derece dışa dönük bir insanın, içe dönük davranması ya da tam tersi şekilde bir yapı sergilemesi bu durumu ifade eder. Aslında tiyatroya gitmekten hoşlanmayan bir insanın içinde bulunduğu toplumun bireyleri seviyor diye tiyatrodan hoşlanıyor görünmesi ya da hayatında operadan, baleden hiç hazetmemiş birisiyken çok severmiş ve anlarmış gibi gözükmesi bu tip bir duruma örnek olabilir.
Bunlardan herhangi biri ya da birileri olabiliriz. Seçimlerimizi bulunduğumuz çevreye uyumlu, yararlı ve daha insancıl kalıplardan yapabiliriz. Veya tam tersi uyumsuz, saldırgan, yıkıcı, bozucu gibi olumsuz kalıplardan seçebiliriz. Öyle ya da böyle kişiliklerimiz, bizi biz yapan her şeyin toplamıdır. Artılarımız ve eksilerimiz vardır. Yanlışlarımız, doğrularımız vardır.
Hürriyet Aile
devamını okuyunuz... >>

Sonsuza kadar genç kalmak ..!

Hayat, aldığımız nefeslerin sayısı ile değil, nefesimizi kesen anlarla ölçülür !
Ne kadar zamanınız olduğunu bilmiyorsunuz ama olan kadarını nasıl yaşadığınız tamamen size bağlı:
1. Önemsiz rakamları bir kenara atın. Buna yaş, kilo ve boy da dahil. Bırakın bu konuda doktorlar endişelensin. Onlara o yüzden ödeme yapıyorsunuz!
2. Sadece neşeli arkadaşlarınızla görüşün. Şikayetler ve söylenmeler sizin de keyfinizi kaçıracaktır.
3. Öğrenmeye devam edin. Bilgisayar, bahçe bakımı, felsefe, ilgi alanınız her ne ise daha fazlasını öğrenin. Beyninizin boş kalmasına asla izin vermeyin. “Boş bir beyin şeytanın atölyesidir.” Ve şeytanın adı Alzheimer.
4. Basit şeylerden keyif almayı bilin.
5. Sıklıkla gülün, uzun uzun ve gürültülü olsun. Nefessiz kalıncaya kadar gülün!
6. Bazen gözyaşları durdurulamaz. Kederlenin ama sonra hayata devam etmeyi de bilin. Hayatımız boyunca bizimle olacak tek insan yine biziz. Yaşıyor iken yaşayın!
7. Etrafınızı sevdiklerinizle çevreleyin; aileniz, köpeğiniz, hatıralar, müzik, bitkiler, hobiler; fark etmez, neyi gerçekten seviyorsanız. Eviniz sizin sığınağınız.
8. Sağlığınıza önem verin: Eğer iyi ise muhafaza edin. Değil ise, iyileştirmek için gerekenleri yapmayı ihmal etmeyin.
9. Suçluluk seyahatlerine çıkmayın. Alışveriş merkezi, şehir dışı hatta belki yabancı bir ülkeye gidin ama asla suçluluğun olduğu yere…
10. İnsanlara onları sevdiğinizi söyleyin, elbette gerçekten sevdiklerinize, her fırsatta!
Ve hiç aklınızdan çıkmasın: Hayat, aldığımız nefeslerin sayısı ile değil, nefesimizi kesen anlarla ölçülür!
devamını okuyunuz... >>

İletişimde tartışmanın sınırı ne olmalı?

