Orhan Veli ile İstanbul'da, Küllük adlı dergide, Cavit Yamaç tarafından tanıştırılan Rıfat Ilgaz, o an sadece gülümseyebilir. Halbuki üç senedir Orhan Veli'nin şiirlerini okumaktadır.
Orhan Veli ise "Philippe Soupault'u çok seviyorsunuz herhalde!" diyerek takılır O'na. Araya giren Cavit Yamaç "Rıfat'ın en iyi yanı Fransız şiirinden yararlanacak kadar Fransızca bilmemesidir!" sözleriyle Rıfat Ilgaz'ı savunur. Orhan Veli'nin bu 'suçlamasına' içerleyen şair yıllar sonra Fransızca'yı öğrendiği zaman, O şairle hiçbir benzerliği olmadığını düşünür.
Bu kötü başlangıç nedeniyle olsa gerek, uzun zaman araları iyi olmaz bu iki şairin. Hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında sık sık karşılaşırlar ve her seferinde sıkı bir tartışmaya girerler, şiir üzerine...
6 Ağustos 1945 gününü birlikte içerek, eğlenerek geçiren şairler, aynı gün Hiroşima'ya atılan atom bombasının zoruyla barış yapan Japonya ve Amerika gibi barışırlar.
Hatta ertesi yıl, öğretmenliğe tekrar dönebilmek için Ankara'ya giden Rıfat Ilgaz, Orhan Veli'nin Maarif Vekaleti Tercüme Bürosu'ndaki çevirmenlik işinden henüz ayrılmasını, yani işsiz olmasını fırsat bilerek hemen hemen her gün buluşur O'nunla.
Bu buluşmalardan birisi Ercüment Behzat'ın evinde gerçekleşir. Bir ara cebinden bir kağıt çıkarır Orhan Veli ve herkes susar. Çünkü bunun anlamı: 'Orhan Veli bir şiirini okuyacaktır.' Son yazdığı Lağımcı adlı şiirini okuyacağını söyleyerek, daha sonra Altındağ ismiyle yayımlanan şu şiiri okur:
Biri bir koca görür rüyasında:
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, şehire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
Şen yuva apartımanı, bodrum katı.
Kutu gibi bir dairede otururlar.
Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye;
Bulaşıksa kendi bulaşıkları.
Çocukları olur, nur topu gibi;
Elden düşme bir araba satın alınır.
Kızılay Bahçesi'ne gidilir sabahları;
Kumda oynasın diye küçük Yılmaz,
Kibar çocukları gibi.
Lağamcının hamam rüyasıdır,
Rüyaların en güzeli.
Uzanır yatar göbek taşına;
Tellaklar gelip dizilir yanıbaşına.
Biri su döker,
Biri sabunlar;
Elinde kese sıra bekler biri.
Yeni müşteriler girerken içeri,
Lağamcı,
Pamuklar gibi çıkar dışarı.
Orhan Veli, çevresindekilerden eleştiri beklerken, Rıfat Ilgaz'a el sallayan Mübin "Oooo! Hoş geldin Rıfat Ilgaz" der. Eve hep birlikte girildiği için herkes şaşırır. Olay daha sonra anlaşılır ki Rıfat Ilgaz'ın Çöpçü Ahmed'e yazdığı Vitrinler isimli şiire benzetmiştir Mübin bu şiiri... Rıfat Ilgaz'ın Vitrinler isimli şiiri ise şöyledir:
Yekpare camların arkasında
Soğuğa yağmura karşı gülen
kalın paltolu mankenler...
Birbirinizi süzer tepeden tırnağa
Karşılıklı gülersiniz!
teki aylık kazancını geçen
bir çift ayakkabı karşısında,
kötü şeyler düşünmezsin, biçimine hayranlıktır duyduğun,
unutursun su içinde yüzen ayaklarını.
