dünyanın yedi harikası
 felsefe dünyası
 ünlü ressamlar ve resimleri
 icatlar ve keşifler
 Namık Kemal hürriyet kasidesi
 Mevlana ve Mesnevi
Hayata dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hayata dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kendinizi Sevin Ve Saygı Duyun


“Dünyada kusursuz iki insan vardır. Biri ölmüştür, biri de doğmamıştır.”

                                                                                         Çin Atasözü




Saygı, insanlar arası iletişimde ilişkilere derinlik katan ve birlikteliğin sürecini tayin eden en önemli değerdir. Eşler arasında saygı olgusu sarsılırsınca, zamanla ilişkiler çıkmaza girer ve bu süreçte sevgi bağları da kopar. Beklide o yüzden ilişkiler bir süre sonra büyüsünü yitiriyordur. Bir anda ortada balkabağı ve fareler. Camdan bir ayakkabınız yerine ise camdan bir kalbiniz vardır kimliğinize dair, oda ya kırılmıştır ya da çatlamış…

Uzun bir evlilikte, iki gencin ilk zamanlarındaki aşkını ve heyecanını göremezsiniz belki ama çok daha kalıcı ve değerli iki şeyi fark edersiniz, sevgi ve saygı… Aşk denen o güzel coşku ve heyecanla başlayan ilişkide zamanla sevgi bağları sımsıkı örülüp saygı ile de güçlendirildiğinde hayata değecek bir ilişki çıkar ortaya. Çevrenizde azda olsa bu mutluluğu 40–50 seneye sığdırmış amcalara ve teyzelere bakın. İleri yaşlarına rağmen ne kadar da taze ve sıcak bir gülümsemeleri vardır. Oysa gençliğe baktığımızda birçok şeyi düşüncesizce tüketen, kendinden habersiz ve amaçsız bu zihniyetin, aşk, dostluk ve sevgi kavramlarını da hızla tükettiğini görüyoruz. Çünkü kendilerini tanımıyor, sevmiyor ve saygı duymuyorlar. Siz ne kadar mutluysanız çevrenize de o kadar mutluluk verebilirsiniz. Siz kendinizi ne kadar seviyorsanız başkalarını da o kadar sevebilirisiniz. Ve siz kendinize ne kadar saygı duyuyorsanız çevrenize de o kadar saygılı olabilirsiniz.

Aynı şekilde ebeveynler arasında da saygı anlayışı yoksunluk gösterince, bireylerin birbirlerini anlama ve uzlaşma yolları da daralır. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda toplum olarak aile yapımızdaki değişimi ve yıkımı anlamamız zor olamaz. Ancak hala anlamakta zorluk çektiğim bir şey var ki oda bir evlat anne-babansına nasıl kıyar ya da bir anne-baba evladına… Sosyolojik açıdan birçok yaklaşımda bulunabilir ve buna zemin hazırlayan nedenleri tartışabilirim ancak insani açıdan çoğu kez çıkmaza giriyorum. Emin olduğum bir şey varsa o da yaşamları bir hiç olanların hiçbir şeyden çekinmedikleridir.  

Uzun süreli bir birliktelik ve sağlıklı bir iletişim için karşılıklı saygı kaçınılmazdır. Ancak insandaki saygı olgusu önce bireyin kendisine karşı tutumunda gelişir. Yani öncelikle kendinize saygı duymalısınız. Kendinize duyduğunuz saygı kendinize verdiğiniz değerle ölçülür. Değer vermek kendi benliğinizde başlar ve oradan da göle atılan ufak bir çakıl taşı misali dalga dalga çevrenize yayılır. Sonuçta da hayattan keyif almaya başlarısınız.  Keyifli olduğunuz anlarda hayata bakışınızdaki değişikliği hatırlayın. Her şey daha bir güzeldir değil mi? Kendinize ve insanlara verdiğiniz değer, bir hafta sonu sabahı ekmek almak için evden çıktığınızda küçük bir yavru kediyi okşamanız, fırında karılaştığınız Ahmet amcaya merhaba demeniz olarak kendisini gösterir. Aldığınız hazsa yaptığınız küçük şeylerin yanında oldukça büyük kalır. Hayata nasıl seslenirseniz yankısı da aynısı olacaktır. Hayata güzel olduğunu haykırın ki hayat da size güzelliğinizi hatırlatsın.