Sevdiğiniz insanla tartışmaktan değil, yanlış tartışmaktan korkun...
Ortak bir sonuca varmaya odaklanarak tartışan çiftlerin ilişkisi daha
sağlam temellere oturuyor, daha kuvvetli ve uzun ömürlü oluyor.
Tartışmak bir ilişkinin kaçınılmazıdır” diyor Uzman Klinik Psikolog
İlknur Yılmaz ve ekliyor: “Çok nadir olarak çok uyumlu ve neredeyse
hiç tartışmayan çiftler görsek de çoğu zaman tartışmanın olmadığı
ilişkilerde sorunların görmezden gelindiğini söyleyebiliriz. Bu
durumda sorunlara reaksiyon gösterilmiyor, çözüm yolları
uygulamaya dökülmüyor, taraflar kendi içlerine dönüyor ve bir
kilitlenme yaşanıyor.” Çok tartışan ya da hiç tartışmayan çiftlerin
zamanla bu özelliklerini bir kimlik gibi üzerilerine giydiklerini ve
ilişkilerinin “disfonksiyonel” yani fonksiyon gösteremeyen bir hale
geldiğini belirten Uzman Psikolog Yılmaz, böyle durumlarda çiftlerin
ilişkilerini sürdürseler dahi mutsuzluklarının yüzlerinden okunduğuna
dikkat çekiyor. Bu mutsuzluk, kişilerin iş hayatlarına, sosyal
hayatlarına ve çocukları ile ilişkilerine de yansıyor.
Peki çiftler arasındaki tartışmaları çeşitlere ayırabilir miyiz? Uzman
Psikolog Yılmaz, çiftlerin tartışmalarını çekirdek ailelerin ve çekirdek
aile olmayı başaramamış çiftlerin tartışmaları olarak ikiye ayırıyor ve
ikinci grubun Türkiye’de çok kalabalık olduğuna dikkat çekiyor.
Sosyoekonomik şartlar fark etmeksizin, ülkemizde birçok çift
geldikleri aileden tam olarak kopamadıkları, yeni kurdukları ailenin
sınırlarını çizemedikleri ve anne babaya karşı halen sorumluluk
hissettikleri için sorun yaşıyor. Bu yaşananlar da birçok tartışmanın
fitilini ateşliyor.
Tehlike çanları çalıyor mu?
Artık tartışmalarınızda hararetin yükselmesi şiddete dönüyorsa;
psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddetten biri yada birkaçı devreye
giriyorsa, iki taraf da artık evliliklerinin devamı konusunda
motivasyon eksikliği hissediyorsa evliliğinizin çatırdamaya
başladığını düşünebilirsiniz. En önemli ayrıntı ise; tartışma anında
yaşananların uyandırdığı hissin kişiden kişiye değişiyor olması. Her
gün tartışan çiftlerden bazıları bu duruma karşı hassasiyet
geliştirirken bazıları baş etmekte daha usta oluyor.
Sorunları baştan çözün
 internet sitesinde benzer soruları yanıtlayan
Uzman Psikolog İlknur Yılmaz, çözemedikleri sorunları olduğuna
inanan çiftlerin evliliklerinin ilk yılından itibaren terapiye
başvurabileceğini söylüyor. Çiçeği burnunda çiftlerin evliliklerini
kurtarmak için motivasyonlarının yüksek olduğunu belirten Yılmaz,
“Çözemedikleri bazı sorunlar için el ele gelen, birbirlerinin gözünün
içine sevgiyle bakan çiftlerin hayatında ufak tefek bazı şeyleri
değiştirmeyi başardığımızda harika sonuçlar alıyoruz. Onlara
problem çözme yöntemlerini öğretiyoruz. Böylece evliliklerini sağlam
bir temele oturtmuş oluyorlar” diyor.
Kavga bir iletişim şekline dönüşüyor
Çiftler arasında incir çekirdeğini doldurmayacak diye tabir edilen
sebeplerle de sık sık tartışmalar yaşanıyor. “İki yetişkin insan sudan
sebeplerle birbirlerini neden üzüyor?” diye sorduğumuzda, Uzman
Psikolog İlknur Yılmaz’ın yanıtı şöyle oluyor: “Bu tür tartışmaların
sebebi ya biriktirilmiş ve söylenmemiş sıkıntılar ya da defalarca
konuşulmaya çalışılmış ancak çözümlenememiş meseleler oluyor.
Kişi çaresizlik noktasına geldiğinde bu tür tartışmalar çıkabiliyor.
Kişinin ilişki dışındaki alanlarında yaşadığı stresler de bu durumu
tetikliyor. Örneğin bir taraf o gün patronundan kötü davranış
görmüşse sudan tartışmaların şiddeti artabiliyor.”
Enerjisi çok yüksek olan öfke ve üzüntü gibi duyguları yaratan
sorunlar, çözümlenemediği zamanlar bu iletişim kopukluğu ve bloke
edilme hissi kişiyi çaresiz bırakıyor. O yoğun enerjinin bir kanal bulup
çıkması gerekiyor. İşte bu durumda da kavga çıkarmak bir iletişim
şekline dönüşüyor. Bazen dışarı vurulamayan bu olumsuz enerjiler;
depresif sendromlar ya da vücutta ağrılar, gerginlikler olarak kendini
gösteriyor.
Unutmayın!
Tartışmalarda en önemli nokta kişilerin karşı taraf için “O benim en
sevdiğim kişi. Beni anlamak istiyor” gibi olumlu düşünceler
hissetmesi yani ruhsal bir yakınlık duyması. Aksi taktirde dikkat
edeceğiniz hiçbir püf noktası fayda sağlamıyor.
Doğru tartışmayı öğrenin
➤ Biriktirmeyin Sorunları biriktirince olumsuz enerjiyi besliyorsunuz
ve o da bir gün volkan gibi patlıyor. Buna izin vermeyin.
➤ Etiketlemeyin “Sakar, beceriksiz” gibi suçlayıcı, yargılayıcı sıfatlar
kullanmayın. Kendinize dönük cümleler kurun. Var olan sorunun
sizin için ne ifade ettiğini anlatın.
➤ Saygılı olun Hakaret içeren, küçümseyici, aşağılayıcı eleştiriler
yapmayın.
➤ Dinleyin Karşınızdakinin konuşup boşalmasına izin verin. Bu
sırada ses tonu da yükselebilir. Onun sözü bitince siz de her şeyi
kendi açınızdan anlatın.
➤ Onun adına konuşmayın Eşinizin beynine girme ihtimaliniz yok. 20
yıllık evli olsanız da onun ne hissettiğini bilemezsiniz. “Sen böyle
yaptın, böyle düşünüyorsun” diye üzerine gitmeyin. Kendinize ait
duyguları konuşun.
➤ Empati kurun Herkesin aynı duyguları hissedemeyeceğini
unutmayın ve karşı tarafa “Senin bulunduğun noktada değilim ama
saygı ile karşılıyorum” mesajı verin.
➤ İma etmeyin Söylemek istediğinizi açıkça söyleyin, karşı tarafın
imalarınızı anlamasını beklemeyin.
➤ Eski defterleri açmayın Geçmişi hatırlamak sorunu çözümlemediği
gibi, var olan soruna da tuz biber eker.
➤ Galip çıkmaya çalışmayın Her zaman haklı olmayı beklemek çok
hayalci bir yaklaşım. Önemli olan tartışmanın sonunda ortak bir
zemini birlikte oluşturabilmek. Biraz sizin biraz da karşı tarafın
beklentilerinde törpülenme olursa haksızlığa uğrama duygusunu
yaşamazsınız.
➤ Karşılaştırma yapmayın Eşinizi, arkadaşınızın eşiyle ya da bir
başkasıyla karşılaştırmayın.
➤ Şiddete başvurmayın Bir tartışmada hararet artabilir, sesinizi
yükseltebilirsiniz ancak kesinlikle şiddetin hiçbir türüne başvurmayın.
Çocuklar da tartışmayı öğrenmeli
Genel kanı, çocukların önünde kavga etmemek gerektiği yönünde
olsa da Uzman Psikolog İlknur Yılmaz, çocukların önünde doğru bir
şekilde tartışmanın onları hayata hazırladığını söylüyor: “Anne
babasının doğru yöntemlerle tartıştığını gören bir çocuk oyun
oynarken arkadaşı ile yaşadığı anlaşmazlıkta duygularını nasıl ifade
edeceğini öğrenir. Çünkü en doğru öğrenme yolu aile içinde
öğrenmektir. Duyguların çocuktan gizlenmesi çocuğun ileride o
duyguyla baş etmesini zorlaştırır. Anne babanın tartışmasında ses
yükselse de çocuk tartışmanın normal olduğunu, sonunda da kötü
bir şey olmayacağını hissetmeli.”
Özel günlerde kavga
Hiç dikkat ettiniz mi, beklentilerinizin en yüksek olduğu günlerde
mutlaka bir tartışma patlak veriyor. Doğum gününüzde eşiniz
beklediğiniz kadar ilgili olmadığı için kavga çıkarıyorsunuz ya da bir
bayram günü aile ziyaretine giderken o size bağırmaya başlıyor.
Tüm bunların sebebi özel günlerde beklentilerin artması ve buna
bağlı olarak kaygının yükselmesi… Bunu önlemenin en kolay yolu ise
böyle günlerde önceden planlar yapmamak, abartılı beklentiler içine
girmemek ve günü akışına bırakmak. Bunu başarırsanız yıllar sonra
dönüp baktığınızda 30. yaş gününüzdeki gözyaşlarınızı değil,
beraber ne kadar çok güldüğünüzü hatırlamanız mümkün.
devamını okuyunuz... >>

Balayında en çok ne isteniyor?