Böyle gitmez ya bu işler,
gün gelir bir baltaya sap olursun.
kapısının önünde süpürge salladığın
o kara gözlüyü istersin anasından.
Şimdiden güveylik gömleğin seçilmeli,
bir de kırmızı boyunbağı ister.
Belediye'ye gittiğiniz gün.
Geçmiyesin, o tatlı günlere dalıp da
bir düğün sofrası kadar yüklü
aşçı camekanlarını.
Kim ne derse desin,
bir tavuk kızartması karşısında yakılır,
son sigara.
Hastanede ziyaret edilmekten ve bir yere giderken uğurlanmaktan hoşlanmayan Rıfat Ilgaz, hasta olduğu için tedavi olmak üzere İstanbul'a gidecektir. Önce Ankara'ya gelir, birkaç saat sonra kalkacaktır treni. Arkadaşlarını bulmak ümidiyle birkaç yere uğrar. Fahir Aksoy ile karşılaşır. İstanbul'a sanatoryuma gittiğini söyleyerek O'ndan ayrılır. Ve diğer dostlarını arar. İstasyona döndüğünde önce Fahir'i görür, ardından da Orhan Veli'yle çevresindeki birkaç arkadaşını. Fahir'in herkesi ayaklandırdığını düşünüp sıkılır ama, aynı trenle Orhan Veli'nin de İstanbul'a gideceğini öğrenince hem sevinir hem rahatlar.
Trenin kalkmasını bekleyeceğimize, biz bir başka zamana gidelim. Henüz altı yaşındaki oğlu Aydın'ı gezdirmek için Beyoğlu'na getiren Rıfat Ilgaz, yolda Orhan Veli'yle karşılaşır. Biraz şakalaşırlar, çoğunlukla da Nurullah Ataç'a takılırlar. Bir ara yere çömelerek Aydın'ın saçlarını okşar Orhan Veli. Çekingen bir çocuk olmasına karşın hiç yabancılık çekmemesine şaşıran babası: "Bak Aydın! Bu amca var ya, bu amca..." diye onları tanıştırmaya çalışırken Aydın konuşur: "Orhan Amca"
Her ikisi de şaşırır, altı yaşındaki çocuğun Orhan Veli'yi tanımasına. Hayatında ilk kez Beyoğlu'na gelen bu çocuk, daha önce de O'nunla tanışmış olamazdır. Ama iş sonradan anlaşılır: "Demek tanıyorsun haa! Çok güzel! Peki nereden tanıyorsun?" "Doğan Kardeş'ten!"
Gerçekten de Doğan Kardeş dergisi, La Fontaine'nin şiirlerini çeviren Orhan Veli'yi 'Orhan Amca' ismiyle tanıtmış ve bir de resmini yayımlamıştır. Sonuç olarak Orhan'ı bilen Aydın, Veli'yi de o gün öğrenir.
Bizler de yeni şeyler öğrenebilmek için hemen Ankara'ya dönmeliyiz, hareket etmeden önce ancak yakalayabiliriz treni.
Trene kendisinden önce binmek isteyen Rıfat Ilgaz'a "Bulurum seni içeride" diyerek seslenir Orhan Veli.
Boş bulduğu bir kompartımana girer Rıfat Ilgaz. Çantasını yerleştirdikten sonra cam kenarına oturduğunda, karşısında şair Salih Zeki Aktay'ı görür.
Kısa süren bakışmalardan sonra konuşmaya başlarlar. Rıfat Ilgaz'ın kim olduğunu bilmeden, sanat ve edebiyat üzerine konuşan Salih Zeki, öğretmenlere verip veriştirir. Türkçe edebiyat öğretmeni olan Rıfat Ilgaz, şairin matematik öğretmenlerinden şikayetçi olduğunu düşünür önce ama, çember darala darala edebiyat öğretmenliğine gelir.