Kendinize saygı duymazsanız zamanla kendi ideallerinizin şekillendirdiği hayatı değil, çevrenizin kabullerine cevap verecek hayatı yaşarsınız. Siz olmadığınız ve size yabancı bu hayatta mutlu olmayı bekleyemezsiniz. Siz kendinize değer verdiğiniz sürece çevrenizdeki insanlarında size saygı duyacağını göreceksiniz.

Mutluluğu kendi benliğinizde arayın ideallerinizin önündeki en büyük engel yine kendinizdir. Zamanla monotonlaşan yaşam içinde hayatınızı alışkanlıklarınız esir alır. Sizi kalıplaşmış bir yaşamın duvarları ardına hapseder. Özgürlüğünüzün tek çıkış yolu alışkanlıklarınızdan sıyrılarak hayatın monotonluğu içinde yeni güzellikler yakalamaktır. Amos Parris der ki; “Alışkanlık anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir.”

Kendinizi geliştirdikçe dünkü sizden bir adım daha ileri giderken çevrenizi de daha iyi anlarsınız. Yaşadığınız hayatı anlayıp, o hayatın içinde doldurmanız gereken gediği daha iyi belirler ve faydalı olmanın doyumsuz keyfine varırsınız. Hayatın içinde aldığınız rolün ne olduğu ise çokta önemli değildir. Önemli olan rolünüze ne kadar hâkim olduğunuz ve işinizi ne kadar iyi yaptığınızdır.

Ülkemizde her dalda birçok üniversite mezunu var ve bunların içinden büyük bir kısmı umutsuz ve de işsiz. Bence bu ülkede kimse işini doğru dürüst yapmıyor. O yüzden siz işinizi en iyi şekilde yapın yeter. O zaman iş de var ekmekte… İlk başlarda kendinizi kanıtlamak için aklınıza ve de girişimci ruhunuza ihtiyacınız olacaktır. Ama zaten hayatta hiçbir yokuşu terlemeden çıkamazsınız. Zamanın en büyük destekçiniz olduğunu fark ederken aslında ülkede ne kadar da layığıyla yapılmayı bekleyen iş var anlayacaksınız. İşinize kendi imzanızı atarcasına özgün olun ve kendinizden bir şeyler katın ve önemli motivasyonu da işinizden keyif alarak sağlayın. Bir lokanta da garsonsanız, sırf sizin hizmetinizden duydukları memnuniyet için o lokantayı tercih eden müşterileriniz olsun. Ya da pazarda limon satıyorsanız, insanlar her yerden alabilecekleri bir limonu en titizce dizilmiş tezgâhın en güler yüzlü satıcısından almak istesinler. Böylece halkın sevmediği ve istemediği bir devlet adamından çok daha faydalı olmuş olursunuz. Koltuklar ya da mevkiler insanlara anlam yüklemezler, insanlar koltuklarına ve konumlarına değer katarlar. Unutmayın ki hayatı biz anlamlı kılarız, hayat bizi değil…  

Hayatınızdaki bazı şeyleri siz seçmezsiniz. Doğumunuzla birlikte size sunulmuş iyi ya da kötü bazı şeyler vardır. Bunların için tasalanmak ya da övünmek önemli değildir. Ama nasıl bir yaşam istediğiniz önemlidir. Çünkü istediğiniz gibi yaşarsınız. Kendinizle barışık bir tutum içinde bunu başarabilirsiniz. Yeterki isteklerinize cevap veren çabanız olsun…