Çiftler her detaya dikkat ediyor...
Havaların ısınmaya başlamasıyla düğün hazırlığı yapan çiftler, balayı
tatili için her detaya dikkat ediyor.
Stresten uzak, huzurlu bir tatil isteyen çiftler, yurt içinde en çok
Antalya ve çevresine, yurt dışında ise tropik adalara ilgi gösteriyor.
Seyahat acenteleri de balayı çiftlerine unutamayacakları sorunsuz
bir tatil için birbirinden farklı seçenekler sunuyor.
Etstur Yurt İçi Turlar Müdürü Selim Suat Özbek, AA muhabirinin
sorularını yanıtlarken, balayı çiftlerinin tercihlerinin mevsim şartlarına
göre değişiklik gösterdiğini belirterek, ''Yazın Antalya'daki deluxe
oteller tercih edilirken kışın genellikle İstanbul yakın çevre otelleri,
Abant ve Sapanca ilgi görüyor'' dedi.
Çiftlerin seçim yaparken kendileri için uygulanan indirimler ve özel
hizmetlere dikkat ettiklerini kaydeden Özbek, ''Balayı çiftleri ekstra
indirimler, sabah odaya kahvaltı servisi, akşam özel alacarte yemek,
pasta ikramı gibi kriterleri gözetiyorlar. Yaz dönemi için ise denize
sıfır deluxe bir tesis, güzel ve büyük bir oda tercih sebebi olabiliyor.
Çiftler arasında talepteki ortak özellik ise en iyi oda konforu'' diye
konuştu.
Tesislerin sunduğu hizmetlerin sınırı olmadığını, her keseye ve her
zevke uygun bir balayı alternatifi bulunduğunu ifade eden Özbek,
çiftlerin yaz döneminde en çok Antalya, Belek, Kemer ve Bodrum'u
tercih ettiklerini belirtti.
Etstur Yurt Dışı Turlar Müdürü Nilüfer Müstecaplıoğlu da çiftlerin yurt
dışı balayı tatili için deniz, kum ve güneş üçlüsünü tercih ettiklerini
söyledi.
Maldivler, Seyşeller, Bali, Phuket, Samui gibi tropik ada ve bölgelerin
ilgi gördüğünü anlatan Müstecaplıoğlu, ''Balayı tatilinde çiftler gezip
görmekten ziyade, dinlenip deniz ve güneşten faydalanmak
istiyorlar. Romantik atmosfere sahip olmalarından dolayı tropik
adalar daha cazip geliyor. Tabii bunun yanı sıra işin ekonomik
boyutu ve ulaşım kolaylığı ve alternatif imkanları da önemli'' dedi.
''DEĞİŞEN TATİL ANLAYIŞINDAN BALAYI TATİLİ DE NASİBİNİ ALDI''
Prontotour Pazarlama Müdürü Sarp Özkar da geçtiğimiz yıllarda
balayı seyahati denildiğinde ilk akla gelenin yurt içi destinasyonlar
olduğunu ifade ederek, ''Deniz kenarı bir otele gideyim fazla yorucu
olmayan dinlence tatili geçireyim düşüncesi hakimdi. Özellikle son
birkaç senedir balayı tatili sadece dinlence tatili olmaktan çıkıp, kültür
seyahatlerini de kapsamaya başladı. Değişen tatil anlayışından
balayı tatili de nasibini aldı'' değerlendirmesinde bulundu.
Genel alışkanlıkların yerini yeniliklerin aldığını vurgulayan Özkar,
şunları kaydetti:
''Balayı tatiline karar verirken çiftler bazen önemli hatalar
yapabiliyorlar. Örneğin 1 haftalık Roma-Floransa-Venedik gibi
ortalama 2 bin 500 kilometre yol yapılan her sabah 06.30'da kalkılıp
yollara düşülen, muhteşem bir seyahat olmakla birlikte çok yorucu
bir program tercih eden çifte bunu hatırlattığımızda, 'biz o kadar
yorulmak istemeyiz' cevabı alabiliyoruz.
Böylelikle örneğin 4 gecelik Roma seyahatinin kendilerine uygun
olacağını, istediklerinde tura iştirak edip, dilediklerinde kendilerinin
özgürce hareket edebileceklerini bilerek onu tercih edebiliyorlar.
Veya bunun tam tersi de son dönemlerde karşımıza çıkıyor.
Balayında denize de girebileceğimiz bir yer istiyoruz diyen hiper
aktif bir balayı çifti, bize Maldivler'i seçerek geliyor. 'Biz hiper aktifiz
adadan hiç mi çıkamayacağız? Gezip dolaşacağımız birkaç günü
dolduran bir aktiviteniz yok mu?' dediklerinde işin uzmanları olarak,
hem deniz hem de kültür seyahatini dolu dolu yaşamaları için Palma
de Mallorca'yı öneriyoruz.''
''BEKLENTİ DÜZEYİNE GÖRE ALTERNATİF ÇOK''
Tropik bir balayı düşleyenler için de Phuket veya Koh Samui gibi
adaları tavsiye ettiklerini anlatan Özkar, ''Bu tip balayı yerine 'biz
kültür turu istiyoruz, döndüğümüzde bir sürü yer gezdik demek
istiyoruz' diyenler de var. Bu durumda Roma-Floransa-Venedik,
Orta Avrupa'da 3 ülkenin gezildiği Prag-Viyana-Budapeşte,
İspanya'da Madrid-Endülüs veya Barcelona-Madrid turlarını, hatta 1
haftada 5 ülke görebilecekleri Benelüks turunu da tavsiye edip
tatilcilerin isteklerine doğru cevaplar veriyoruz'' dedi.
Gezmek ve denize girebilmek isteyenle için de gemi ile vizesiz
Yunan adaları turlarını önerdiklerini kaydeden Özkar, ''Gece
boyunca siz uyurken yapılan yolculuklar sonrası, her sabah
uyandığınızda kendinizi zinde bir şekilde yeni bir keşfedilecek
limanda buluyorsunuz. Şehir manzarasına karşı güçlü bir kahvaltı
sonrası akşama kadar dolaşacak potansiyel enerjiniz de hazır
oluyor'' diye konuştu.
Özkar, balayı için bu yazın en çok tercih edilecek tatil yerleri
hakkında şu bilgileri verdi:
''Kültür turları tercih edenlere Prag, Roma, Barcelona, Paris, Riga.
Deniz ve kültür bir arada tatili tercih edenlere Dalmaçya sahillerinin
incisi Dubrovnik, Yunan Adalarından Mykonos, Santorini, gemi turu
tercih edenlerin gözdesi vizesiz Yunan adaları ve Ege-Adriyatik
gemi turu, tropik tercih edenlerin gözdesi Phuket, Maldivler, kültürle
birleştirmek isteyenlerin gözdesi Bangkok'un içinde yer aldığı uzak
doğu turları, ayrıca deniz sevenlere Akdeniz'in etkileyici denizi
Tunus sahilleri ve Mısır'ın Sharm El Sheikh sahillerini öneriyoruz.
Biraz da alışveriş yapalım diyenlere Dubai de güzel bir seçenek
olacaktır. Yurt dışı balayı tur seçeneklerinin fiyatları yerine ve gün
sayısına göre 199 avrodan bin 299 avroya değişiyor. Bu fiyatlara
vize hariç konaklamalar, şehir turu transfer uçakla gidiş dönüş
biletler de dahil edilmiş durumda.''
YURT DIŞINDA TROPİK ADALAR İLGİ GÖRÜYOR
Hey Travel Trends Genel Müdürü Tunç Göz, tatil ve balayı farkını
dikkate alarak seyahat organizasyonu yaptıklarını belirtti.
Çiftler için balayı tatilinin özel bir yeri olduğuna değinen Göz,
''Balayına çıkan çiftler, haklı olarak her detayın kendileri için çok özel
olmasını, aynı zamanda stresten uzak, huzurlu bir tatil geçirmek
istiyor. Uzmanlar imkanı olan çiftlere, evlilik öncesi yaşadıkları stres
ve yorgunluğu balayı tatilinde atmaları önerisinde bulunuyor'' dedi.
Balayı tatili için yurt dışına çıkmak isteyen çiftlerin tercihlerinin tropik
adalarda yoğunlaştığını dile getiren Göz, şunları söyledi:
''Bu sezon da yurt dışı balayı destinasyonu olarak yine tropik adalar
yani Maldivler, Bali, Phuket ve Seyşel ön plana çıkıyor. Seçilen otele
ve tur paketine göre ekstra olarak varışta şampanya ile karşılama,
balayı odası hazırlığı, spa ve romantik akşam yemeği hizmeti
sunuluyor.
Arzu eden çiftler ise tesiste şahitler eşliğinde ufak bir seremoniyle
tekrar evlenebiliyor. Tercih edilen ekstra paketlere göre fiyatlar
artsa da kişi başı bin 400 avrodan başlayan fiyatlarla bu adalarda 8
gün 5 gece rüya gibi bir tatil yapmak mümkün.''
Dünyanın en büyük kruvaziyer filolarına sahip cruise şirketlerinin
son yıllarda Türkiye pazarına yönelik kampanyalar düzenlediklerini
hatırlatan Göz, ''Balayı çiftlerine özel hizmetlerin sunulduğu
gemilerde, dünyanın görülmeye değer deniz ve nehirlerinde çok özel
bir tatil yapabilirsiniz. Beş yıldızlı gemilerde kişi başı 600 avrodan
başlayan fiyatlarla huzurlu bir balayı tatili yapabilir, 3-4 ülkeyi görme
şansını yakalayabilir, balayı çiftlerine özel indirim ve sürprizlerden
faydalanabilirsiniz'' diye konuştu.
devamını okuyunuz... >>