"Hiç okumazlar efendim! Ellerinde bir kitap göremezsiniz. Nasıl edebiyat öğretmeni olmuş bunlar okumadan! Ne şiirden anlarlar, ne şairden... Postadan bir dergi, bir kitap beklemezler. Tek bekledikleri şey ay başıdır. Memurdur bunlar efendim, edebiyat memuru!..."
Tam o sırada içeri giren Orhan Veli, konuşmayı bölmüştür. Rıfat Ilgaz'ın yanına oturur. Ne çanta, ne eşya. Elinde yalnızca büyük bir rakı şişesi vardır. O da arkadaşları tarafından yolluk olarak verilmiş ve dostunu bulana kadar yarısı içilmiştir. Ortak dostlarından konuşurlar bir süre. Salih Zeki ise hiç hoşlanmamıştır yeni gelen gençten. Bir fırsatta "Nereden buldun üstadı?" diye sorar Orhan Veli;
"Kendisi gelmiş, burada karşılaştık."
"İyisin İstanbul'a kadar, hadi!"
"Eee ne yapalım. Yolculuk bu!"
Daha fazla durmak istemeyen Orhan Veli, restorana bakmak üzere kalkar ve çıkarken tekrar uğrayacağını söyler.
Konuşmasını kestiği için sinirli bir şekilde "Kim bu genç?" diye sorar Salih Zeki.
"Orhan Veli"
"Yani... ne iş yapar?"
"Şiir yazar, şairdir"
Altı yaşındaki oğlunun bile tanıdığı Orhan Veli'yi Salih Zeki'nin tanımamasına, ismini duymamasına şaşırır Rıfat Ilgaz.
Kısa bir sürelik suskunluktan sonra söze Rıfat Ilgaz başlar. Pek çok kitap hakkında konu açar, Cemal Bey'in yayımladığı Yeni Mecmua'nın bir sayısında okuduğu Salih Zeki'nin şiiri ile ilgili konuşur. O'nun bu konuşmalarından etkilenen Salih Zeki sorar:
"Siz ne iştesiniz? Vazifeniz?"
"Boğazlayanda öğretmenim! Memur... yani Edebiyat Memuru..."
alıntıdır...
devamını okuyunuz... >>
Orhan Veli ise "Philippe Soupault'u çok seviyorsunuz herhalde!" diyerek takılır O'na. Araya giren Cavit Yamaç "Rıfat'ın en iyi yanı Fransız şiirinden yararlanacak kadar Fransızca bilmemesidir!" sözleriyle Rıfat Ilgaz'ı savunur. Orhan Veli'nin bu 'suçlamasına' içerleyen şair yıllar sonra Fransızca'yı öğrendiği zaman, O şairle hiçbir benzerliği olmadığını düşünür.
Bu kötü başlangıç nedeniyle olsa gerek, uzun zaman araları iyi olmaz bu iki şairin. Hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında sık sık karşılaşırlar ve her seferinde sıkı bir tartışmaya girerler, şiir üzerine...
6 Ağustos 1945 gününü birlikte içerek, eğlenerek geçiren şairler, aynı gün Hiroşima'ya atılan atom bombasının zoruyla barış yapan Japonya ve Amerika gibi barışırlar.
Hatta ertesi yıl, öğretmenliğe tekrar dönebilmek için Ankara'ya giden Rıfat Ilgaz, Orhan Veli'nin Maarif Vekaleti Tercüme Bürosu'ndaki çevirmenlik işinden henüz ayrılmasını, yani işsiz olmasını fırsat bilerek hemen hemen her gün buluşur O'nunla.
Bu buluşmalardan birisi Ercüment Behzat'ın evinde gerçekleşir. Bir ara cebinden bir kağıt çıkarır Orhan Veli ve herkes susar. Çünkü bunun anlamı: 'Orhan Veli bir şiirini okuyacaktır.' Son yazdığı Lağımcı adlı şiirini okuyacağını söyleyerek, daha sonra Altındağ ismiyle yayımlanan şu şiiri okur:
Biri bir koca görür rüyasında:
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, şehire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
Şen yuva apartımanı, bodrum katı.
