Necip Fazıl’ın şiirlerinde “ölüm” konusu, işlenen konuların başında gelir. “ÇİLE” isimli şiir kitabında, ölüm konulu şiirlerin bulunduğu ayrı bir bölüm vardır.
Şair, insanların ecelleri belli olduğu halde, ölüme çare aramalarındaki gülünçlüğü şöyle anlatıyor;
Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele!
İnsanlar bir bir öldüğü halde, yaşayanlar, nedense ölüme bir türlü inanamamaktadırlar;
Minarede “ölü var” diye bir acı selâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz...Ne âlâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...
Şair, tabutu şöyle tarif ediyor;
Tahtadan yapılmış bir uzun kutu:
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki bu boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar...
......
Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.
......
Kişi öldükten sonra, parası pulu hiçbir değer ifade etmeyecektir. Mesele; “orada” geçerli olan akçeyi biriktirmektir;
Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!
Mezarda geçer akçe neyse onu biriktir!
Hüner;
O dem ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e “hoş geldin” diyebilmektir hüner...
...Ve ölüm şiirlerinde son söz;
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?...
Necip Fazıl’ın şiirlerinde Allah ve Peygamber konusu da, sıkça işlenen konulardandır:
Her şeyin yaratıcısı Allah’tır;
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiçbir şey demem!
Her şeyin sahibi O’dur, O her şeye kadirdir;
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse; O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse; O var!
Sana daha yakın şahdamarından; O var!
Arama, ilaç yok eczahanede; O var!
Gayede, sebepte ve bahanede; O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek; O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek; O var!
Necip Fazıl’a göre sanat, Allah’ı aramaktır;
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...
Allah’ı seven kişi, her türlü hürmete layıktır;
Ellerime uzanan dudakları tepeyim,
“Allah” diyen, gel, seni ayağından öpeyim!
Peygamber (s.a.v)’ in getirip bildirdiği her şeye iman etmek gerekir;
Sende insan ve toplum, sende temel ve bina;
Ne getirdin, götürdün, bildirdinse; âmennâ!
Ona göre, ölçü peygamber ölçüsü olmalıdır, Peygamber’in ölçülerine ters olan her şey, sonunda ölüm dahi olsa, reddedilmelidir;
Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!
Necip Fazıl’ın Meşhur şiirlerinden biri de “Sakarya Türküsü” isimli şiiridir:
Şair, bu şiirde, Anadolu’nun ortasından akan Sakarya Nehri ile, bu vatanın inanan insanları arasında bir benzerlik kuruyor; Sakarya Nehri, nasıl ki bu vatanın içinden doğan ve bu vatanın içinde akan bir nehirdir, nasıl ki bu vatanın bir parçasıdır, bizler de bu vatanda doğan, bu vatanda yaşayan insanlar olarak bu vatanın bir parçasıyız. Fakat, nedense, Sakarya Nehri de, bu vatanın öz evlatları da, bu vatanda yabancı gibi, garip kalmıştır:
“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”
Şair, bu uzun şiirini, çile ve ızdırap çeken, horlanan, ‘sürünen’ bu vatanın, ‘kaderleri aynı’ olan bu evlatlarına şu çağrıyı yaparak bitiriyor:
“Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”
Necip Fazıl, lisan ve tarih bozguncularının yaptıkları ifsat çalışmalarıyla ilgili olarak;
Bülbüllere emir var, lisan öğren vakvaktan,
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!..
Şair, çektiği bütün sıkıntı ve işkencelere rağmen ümitli olmayı becerebilmiştir;
Kırılır da bir gün bütün dişliler,
Döner, şanlı şanlı çarkımız bizim.
Gökten bir el, yaşlı gözleri siler,
Şenlenir evimiz, barkımız bizim.
Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze,
Kavuşuruz, sonu gelmez gündüze,
Sapan taşlarının yanında füze,
Başka âlemlerden farkımız bizim.
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman;
Görürler, nasılmış, neymiş kahraman!
Yer ve gök su vermem dediği zaman,
Her tarlayı sular, arkımız bizim...
......
...Ve son sözü o söylüyor:
“Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,
Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es!..”