Güçlü kadının 5 vazgeçilmez özelliği

Kadınlar her konuda güçlü ve seksi olmak isterler. Zayıf görünmeyi
asla tahammül edemez.
Kadınlar her konuda güçlü ve seksi olmak isterler.Zayıf görünmeyi
asla tahammül edemeyen bayanlar her zaman kontrolün elinderinde
bulunmasından inanılmaz haz duyarlar. Erkeklere de zayıf güçsüz
kadınlar cazip gelmemektedir. Kadını güçlü kılan 5 özelliği okuyup
öğrenebilirsiniz. Kendini zayıf ve güçsüz hiseden bayanlar güçlü
görünmeye hazır mısınız?

İstihbarat
Her kadın güçlüdür. ilk önce bir kadın zeki olduğunun farkına
varmalıdır. Bu doğrultuda zekasını kullanarak yaratıcılığını
kullanmalıdır. Karşısındakine zeki olduğunu hissettirmelidir. Her
şeyden herkesten haberdar olmalıdır.

Dürüstlük
Her konuda dürüst olmalısınız ve karşınızdakilerede bunu
hissettirmelisiniz. İnsanlarda ve erkeklerde oluşturduğunuz güven
sizi her zaman güçlü kılacaktır.

Hırs
Hırs çok önemlidir. Hırs olmadan kadın kendini güçlü hissedemez.
Evde, işte, her yerde hırslı olan kadının kendine güveni çok fazla
olur.

Tutku
Tutku hırs ile birlikte gider, insana ayrı bir kişilik katar. Bir kadında
tutku yoksa onun zayıf bir kişiliğe sahip görünmesine neden olur.
Tutku da sadakat ile bağlıdır.

Güç "Hayır" demede
Hayatınızdan evet sözünü çıkartarak onun yerine hayır kelimesini
koyduğunuzda istemediğiniz şeylerin olmasını engelleyebilirsiniz.
Böylelikle güç siz olmuş oluyorsunuz.
devamını okuyunuz... >>

Hayatta ben en çok babamı sevdim

Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici – hep, hepp acele işi! –
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,
Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.

CAN YÜCEL
devamını okuyunuz... >>

ARADA BİR ÇOK BUNALDIĞINIZDA OKUYUN..!!

Bir zamanlar bir psikoloji kitabında okuduğum bir bölüm vardı..
Hayatin ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metot vardı içinde..
Deniyordu ki; "arada bir, çok bunaldığınızda, hayatin sizin için çekilmez
hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize 10 dakika ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün"...
Cümleyi ilk okuduğumda çarpılmıştım...
Ben girişin akabinde pozitif bir gelişme ve tavsiye bekliyordum...
Ama " kendi ölümümüzü ve cenazemizi " düşünmemiz tavsiye ediliyordu...
Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm o an...
Ama önyargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim...
Diyordu ki; " bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terk ettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız...

özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalısın...
O andan geriye dönme şansınız olmadığını , hayat denen kredinizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün
Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin...
Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın...
Bırakın caniniz yansın bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz...
Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi...Seyredin su an çevrenizde olanların yüz ifadelerini...
Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin...

Kitaba devam etmeden bıraktım kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım...

Esimi, oğlumu, annemi, babamı,kardeslerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine...

birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini...hayatımda çok nadir bu kadar canim yanmıştı.. görüyordum iste "babaaaa..." diye ağlayan biricik oğlumu...
Esim kucağında "ağlayan emanetimle" ayakta durmaya çalışıyordu perperişan...

Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okuyordu, o gözümden hala gitmeyen vakur durusuyla...

Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi hem içine hem dışında akıtıyordu gözyaşlarını..
Kardeşlerim, akrabalarım "çok erken gitti, doyamadı oğluna.."diyordu acıyan ses tonlarıyla...

Ve dostlarım... Onlar da sakindi.. Bazısı "daha dün birlikteydik, nasıl olur.." diyordu...

Bunları seyredip onlara "hayır ölmedim, buradayım.." demek istedim hayal olduğunu unutup...

Sonra anladım yazarın ne demek istediğini daha devamını okumadan kitabın...

Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide...

Belki de hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar...
Kitabi okumaya ne gücüm kalmıştı , ne de isteğim...
Almam gereken dersi ve mesajı almıştım...

Simdi ne kitabin adini ne de yazarı hatırlamıyorum...

Su an bunları yazarken bile çok kötü oldum...
Bu olayda tek farkındalık da yok üstelik...

Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline...

Sırada çevremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı...
Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında...

Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde...
İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak...Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım...
Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi, deşifre etmem gereken metin...
Canim oğlumun söyleyecek çok şeyi yoktu...

Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti.. ağlayacaktı aklına geldikçe...
Belki ölümün ne anlama geldiğini hissedecek yasa gelinceye kadar sıradan bir üzüntünün ötesine geçmeyecekti duyguları...
Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu...

"hayâl - meyal hatırlıyorum be baba seni...

Keşke simdi yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik seninle...

Bak mezuniyet törenimde de babasızdım...

Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine..." diyecek canı yanarak bir kösede...

Sevgili esim...

Benim muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe?...
O ki, benim için her şeyini feda edip koşmuştu bana...

Hayatinin tek adamı simdi toprak olacaktı...

Bir daha " Seni seviyorum "diyemeyecekti... Bir daha hevesle açamayacaktı çalan kapıyı...

Ve her gelen gece bensizliğini haykıracaktı yüzüne...

Her sabah da bensiz başlayacaktı koca gün...
Tek cümlesi takıldı o an içime; " Oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik ?..."
Babam-annem, o bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın
acısıyla kahrolduğum güzel insanlar...
Helaldi şüphesiz hakları...Bilerek hiç kırmamıştım onları...

Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü iste önlerinde ve dualarına muhtaçtım....

Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı ki evladının cenazesinde bulunmak...

Herhalde insanin uzun yasadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek...

Diğerlerine geçmiyorum... Bu yazıyı su an yazıp sizlerle paylaştığıma göre "diğerlerine" artık sizler de dahilsiniz...
Düşünün, bir gün bir mail ulaşıyor mail-box ınıza "ölmüş" diye...
Sizler kim bilir neler düşünür ve yazardınız...Eşim su an yanımda ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi...
Oysa ki yazarın amacı " Yaşamanın ve hala nefes alıyor almanın kıymetini " göstermekti...Benim de öyle...Lafı çok uzattım farkındayım...

Ama hayat dediğimiz çözümü zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili çıkıntılı...
Ben o gün kurduğum o hayâlle, canımın tüm yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM...
Bilgisayar diliyle "format attım hayatıma"...Sahip olduklarımın farkına vardım ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim...
Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti...

Peki ya hayal değil de,gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı...
İste bu final bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı...

Belki gerildiniz, kötü oldunuz ama devamını getirirseniz buna değer bence...

Ben bu aksam melankoliğim ve biraz abartmış olabilirim...
Hani sanatçı ve sairiz ya ondandır belki...Bence bu yazıyı sadece okuyarak bırakmayın...
LÜTFEN ARADA BİR, BURADAN ALDIKLARINIZI TARTIN, DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN...
Ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah'tan başka bilen yok...

İste bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin...
Bilerek - bilmeyerek kırdığınız kalpleri tamir edin...

Sizi sevenlere ve sevdiklerinize daha fazla zaman ayırın...
Biraz Hıncal abi tarzı olacak ama,sevginizi ve verdiğiniz değeri haykırın onlara iş işten geçmeden...
Ve en önemlisi; VERDİĞİ -VERMEDİĞİ, ALDIĞI - ALMADIĞI HERŞEY İÇİN,TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCELER YÜCESİ YARATAN'A...


CAN DÜNDAR
devamını okuyunuz... >>

İsminiz kişiliğinizi belirliyor..!!