Kendisiyle barışık olan insanlar aynı zamanda başarılı insanlardır. Bu insanlar kişiliklerindeki artılar ve eksilerle bir bütün olduklarını bilirler ve kendilerini severler. Özgüvenleri tam olduğu için daha sağlıklı iletişim kurarlar. Çevrenin ne düşüneceği ile ilgili kaygıları olmadığı gibi, kendilerine olan öz güvenleriyle besledikleri kararlılıklarıyla da düşüncelerini açıkça ifade etmekten kaçınmazlar. Bu tür insanlara toplumda gıpta ile bakılır. Onlardaki kendine güven hissi,  çevrelerinde pozitif bir enerji yayar. Oysaki kendisinden memnun olmayan insanların görünüşlerini ve benliklerini sevmedikleri için çevreleriyle de uyumsuz olduklarını görürsünüz. Onlar yağmurlu bir günde pencereden baktıklarında çamuru görürler. Oysa kendisi ve çevresiyle barışık insanlar üzerlerine doğan gök kuşağını görürler. Sizde hayata nasıl bakarsanız öyle görürsünüz. Unutmayın nereye baktığınızdan ziyade nasıl baktığınız önemlidir.

Kusursuzluk insanın hayatında ulaşamayacağı bir noktadır. Hani bir söz vardır ya “Sizi tatlı kılacak kadar yeterli mutluluğunuz olsun, güçlü kılacak kadar acınız…”  Hem kim ister ki her şeyin eksiksiz ve isteğimiz gibi olmasını. Çalışarak elde etmenin, acılara karşı dimdik ayakta durabilmenin, zor durumdayken bir dostun omzunda ağlamanın hazzı olmazsa hayat ne kadar anlamlı gelir insana. Kimse mükemmel bir hayatı istemez emin olun. Ama herkes huzurlu bir yaşam ister. Ve o yaşamı sadece kendinde arayanlar mutlu olurlar.

 Kendi içinizdeki dünyaya yabancıysanız dış dünya da o kadar anlamsız ve boş gelir size. Depresyonda olan bir kişi için hayatın anlamı giderek kaybolur. Her şey siyahtır. Cisimleri değil onların gölgelerini görür. Anlamını yitiren onca şeyin içinde boğulur ve kaybolur. Nedir peki bu kadar insanı kendin uzaklaştıran. Beyindeki seratonin denen madde midir yani hayatın lezzetini tatmamızı sağlayan. Ve ilaçlar mıdır bizi hayata yavaşça tekrar bağlayan. Elbette değil. İlaçlar beynimizde ve biyolojimizdeki eksikleri tamamlarken asıl biz ruhumuzu tekrar ayağa kaldırabiliriz. Bütün depresyon tedavilerinde hastaya düşen mücadele payı fazladır. İlaca ve doktora ihtiyaçta muhakkaktır ancak yine de geminin kaptanı sizsiniz ve dümen sizin elinizde. Gemiyi fırtınaya sürüklediğiniz gibi onu felaketten çıkaracak olanda sizsiniz. Bazen fırtına kendi gelir. Ama siz her zaman dümenin başında olursanız, biraz sarsılırsınız ama geminiz dimdik ayakta kalır. Ve ancak büyük fırtınalara göğüs germiş bir kaptan efsane olabilir.

Sığ sularda yüzmeyin. Hedefleriniz hep büyük olsun. Aklınız ve duygularınızın belirlediği rotada risk almaktan korkmayın. Kendi hayatınızın kaptanısınız unutmayın. Kendinizi sevin, insanları sevin, hayatı sevin. Sevin ki sevilin…

ALINTI..
ÖMER FATİH HOŞ
                                                                                                   
devamını okuyunuz... >>

çare zaman..



Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak,
sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle
yeniden kucaklaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla
başetmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.

Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız.
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır
anlamları, önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın
şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı
halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır...
devamını okuyunuz... >>

küçük sırlar



Bazen hayatımızda ufak ve eğlenceli bilgilere ihtiyaç duyarız veya zaman geçirmek yerine bazı ufakta olsa yararlı şeyler öğrenmek bizler için boş vakit geçirmekten daha iyidir.
-Küçük bir beden, çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş.
-Ufak balıklar daha lezzetli olurmuş.
-Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış, büyük odunlar alevi söndürebilirmiş.
-Sağanak dediğimiz, küçük damlalardan ibaretmiş.
-Ufacık bir yağmur,kocaman bir toz bulutunu yok edebilirmiş.
-Muazzam bir aydınlık, küçük bir delikten görünebilirmiş.
-Küçük bir saman çöpü, rüzgarın yönünü gösterebilirmiş.
-Bütün bir hasat,bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş..
-Büyük bir geminin batmasına, küçük bir delik yetermiş.
-Çok veren malından, az veren canından verirmiş.
-Yükte hafif olmak, pahada ağır olmaya engel değilmiş.
-Deve büyükmüş ama ot yermiş, şahin küçükmüş ama et yermiş.
-İnsan küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman cömertliği öğrenebilirmiş. Büyük adama iyilik ederse öğreneceği şey, ızdırap olurmuş.
-Büyük makinaları küçük çarklar çalıştırırmış.
-Büyük adamın büyüklüğü devam ediyorsa bunun sebebi; onun küçük adamlara gösterdiği özenmiş.
-Bazen büyük bir aşşkı başlatan, küçük bir gülümseme imiş.
-Büyük yazıları yazmak için küçük noktalar, virgüller gerekirmiş.
-Büyük olaylar kolay unutulsa bile, sevdiğinle geçen küçük an’lar unutulmazmış.
-Simite lezzetini veren küçük bir susam tanesi imiş.
-Ulu bir çınarın veremediği kokuyu,küçük bir papatya verebilirmiş.
-Büyük paralara alınan hediyelerin sağlamadığı mutluluğu, küçük bir bakış sağlayabilirmiş.
-Küçük sevinçleri bilmeyenler, büyük keyifler yaşayamazmış.


Öyleyse ‘küçük’ deyip geçmeden önce, ne kadar ‘büyük’ sonuçlara varabileceğini düşünelim. Küçük bir damlayı, bir gülümsemeyi, noktayı, virgülü, bir ağacın dibinde biten gülü, bir susam tanesini, sevgilinin sesini hafife almayalım. Küçük dediklerimizin aslında ne kadar büyük olabileceklerini, onların yokluğunu beklemeden fark edelim. Çünkü yanımızdayken değerini bilmediğimizi, bildiğimizde bulamayabiliriz.


Çıkınınızda; küçük bir gülümseme, bir yağmur damlası, bir papatyanın kokusu, üç noktanız, unutulmaz küçük bir anınız hep olsun. Küçük de olsa varsın olsun. Çünkü o küçük çıkınlar nasılsa bir gün, büyük denkler olacaktır. Yeter ki, sabretmeyi ve biriktirmeyi bilelim küçük küçük….
devamını okuyunuz... >>

Bakış açınızı değiştirin..

Üç İhtiyar Misafir (Öykü)
Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.
'Ben sizi hiç tanımıyorum, der...
Ama aç ve susuz olmalısınız... Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim...'
'Evin erkeği içerde mi?' Diye sorar adamlar.
'Hayır, der kadın. Şu an evin dışında.'
'O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil...' diye cevap verirler.
Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.
'Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler...'
Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.
Ama bu defa da;
'Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz' der yaşlı adamlar.
Kadın öğrenmek ister;
'Niye giremezsiniz?..'
İhtiyarlardan biri açıklar:
'Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek.
Diğeri BAŞARI...
Ben ise SEVGİ...'
Sonra ekler; 'Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?..'
Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;
'Ne güzel, der. Madem öyle, Zengin'i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun...'
Karısı itiraz eder;
'Canım, niçin Başarı'yı çağırmıyoruz?'
Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler;
'Sevgi'yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!..'
'Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına... Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgi'yi davet et.
Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar;
'Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol...'

Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler... Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı'ya sorar;
'Ben sadece Sevgi'yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?'
Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:
'Eğer Zengin'i ya da Başarı'yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgi'yi davet ettin... O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede Sevgi varsa, orda Başarı ve Zenginlik de vardır!..'