Kutu gibi bir dairede otururlar.
Ne çamaşıra gidilir artık, ne cam silmeye;
Bulaşıksa kendi bulaşıkları.
Çocukları olur, nur topu gibi;
Elden düşme bir araba satın alınır.
Kızılay Bahçesi'ne gidilir sabahları;
Kumda oynasın diye küçük Yılmaz,
Kibar çocukları gibi.
Lağamcının hamam rüyasıdır,
Rüyaların en güzeli.
Uzanır yatar göbek taşına;
Tellaklar gelip dizilir yanıbaşına.
Biri su döker,
Biri sabunlar;
Elinde kese sıra bekler biri.
Yeni müşteriler girerken içeri,
Lağamcı,
Pamuklar gibi çıkar dışarı.
Orhan Veli, çevresindekilerden eleştiri beklerken, Rıfat Ilgaz'a el sallayan Mübin "Oooo! Hoş geldin Rıfat Ilgaz" der. Eve hep birlikte girildiği için herkes şaşırır. Olay daha sonra anlaşılır ki Rıfat Ilgaz'ın Çöpçü Ahmed'e yazdığı Vitrinler isimli şiire benzetmiştir Mübin bu şiiri... Rıfat Ilgaz'ın Vitrinler isimli şiiri ise şöyledir:
Yekpare camların arkasında
Soğuğa yağmura karşı gülen
kalın paltolu mankenler...
Birbirinizi süzer tepeden tırnağa
Karşılıklı gülersiniz!
teki aylık kazancını geçen
bir çift ayakkabı karşısında,
kötü şeyler düşünmezsin, biçimine hayranlıktır duyduğun,
unutursun su içinde yüzen ayaklarını.
Böyle gitmez ya bu işler,
gün gelir bir baltaya sap olursun.
kapısının önünde süpürge salladığın
o kara gözlüyü istersin anasından.
Şimdiden güveylik gömleğin seçilmeli,
bir de kırmızı boyunbağı ister.
Belediye'ye gittiğiniz gün.
Geçmiyesin, o tatlı günlere dalıp da
bir düğün sofrası kadar yüklü
aşçı camekanlarını.
Kim ne derse desin,
bir tavuk kızartması karşısında yakılır,
son sigara.
Hastanede ziyaret edilmekten ve bir yere giderken uğurlanmaktan hoşlanmayan Rıfat Ilgaz, hasta olduğu için tedavi olmak üzere İstanbul'a gidecektir. Önce Ankara'ya gelir, birkaç saat sonra kalkacaktır treni. Arkadaşlarını bulmak ümidiyle birkaç yere uğrar. Fahir Aksoy ile karşılaşır. İstanbul'a sanatoryuma gittiğini söyleyerek O'ndan ayrılır. Ve diğer dostlarını arar. İstasyona döndüğünde önce Fahir'i görür, ardından da Orhan Veli'yle çevresindeki birkaç arkadaşını. Fahir'in herkesi ayaklandırdığını düşünüp sıkılır ama, aynı trenle Orhan Veli'nin de İstanbul'a gideceğini öğrenince hem sevinir hem rahatlar.
Trenin kalkmasını bekleyeceğimize, biz bir başka zamana gidelim. Henüz altı yaşındaki oğlu Aydın'ı gezdirmek için Beyoğlu'na getiren Rıfat Ilgaz, yolda Orhan Veli'yle karşılaşır. Biraz şakalaşırlar, çoğunlukla da Nurullah Ataç'a takılırlar. Bir ara yere çömelerek Aydın'ın saçlarını okşar Orhan Veli. Çekingen bir çocuk olmasına karşın hiç yabancılık çekmemesine şaşıran babası: "Bak Aydın! Bu amca var ya, bu amca..." diye onları tanıştırmaya çalışırken Aydın konuşur: "Orhan Amca"
Her ikisi de şaşırır, altı yaşındaki çocuğun Orhan Veli'yi tanımasına. Hayatında ilk kez Beyoğlu'na gelen bu çocuk, daha önce de O'nunla tanışmış olamazdır. Ama iş sonradan anlaşılır: "Demek tanıyorsun haa! Çok güzel! Peki nereden tanıyorsun?" "Doğan Kardeş'ten!"