İnsanların isimlerinin kişilikleri üzerinde etkili olduğu belirtildi.
A: İlla da ilişkilerinizde romantizm diye tutturduğunuz söylenemez! Daha çok aksiyonla ilgilisiniz. Hareket lazım size, hareket. Üstelik uğraştığınız her şeyde. Flört edecek kadar sabırlı değilsiniz. Ama dobralığınıza söyleyecek hiçbir şey yok. Eşiniz çok çekici olmalı. Özellikle fiziksel yönden. Çünkü bir şehvet düşkünü olarak siz buna çok önem verirsiniz.
B: Duygusallık ve romantizm sizin özelliğiniz. Mum ışığında yemek, ay ışığında yürümek sizin için ideal. Sevgiliniz size hediye almak zorunda çünkü bu tur numaralardan hoşlanıyorsunuz. Özellikle seks konusunda iradeniz çok kuvvetli. Sevginizi ifade in ideal. Sevgiliniz size hediye almak zorunda çünkü bu tur numaralardan hoşlanıyorsunuz. Özellikle seks konusunda iradeniz çok kuvvetli. Sevginizi ifade etme kabiliyetiniz muazzam.
C: Sosyallik paçalarınızdan akıyor. Siz flörtsüz duramazsınız. Sevgiliniz yandı her an yanınızda olmak zorunda. Tamam duygulu ve duyarlısınız ama seks de önemli değil mi? Biraz bencilsiniz, ne ayıp, sanki
eşiniz, sevgiliniz size tapmak zorunda! Seksi sevmenize rağmen çok uzun süre hayatınızda seks olmadan yaşayabilirsiniz.
D: Kafaya takmaya görün! Onu mutlaka elde edersiniz. İmkansız olsa bile kolay kolay vazgeçmezsiniz. Yardımseverliğin bu kadarı da fazla. Popülerliğinizin kaynağı da bu. Sıfatlarınız şunlar; Seksi, sadık, kıskanç ve bencil.
E: Seks sizin için zevkten daha öte bir şey! İş, stres, para, dış etkenler seks hayatınızı olumsuz yönde kolayca etkileyebiliyor. Ama her şeye rağmen asla seks duygunuzu tamamen kaybetmiyorsunuz. İhtiyacınız sürekli ilgi. Allah kolaylık versin.
F: İdeal sevgili, ideal romantik. Sevgilinizi ilahlaştırıyorsunuz. Üstelik bundan zevk alıyorsunuz. Dışarıdan gösteriş düşkünü olarak görülebilirsiniz ama içinizde sıcak ve romantik bir insan var. Umarım peşinde koştuğunuz ideal sevgiliye ulaşırsınız.
G: Sizin için söylenecek iki sözcük: Müşkülpesent ve ayrıntıcı. Biraz özentisiniz. Statüsü sizden yüksek insanlarla ilişki kurmaya bayılıyorsunuz. Ayrıca bir özelliğiniz daha var, erotizmin zirvesine nasıl ulaşabileceğinizi iyi biliyorsunuz.
H: Sürekli bir arayış içindesiniz. Üstelik ne aradığınızı da biliyorsunuz: Sizi her yönden zenginleştirecek bir partner. Onun için her şeyi yapabilirsiniz. Ama bunu yatırım gözüyle yapmanız iyi değil. İtiraf edin bazen yapıyorsunuz!
I - İ: Sevilmek için yaratılmış birisiniz. Sevgilinizin size tapması için her şeyi yapabilirsiniz. Ama unuttuğunuz bir şey var her şeyi hep ondan bekliyorsunuz. Bu kadar çabuk kırılmanızın nedeni bu. Sizin için aslolan güven duygusudur. Seks ise sadece doyurulması gereken bir ihtiyaç.
J: Müthiş bir fiziksel enerjiniz var. Sevişirken hiçbir güç sizi durduramaz. Partnerinizin yorulması hariç! Sizin için karşı cinsle ilişki bir meydan okuma. Romantik olduğunuz söylenebilir ama sizi asil ilgilendiren baştan çıkarmak. İdeal aşka inanıyorsunuz. İşiniz kolay değil.
K: Ketum ve utangaçmış gibi görünüyorsunuz ama son derece şehvetli ve duyarlı bir insansınız. Ama bunu kimseye çaktırmıyorsunuz. Ticari kabiliyetlerinize maşallah. Bu işin bütün ayrıntılarına hakimsiniz. Ciddi görüntünüz insanlarda çekingenlik yaratıyor. Aldatmaktan ve aldatılmaktan nefret edersiniz.
L: Aşk, sizin için tutkuyla eşdeğer. Sevilmekten çok sevmeye önem veriyorsunuz. Birine bağlanmak sizin için çok değerli. Aşk konusunda her alanda basari garanti. Bu yüzden biraz maymun iştahlısınız. Yeni tatlar deneme potansiyeline sahipsiniz. Tuzlu mu, tatlı mı, ekşi mi? Sevgilinizin işi zor çünkü entelektüel olmak zorunda.
M: Çok duygusalsınız. Bir ilişkiye girdiğinizde tüm benliğiniz eriyip gidiyor. Seks özgürlüğüne inanıyor gibi görünseniz de, lafta, doğru değil. Fantezileriniz ve seksüel enerjiniz tükenecekmiş gibi durmuyor. Birlikte olduğunuz insanı çocuk gibi koruyup, kolluyorsunuz. Ama onun bundan sıkılabileceğini hiç düşünmüyorsunuz.
N: Sizi yakından tanıyanların asla inanmadığı iki sıfatınız var: Masum ve çekingen. Bu sadece dış görünüşünüz. Son derece aldatıcı. Seks konusunda çok yeteneklisiniz. Sekste tekdüzeliğe asla tahammülünüz yoktur. Maalesef mükemelliyetçisiniz. Bu yüzden de sizin standartlarınıza uygun birini bulmanız çok zor oluyor.
O - Ö: Oooo sekse çok düşkünsünüz! Ama biraz da çekingensiniz. Enerjinizi başka alanlara yönlendirmeniz bu yüzden. Para ve güç sizin için çıkış yolu. Düşkün olmanıza rağmen seksi ciddi bir iş gibi görüyorsunuz, karşınızdakini de seksüel bir obje gibi. Bu yüzden itirazlar geliyor.
P: Sizin için hayatın anlamı sosyal statü. Biriyle birlikte olabilmeniz zor. Çünkü eli yüzü düzgün olmayan biri sizin statünüzü düşürür. Üstelik çok da zeki olmalı çünkü siz tartışmadan duramazsınız. Bu sizin için bir ihtiyaç!
R: Birlikte olmak için en iyisi kendinizi kopyalamanız olurdu. Çünkü sizin tıpkı kendiniz gibi birine ihtiyacınız var: Entelektüel ve zeki. Akil sizin için fiziksel güzellikten daha önemli. Ama bu seksin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Eşiniz yatakta etkili değilse, öğretmekten, zevk alırsınız.
S - Ş: Gevezesiniz. En büyük zevkiniz konuşmak. Esiniz dinlemekten hoşlanmıyorsa yandınız. Eş değiştirmek zorundasınız. Çünkü konuşmak sizin için bir ihtiyaç. Hayatınızdaki her şey derli toplu olmalı. Uyumsuzluk ve karmaşadan nefret ediyorsunuz. Siz her şeyi kontrol etmek istiyorsunuz. Çok flört ediyorsunuz. Sizin için flört seksten önemli. Ama bir kere kalbinizi kaptırmaya görün, dünyanın en sadik insani oluverirsiniz. Size uygun sevgili bulamazsanız, iyi bir kitapla da idare edebilirsiniz.
T: Tam bir romantik. Aşka düşkünsünüz. Flört için ideal bir tipsiniz. Aşık olduğunuzda romantiksiniz ve bu yüzden de kırılgansınız. Ufak bir aksilik ayaklarınyn her şeyi yapabilirsiniz. Ama unuttuğunuz bir şey var her şeyiızın yere basmasını sağlar. Anında gerçekçi olursunuz.
U - Ü: Tam bir paradoks. Aşık olduğunda gerçekçi, aşık olmadyn duygusudur. Seks ise sadece doyurulması gereken bir ihtiyaığı zamanlarda aşka aşık bir tip. Her zaman değer verecek birini arar. Sevmek için yaratılmıştır. Sevgilisini her şeyin üzerinde tutar.
V: Sizden adam olmaz, her zaman özgürlük ve heyecan peşindesiniz üstelik gizemli insanlar ilginizi çeker, sizi büyüler. Ya yaşça büyük ya da küçük insanların peşinde koşarsınız. Bu yüzden bütün ilişkileriniz tehlikelidir.
Y: Bağımsızlık, sloganınızdır. Biriyle olmanız zor, haliyle. Her zaman kendinizi ispatlamak zorundasınız. Özellikle sevgilinize karşı. Ya o da kendini ispatlamaya kalkarsa? Ama Allah için son derece açık ve çekici bir insansınız. Sekse önem veriyorsunuz. Ama para daha önemli. Ne ayıp!
Z: Aşkın acı çekmek olduğunu artık biliyorsunuz. Samimi, hassas, duygusal ve hayalperestsiniz. Başı dertte olan insanlar için, sizden daha iyi biri bulunamaz. Üstelik her zaman da sevgilinizin kurtarıcısısınız. Ama paylaşmaktan çok hoşlanmıyorsunuz. Özel hayatinizi, sırlarınızı kendinize saklıyorsunuz. Belli olmasa da seksi seviyorsunuz. Evlenmek zorundasınız yoksa yapamazsınız.
devamını okuyunuz... >>