ACELE ETMEK
Yıllar önce, çok uzaklarda bir adam varmış. Bu adam çalışmak amacı ile çok uzaklara gitmiş ve yıllarca çalışmış. Sonunda memleketine dönme zamanı gelmiş. Bu çalışma sürecinde toplam 3000 akçe biriktirmiş ve evinin yolunu tutmuş. Evine doğru giderken yolu büyük bir şehirden geçmiş. Yolda yürürken köşe başında birisi "Bir nasihat bin akçe, bir nasihat bin akçe" diye bağırıyormuş. Adam düşünmüş: 'Nasıl olur, bir nasihati bin akçeye satarlar, ben yıllarca çalıştım ve sadece 3000 akçe biriktirdim' Bu ise pek akli ermemiş ama merak iste. Duramamış ve adama bin akçe vererek o nasihati satın almış. Nasihat " KADERDE NE VAR İSE O ÇIKAR" ve yoluna devam etmiş...
İlerde yine köse başında başka bir adam bağırıyormuş "bir nasihat bin akçe" diye. Adam yine dayanamamış bin akçe de o adama vermiş ve ikinci nasihati da satın almış. İkinci nasihat da: GÖNÜL KIMI SEVERSE GÜZEL ODUR" Son kalan bin akçesi ile de yoluna devam etmiş. Tam şehrin çıkışında yine köşe başında bir adam bir nasihati bin akçeye satıyor. Adam bir parasına bakmış, bir de nasihati satan şahsa, dayanamamış ve kalan son akçesiyle de o nasihati satın almış. Son nasihatte:
"HİÇ BİR İŞ ACELEYE GELMEZ". Parasız yoluna devam etmiş. Şehrin çıkışında büyük bir topluluk ile karsılaşmış. Topluluk telaş içindeymiş. Yaklaşmış ve oradakilerden birine neler olduğunu sormuş. Oradan birisi açıklamış, demiş ki: Burada şehrin tüm su ihtiyacını karşılayan bir kuyu var, ama kuyunun içinde de canavar var. Canavar suyu tutmuş, göndermiyor. Aşağıya kim indiyse bir türlü çıkamadı. Şimdi herkes korkuyor aşağı inmeye" Adam düşünmüş ve ilk satın aldığı nasihat aklına gelmiş. "Kaderde ne var ise o çıkar" aşağı inmeye karar vermiş. Aslında bu nasihatleri herkes bilir ama uygulayabilmemiz için belli bir bedel ödememiz gerekiyor.
İnince canavar hemen yakalamış ve yerine götürmüş. Demiş ki: "Buraya gelenlerin hepsine bir soru sordum ve bilemediler. Eğer sen bilirsen seni serbest bırakırım." Bir dizine sarışın ve dünya güzeli bir kadın, diğer dizine de kurbağa koymuş ve "söyle bakalım hangisi güzel?" demiş. Adam düşünürken aklına ikinci aldığı nasihat gelmiş ve "gönül kimi severse güzel odur" demiş. Bu cevap canavarın çok hoşuna gitmiş. Zira canavar,kurbağanın gözlerine aşıkmış. Adamı salmış ve suyu bırakmış. Almışlar krala götürmüşler ve ağırlığınca altın vermişler.
Adamımız yoluna devam etmiş ve nihayet evine varmış. Evinin camından içeri bakmış. Bir de ne görsün; karisi genç biri ile diz dize oturuyor. Hemen kılıcını çekmiş ve tam içeri girerken üçüncü nasihat aklına gelmiş "Hiçbir is aceleye gelmez". Kılıcını kınına koymuş ve içeri girmiş. Hoş beşten sonra karısına o genci sormuş. Kadın da: "bey sen gittiğinde ben hamileydim ve bir oğlumuz oldu. Bu genç senin oğlun" demiş.
KADERİNİZ ve YOLUNUZ AÇIK OLSUN, HAYAT ACELE ETMEYE GELMEZ.

MEVLANA

Hayal ve Gerçek (Öykü)
 Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve ne yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev , tam kalbinin sesiydi... 
İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir “0” ve “Dersten sonra beni gör”, uyarısı vardı.
-         Neden 0 aldım, diye merakla sordu hocasına çocuk.
-         Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal, dedi hocası.
-         Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkânsız. Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.”
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
-         Oğlum, dedi babası; “Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!”.
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına .
-         “Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin... Ben de hayallerimi...”