Necip Fazıl’ın Kalem ve Söz Kavgaları
Dinsiz
(Türkçe Kur’an Meselesi Hakkında...)
devamını okuyunuz... >>
Şair, insanların ecelleri belli olduğu halde, ölüme çare aramalarındaki gülünçlüğü şöyle anlatıyor;
Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele!
İnsanlar bir bir öldüğü halde, yaşayanlar, nedense ölüme bir türlü inanamamaktadırlar;
Minarede “ölü var” diye bir acı selâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz...Ne âlâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...
Şair, tabutu şöyle tarif ediyor;
Tahtadan yapılmış bir uzun kutu:
Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki bu boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar...
......
Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.
......
Kişi öldükten sonra, parası pulu hiçbir değer ifade etmeyecektir. Mesele; “orada” geçerli olan akçeyi biriktirmektir;
Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!
Mezarda geçer akçe neyse onu biriktir!
Hüner;
O dem ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e “hoş geldin” diyebilmektir hüner...
...Ve ölüm şiirlerinde son söz;
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?...
Necip Fazıl’ın şiirlerinde Allah ve Peygamber konusu da, sıkça işlenen konulardandır:
Her şeyin yaratıcısı Allah’tır;
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiçbir şey demem!
Her şeyin sahibi O’dur, O her şeye kadirdir;
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse; O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse; O var!
Sana daha yakın şahdamarından; O var!
Arama, ilaç yok eczahanede; O var!
Gayede, sebepte ve bahanede; O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek; O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek; O var!
Necip Fazıl’a göre sanat, Allah’ı aramaktır;
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...
Allah’ı seven kişi, her türlü hürmete layıktır;
Ellerime uzanan dudakları tepeyim,
“Allah” diyen, gel, seni ayağından öpeyim!
Peygamber (s.a.v)’ in getirip bildirdiği her şeye iman etmek gerekir;
Sende insan ve toplum, sende temel ve bina;
Ne getirdin, götürdün, bildirdinse; âmennâ!
Ona göre, ölçü peygamber ölçüsü olmalıdır, Peygamber’in ölçülerine ters olan her şey, sonunda ölüm dahi olsa, reddedilmelidir;
Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!
Necip Fazıl’ın Meşhur şiirlerinden biri de “Sakarya Türküsü” isimli şiiridir:
Şair, bu şiirde, Anadolu’nun ortasından akan Sakarya Nehri ile, bu vatanın inanan insanları arasında bir benzerlik kuruyor; Sakarya Nehri, nasıl ki bu vatanın içinden doğan ve bu vatanın içinde akan bir nehirdir, nasıl ki bu vatanın bir parçasıdır, bizler de bu vatanda doğan, bu vatanda yaşayan insanlar olarak bu vatanın bir parçasıyız. Fakat, nedense, Sakarya Nehri de, bu vatanın öz evlatları da, bu vatanda yabancı gibi, garip kalmıştır:
“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”
Şair, bu uzun şiirini, çile ve ızdırap çeken, horlanan, ‘sürünen’ bu vatanın, ‘kaderleri aynı’ olan bu evlatlarına şu çağrıyı yaparak bitiriyor:
“Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”
Necip Fazıl, lisan ve tarih bozguncularının yaptıkları ifsat çalışmalarıyla ilgili olarak;
Bülbüllere emir var, lisan öğren vakvaktan,
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!..
Şair, çektiği bütün sıkıntı ve işkencelere rağmen ümitli olmayı becerebilmiştir;
Kırılır da bir gün bütün dişliler,
Döner, şanlı şanlı çarkımız bizim.
Gökten bir el, yaşlı gözleri siler,
Şenlenir evimiz, barkımız bizim.
Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze,
Kavuşuruz, sonu gelmez gündüze,
Sapan taşlarının yanında füze,
Başka âlemlerden farkımız bizim.
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman;
Görürler, nasılmış, neymiş kahraman!
Yer ve gök su vermem dediği zaman,
Her tarlayı sular, arkımız bizim...
......
...Ve son sözü o söylüyor:
“Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,
Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es!..”
Necip Fazıl’ın Kalem ve Söz Kavgaları
Dinsiz
(Türkçe Kur’an Meselesi Hakkında...)