HANGİ MESLEKLER ÇALIŞANLARI HASTA EDİYOR..?

Örneğin öğretmenlerde ayakta fazla durmaktan kaynaklanan varis, çok konuşmak yüzünden de faranjit hastalıkları sıkça görülüyor. Gazeteci ve bankacılarda ise hareketsiz oturmak ve iş stresinden dolayı kalp ve damar hastalıklarına daha fazla rastlamak mümkün. Uzmanlar, bilgisayar başında uzun saatler geçiren bankacı, gazeteci ve reklamcılar gibi meslek gruplarında gözle ilgili kusurların arttığına dikkat çekiyor.
Medline Operasyonlardan Sorumlu Direktörü Dr. Barış Mutluermeslek gruplarına göre oluşabilecek hastalıklara karşı çalışanları uyarıyor. Mutluer ile hangi meslek grubunda hangi hastalıklarındaha sık görüldüğü, hastalıkların verdiği belirtileri, hastalıklarayakalanmamak için yapılması ve yapılmaması gerekenlerikonuştuk. İşte Mutluer'in konuyla ilgili görüşleri... Stres hemen hemen her sektörü etkiliyor: Hayatımızın ortalama üçte birini geçirdiğimiz iş yeri, psikolojimizi büyük oranda etkiliyor.
İş hayatındaki rekabetin artması, çalışma saatleri, sorumluluk fazlalığı, hatasız çalışmaya çabalamak her sektörde strese neden oluyor. Aşırı stres ise zamanla kalp krizi, ülser, depresyon, tansiyon, şeker gibi birçok hastalığı harekete geçiriyor. İş stresinin başlıca belirtileri ise yapılan hataların artması, sigara içme eğiliminin olması, uyku bozukluğu, öfke hali, güvensizlik, sağlığa karşı aşırı duyarlıolmak olarak biliniyor. Bugün dünyada çalışanların yüzde 25' ini ele geçiren stresin etkisini azaltabilmek için yapılması gerekenler ise oldukça basit.
İşte iş stresini azaltmak için tüyolar:
* Altından kalkamayacağınız işlerin sorumluluğunu almayın
* Hedeflerinizi belirleyin ve plan yapın.
* Problemlerinizle yüz yüze gelmeye çalışın.
* Sahip olduklarınızın farkında olun.
* Değiştiremeyeceğiniz şeylerde ısrar etmeyin
* Dinlenmek için zaman ayırın.
* Başkalarına güvenin, gerektiğinde sorumluluklarınızı devredin.
Öğretmen hastalığı: Varis ve faranjit
Öğretmenlerin sürekli ayakta konuşmak durumunda kaldığını hatırlatan Dr. Barış Mutluer, öğrencilerin dikkatini kaybetmemek için sınıf içerisinde dolaşmaları sebebiyle, en çok ses ve göğüs problemleri, ortopedik rahatsızlıklar ve varis gibi sorunlarla karşı karşıya kaldığını söylüyor. Ses telleriyle ilgili sorunların önüne geçmek için ilk adım olarak sigaranın bırakılması ve sigara içilen yerlerden uzak durulması gerektiğini vurgulayan Dr. Mutluer önerilerine şöyle devam ediyor: "Günde en az 2,5 litre su içilmesi gerekiyor. Ayrıca ses tellerinde kurumaya yol açan mentollü nefes açıcı, şeker ve pastillerden, kurumayla birlikte ses tellerinde salgı artışına neden olan kafeinli, baharatlı ve asitli yiyecek ve içeceklerden uzak durulmalı." Toplumda öğretmen hastalığı olarak da anılan varisin devamlı ayakta durmaktan veya hareketsiz oturmaktan meydana geldiğini söyleyen Mutluer, hem varis hem de toplardamarın pıhtılaşmasını önlemek için ise müzik ile ritm tutar gibi ayakların hareket ettirilmesini öneriyor.
Ofis hayatı hasta ediyor
Ofis ortamında hep aynı pozisyonda, hareketsiz ve yoğun stres altında olan, düzensiz beslenen ofis çalışanlarında birçoksağlık sorunu görülüyor. Mutluer, bu hastalıkların kas ve tendon gibi yumuşak dokularda zorlanma ve incinme, karpel tünel sendromu, tenisçi dirseği, boyun ve bel fıtığı, kireçlenme ve omurga eğrilikleri olduğunu söylüyor. Ofis ortamında meydana gelen rahatsızlıkları önlemek için, ara sıra ofisi havalandırmak, en azından ofis içerisinde hareket etmek, dik oturmak gibi küçük önlemler alınmasını öneriyor Mutluer...
Gazetecilerin kalbi yoruluyor
Yoğun stres, düzensiz çalışma saatleri ve düzensiz beslenme nedeniyle gazetecilerde sıklıkla kalp rahatsızlıkları, ritm bozuklukları, yüksek kolesterol ve yeme bozuklukları görüldüğünü söyleyen Mutluer, sürekli yoğun bir tempo içinde çalışan ve yemek yemeye fazla zaman ayıramayan gazeteciler arasında yeme problemlerine de rastlandığını belirtiyor. Sağlıksız ve düzensiz yemek alışkanlığının yanı sıra işlerindeki stres nedeniyle gazetecilerde kalp rahatsızlıklarının görülme olasılığının yükseldiğini söyleyen Mutluer, bu sebeplerden dolayı, sağlık sorunları yaşanmaması için düzenli ve sağlıklı beslenme ile stresten olabildiğince uzak durmak gerektiğini söylüyor.
Grafiker ve bankacıların göz ve bilekleri tehlikede
Sürekli ekrana bakan ve klavye kullanan bankacı, borsacı ve grafikerlerde en sık göz ve bilek rahatsızlıkları görülüyor. Görme bozukluklarının belirtileri arasında gözlerde kızarıklık, yanma, batma, sulanma, yorgunluk hissi, odaklanma güçlüğü, çift ve bulanık görme, baş ağrısı, boyun ve omuz ağrıları sayılabiliyor. Göz rahatsızlıklarına karşı önlem alabilmek için gözlerin sık sık bilinçli olarak kırpılarak nemlendirilmesi gerektiğini söyleyen Mutluer, "Ekrana çok fazla yaklaşılmamalı, büyük font ve puntolar kullanılmalı..." diyerek uyarıyor çalışanları. "Bilgisayarda gün boyu yazı yazmak ya da veri girişi yapmak el bileğinde karpel tünel sendromuna da neden oluyor."diyen Mutluer, karpel tünel sendromundan korunmak için de her saat başı ara verip ellere ve bileklere egzersiz yapılması ve masa ile sandalyenin yüksekliklerinin duruşa uygunolarak ayarlanması gerektiğini söylüyor.