(Yılmaz, Hasan. Öğretmenim,Lütfen Bu kitabı Okur musun!, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya, 2002.)


Dört Mum (Öykü)
  Bir odada dört mum sessizce yanıyordu. O kadar derin bir sessizlik hüküm
sürüyordu ki odada, aralarındaki fısıltı şeklindeki konuşmalar bile
rahatlıkla işitiliyordu.
1. Mum "ben Barış'ım!" dedi. Ancak kimse benim sürekli yanık kalıp, etrafima
ışık saçabilmeme yardımcı olmuyor. Artık sönmek üzereyim... Ve sessizce
karanliğa gömülüverir...
2. Mum "ben İman'ım" der. Ama artık gerekli olduğuma inanmıyorum.. Yanık
kalmamın da bir kıymeti kalmadı, diye eklerken hafif bir esinti ışığını
söndürüverir.
3. Mum çok üzgündür. "Ben SEVGİ'yim" ama etrafıma ışık verecek gücüm kalmadı.
İnsanlar beni hep kenara itiyorlar. Kendilerine en yakın olanları bile
sevmemeye başladılar. Sessizce söner gider Sevgi mumu...
O sırada içeri aniden bir çocuk girer. 3 mumun söndüğünü görünce sebebini
sorar ve niçin sonuna kadar yanmadıklarına hayıflanarak ağlamaya başlar.
4. Mum, yumuşak ve yatışıtırıcı sesi ile çocuğa ağlamamasını söyler. "Korkma
ben etrafıma ışık saçtığım sürece diğerleri yeniden yanarlar ve onlar da
aydınlatmaya devam ederler. Zira ben UMUD'UM !" Gözleri parlayan çocuk umut
mumunu alır ve diğerlerini sevgiyle teker teker yakar.
İçinizdeki umut mumunun saçtığı ışığı asla söndürmeyin. Küçük çocuk gibi
diğer sönmek üzere olan üç mumun da sürekli yanık kalmalari için çaba
harcayın...



Yolumuzdaki Engeller (Öykü)
  Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.
Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti.
Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı .. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde .."Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır .." 

Vasiyet (Öykü)

Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak onlara vasiyette bulunur:
- Oğullarım, ben ölünce, birbirinize düşmemeniz için, size sahibi olduğum 17 deveyi paylaştırmak istiyorum. Miras olarak develerin yarısını büyük oğluma, üçte birini ortancaya, dokuzda birini ise küçük oğluma bırakıyorum.
Babalarının ölümünden sonra, mirası babalarının vasiyeti uyarınca paylaşmak üzere kardeşler bir araya gelirler. Fakat bir türlü işin içinden çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi pay edemezler. Çünkü 17 sayısı ne ikiye, ne üçe, ne de dokuza bölünebilir.
- Bu işin üstesinden ancak köyün tecrübe ehli, yaşlı bilgesi gelir, diye düşünüp ona giderek danışırlar.

Bilge kişi;
- Benim bir devem var, onu da alıp yeniden hesap yapın, der. Bu cömertliğe çok şaşıran oğullar, 18 deveyi pay etmeye girişirler. Önce ikiye bölerler, büyük oğul 9 develik payını alır. Sonra üçe bölerler, çıkan 6 deveyi de ortanca oğul alır. Daha sonra dokuza böldüklerinde 2 deveyi de küçük oğul alır. Ama bütün develeri paylaştıktan sonra ortada fazladan bir deve kalır yine...
Oğullar bu duruma da bir çözüm getirmesi için yeniden yaşlı bilgeye başvururlar. Bilge kişi güler ve :
- İyi öyleyse, der. Sorununuz çözümlendiğine göre ben de devemi geri alabilirim artık.
Bilge kişi bu hikâyede tıpkı “bilgi” gibi katalizör olarak olaya girer, çözümü sağladıktan sonra olaydan çıkar. Sorunu çözmede insanlara yardımcı olur, ama kendinden de bir şey eksilmez
devamını okuyunuz... >>