Gerçekten de Doğan Kardeş dergisi, La Fontaine'nin şiirlerini çeviren Orhan Veli'yi 'Orhan Amca' ismiyle tanıtmış ve bir de resmini yayımlamıştır. Sonuç olarak Orhan'ı bilen Aydın, Veli'yi de o gün öğrenir.
Bizler de yeni şeyler öğrenebilmek için hemen Ankara'ya dönmeliyiz, hareket etmeden önce ancak yakalayabiliriz treni.
Trene kendisinden önce binmek isteyen Rıfat Ilgaz'a "Bulurum seni içeride" diyerek seslenir Orhan Veli.
Boş bulduğu bir kompartımana girer Rıfat Ilgaz. Çantasını yerleştirdikten sonra cam kenarına oturduğunda, karşısında şair Salih Zeki Aktay'ı görür.
Kısa süren bakışmalardan sonra konuşmaya başlarlar. Rıfat Ilgaz'ın kim olduğunu bilmeden, sanat ve edebiyat üzerine konuşan Salih Zeki, öğretmenlere verip veriştirir. Türkçe edebiyat öğretmeni olan Rıfat Ilgaz, şairin matematik öğretmenlerinden şikayetçi olduğunu düşünür önce ama, çember darala darala edebiyat öğretmenliğine gelir.
"Hiç okumazlar efendim! Ellerinde bir kitap göremezsiniz. Nasıl edebiyat öğretmeni olmuş bunlar okumadan! Ne şiirden anlarlar, ne şairden... Postadan bir dergi, bir kitap beklemezler. Tek bekledikleri şey ay başıdır. Memurdur bunlar efendim, edebiyat memuru!..."
Tam o sırada içeri giren Orhan Veli, konuşmayı bölmüştür. Rıfat Ilgaz'ın yanına oturur. Ne çanta, ne eşya. Elinde yalnızca büyük bir rakı şişesi vardır. O da arkadaşları tarafından yolluk olarak verilmiş ve dostunu bulana kadar yarısı içilmiştir. Ortak dostlarından konuşurlar bir süre. Salih Zeki ise hiç hoşlanmamıştır yeni gelen gençten. Bir fırsatta "Nereden buldun üstadı?" diye sorar Orhan Veli;
"Kendisi gelmiş, burada karşılaştık."
"İyisin İstanbul'a kadar, hadi!"
"Eee ne yapalım. Yolculuk bu!"
Daha fazla durmak istemeyen Orhan Veli, restorana bakmak üzere kalkar ve çıkarken tekrar uğrayacağını söyler.
Konuşmasını kestiği için sinirli bir şekilde "Kim bu genç?" diye sorar Salih Zeki.
"Orhan Veli"
"Yani... ne iş yapar?"
"Şiir yazar, şairdir"
Altı yaşındaki oğlunun bile tanıdığı Orhan Veli'yi Salih Zeki'nin tanımamasına, ismini duymamasına şaşırır Rıfat Ilgaz.
Kısa bir sürelik suskunluktan sonra söze Rıfat Ilgaz başlar. Pek çok kitap hakkında konu açar, Cemal Bey'in yayımladığı Yeni Mecmua'nın bir sayısında okuduğu Salih Zeki'nin şiiri ile ilgili konuşur. O'nun bu konuşmalarından etkilenen Salih Zeki sorar:
"Siz ne iştesiniz? Vazifeniz?"
"Boğazlayanda öğretmenim! Memur... yani Edebiyat Memuru..."
alıntıdır...