alıntıdır..
devamını okuyunuz... >>

KÖTÜ HUYLARINIZDAN KURTULUN..

Kötü huylar hem bize hemde çevremizdeki insanlara bir çok olumsuz etki yaratmaktadır. Kötü huylar başlıca tembellik, kıskançlık, dedikodu, kibir ve merak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu huyları uzatmaklaştırmanın yollarını sizler için araştırdık…

Tembellik
Bütün gün sürekli hareket ve beraberinde stres halindeyiz. Ve tüm günün yorgunluğunun yan etkisi olarak tembellik! Ofiste aceleyle bitirmeniz gereken üç dosya, eve döndüğünüzde süpürmeniz gereken bir zemin ve yemeği pişirdikten sonra gitmeniz gereken spor salonu. Tüm bunlar da televizyonda en sevdiğiniz dizinin olduğu geceye denk gelirse, işte tembellik burada devreye girer.
Tembelliğinizi asla başkalarının üzerine yüklemeyin. Yani tembel olabilirsiniz, ama bu yapmaya üşendiğiniz şeyleri annenize, iş arkadaşınıza veya eşinize yaptırtmak hiç doğru olmayacaktır. Böylece gün gelecek ve elinizdeki bu işleri kendiniz yapmak durumunda kalacaksınız.
Merak
Sanki yeminliymiş gibi durmaksızın soru soruyorsanız, her ayrıntıdan haberinizin olmasını istiyorsanız ve aklınız sürekli bir soru işaretleriyle meşgulse ya çevreniz ya da başkalarıyla ‘fazla’ ilgileniyorsunuz demektir. Biraz rahat olun; etrafınızda tüm olup bitenden haberinizin olmasına gerek yok. Hatta ne demişler: “Az bil, mutlu yaşa.”
Bir yerden sonra, meraklı insanda sırf alışkanlıktan, haybeye soru sormak da söz konusu olabilir. İşte bu yüzden öncelikle bu alışkanlığınızı yenin ve kendinizi sorulardan önce durdurmaya başlayın. Çevrenizdeki her detay hakkında bilginiz olması gerekmediğini kabul edin ve kendinizi rahat bırakın. Bazen de ağzı sıkı ve kurnaz olmakta fayda var. Hatta birşeylerden haberiniz olmayıp sürprizlere açık olmakta da!
Kibir
Kibir, bir insanın sahip olabileceği en zayıf kişilik özelliklerinden biri. Kibir Bir insanın, kendisini başkalarından daha üstün, daha büyük ve mükemmel görmesidir. Altında yatan da kuşkusuz mükemmeliyetçilik; daha da açıkçası ego. Halbuki kibir yerine; hem kendinize hem etrafınızdakilere vereceğiniz sevgiyle çok daha gerçek bir hayat yaşamanız mümkün. Hırslarınızdan, ‘aşırı’ özgüvenden, aşağılama alışkanlığınızdan ve mükemmeliyetçiliğinizden arının.

Dedikodu
Son yıllarda kimi uzmanlar arkadan konuşmanın ve dedikodunun insan sağlığı için faydalı olduğunu bile söylemeye başladı. Artık dedikoduya “kötü” diyecek bir ortam bile kalmadı. Dedikodu düşkünleri için bundan güzel haber olamaz! Halbuki, dedikodu sizin enerjinizi etkilediği gibi, arkasından konuştuğunuz kişiye ve çevresine, hatta yüzüne anlattığınız kişiye bile saygısız bir davranıştır.
Hiç dedikodu yapmamak da elbet mümkün değil. ‘pembe yalanlar’ gibi ‘pembe dedikodular’ da vardır. Ama en azından arkasından konuştuğunuz kişinin yakınlık seviyelerini, anlattığınız kişinin karakterini, konuştuğunuz konunun önem derecesini iyice bir değerlendirin ve ondan sonra bir daha düşünün. Belki de başınıza hiç iş açmamayı tercih edeceksiniz!
Savurganlık
Neden savurgan oluyoruz ki? Çünkü bir şeyleri savurmak, yani üzerinizden atmak; yükünüzü azaltmak, yani hafiflemek demektir. Eğer hazır indirim varken üç kazak, iki elbise ve bir pantolon almanın ne sakıncası var? Neden fırsatlar karşısında daha güzel veya daha rahat olmayı engelleyeyim ki? Bunları söyleyen sizseniz potansiyel savurgansınız demektir.
Harcamalarınızı daha cömertçe yapmaya özen gösterin. Elinizdekilerin değerinin farkında olun ve onlarla yetinmeye alışın. Az ile yetinmeye çalışın. ‘Fazla’nın her zaman karmaşaya neden olacağını unutmayın.
Kıskançlık
Bu büyük bir aşkın eski aşkı karşısında, iş arkadaşınızın kaldıramadığınız bir başarısı karşısında, sizin istediğiniz her şeyi elde eden en yakın arkadaşınızın karşısında bile olabilecek durum. Kıskançlık aslında altında o kişinin en büyük zayıflıklarının, özgüven eksikliğinin yattığı bir duygu. Kişiyi oldukça yıpratabileceği gibi etrafına da zarar verecektir.
Kıskançlığı yenmek çok da basit değil. Öncelikle bu durumu kabullenmeniz gerek. Sonra bu kıskançlığın altında yatan nedeni kendinizde bulmanız gerek. Kendinizde sıkıntıyı çözdüğünüzde otomatik olarak kıskançlık duygunuzun da yok olduğunu göreceksiniz.


alıntıdır..
devamını okuyunuz... >>