Annelerimizden öğrendiklerimiz


1)- İyi Yapılmış Bir İşi Taktir Etmeyi Öğrendik

"Bana bakin, çıkın birbirinizi dışarıda gebertin, evi daha
yeni temizledim...!!!"
2)- DUALARIN GÜCÜNÜ öğrendik:
"Yat kalk dua et ki baban müzik setinin bozulduğunu fark etmedi..."
3)- ZAMANA KARSI YARIŞMAYI öğrendik:
"O oyuncaklarını topla yoksa bi tekme attığım gibi hepsini karşı sahilden
toplarsın.."
4)-MANTIKLI DÜŞÜNMEYİ öğrendik:
"BEN ÖYLE DİYORSAM ÖYLEDİR...!!!"
5)- İLERİ GÖRÜŞLÜ OLMAYI öğrendik:
"Çıkmadan önce temiz bi Çamaşır giy.. yolda Allah korusun başına bişey
gelir
kirli külotla etrafa rezil olursun."
6)- HAYATIN TRAJİKOMİK YANLARINI öğrendik:
"Sen daha orda gülmeye devam et, birazdan ben seni tam güldürücem... "
7)- HAYATIN ÇELİŞKİLERLE DOLU OLDUĞUNU öğrendik:
"KAPA ÇENENİ VE ÇORBANI İÇ ...!!"
- DAYANIKLI OLMAYI öğrendik:
" O ıspanak bitene kadar sofradan kalkmak YOK..!!!"
9)- HAVA RAPORU TAHMİNİ YAPMAYI öğrendik:
" Su dağınıklığa bak... yabancı biri görse odanın ortasından kasırga
geçmiş
sanır..."
10)- ABARTMAYI öğrendik:
"Sana 500 bin defa söyledim kirli ayakkabılarınla içeri yürüme diye..!!"
11)- DAVRANIŞ PSİKOLOJİSİNİ öğrendik:
"Babana cekicegine biraz bana çekseydin noolurdu ..."
12)- OLAĞANÜSTÜ DURUMLARA HAZIRLIKLI OLMAYI öğrendik:
"Dinleme bakalım anne sözü dinleme...!!! 'Kafana meteor düşcek kenara
çekil' diye bağırsam onu bile dinlemezsin di mi......!!!!"
13)- KISKANMAYI öğrendik:
" Dünyada senin annen baban gibi mükemmel bi aileye sahip olmayan kaç
milyon çocuk var biliyor musun... ?!?!?"
devamını okuyunuz... >>

şu ''iki şey'' e ne dersiniz?

 İnsanı iki şey öldürürmüş:
1- Sevmediği insanın silahından gelen mermi
2- Sevdiği insandan gelmeyen ilgi

İki şey "Kalitesiz insan" 'ın özelliğidir:
...1-Şikayetçilik
2-Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2-Karşısındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller:
1-Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2-Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür:
1-Demagoji (laf kalabalığı)
2-Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı “Nitelikli İnsan” yapar:
1-İradeye hakim olmak
2-Uyumlu olmak

İki şey “Ekstra Değer” katar:
1-Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2-Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek


İki şey geri bırakır:
1-Kararsızlık
2-Cesaretsizlik

İki şey kaşif yapar:
1-Nitelikli çevre
2-Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1-Baskın yeteneği bulmak
2-Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır:
1-Ustalardan ustalığı öğrenmek
2-Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1-Niyetin saf olması
2-Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1-Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2-Hayata ve her şeye yeni (özgün,orijinal,farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek.

İki şey gelişmeyi engeller:
1-Aşırılık (mübalağa,abartı,ifrat,tefrit)
2-Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:
1-Tebessüm (gülümseme)
2-Sükut (susmak)

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1-Anne
2-Baba

İki şey geri alınmaz:
1-Geçen zaman
2-Söylenen söz

İki şey gerçek sondur:
1-Cennet
2-Cehennem

İki şey ulaşmaya değerdir:
1-Sevgi
2-Bilgi
devamını okuyunuz... >>