İSTİKLAL MARŞI’NIN TAHLİLİ
19. asrın ikinci yarısında Avrupa’daki birçok ülkenin bayrak törenlerinde, bayrak göndere çekilirken bando eşliğinde bir millî marş okunuyordu. Oysa Osmanlılarda böyle bir gelenek yoktu. Yönetim sistemini, müesseselerini, insan hak ve hürriyetlerini 20. asır Avrupa devletleri gibi oluşturmaya çalışan TBMM bu eksiği kapamak amacıyla millî marş yarışması düzenledi ve Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı başlıklı şiirini 12 Mart 1921’de birinci seçerek bestelenmesini ve ilk iki kıtasının bayrak törenlerinde okunması sağlandı.
Şüphesiz ki bu şiir hem sanat değeri yüksek bir edebî eserdir hem de yedi yüz yıllık anlı şanlı bir maziye sahip devletinin çöküşüne hayal kırıklığı ve gurur ezikliğiyle tanıklık eden o devir insanımızın çektiği ıstırapları yansıtır. Aynı zamanda bu şiirde o devirlerde yaşayan Türk milletinin ruhu; vatan, millet, bayrak ve hürriyet sevgisi lirik ve epik bir üslupla ifade edilir.
Kurtuluş Savaşı yıllarındaki memleketimizin durumunu; on yıllar boyu süren savaşlar nedeniyle ümitsiz – hayalsiz kalmış milletimizin yılgın ve bıkkın ruh hâlini ve ayrıca Akif’in bu şiiriyle ne yapmak istediğini layıkıyla anlayamayanlar, bir sanat abidesi kabul ettiğim İstiklâl Marşı’nı “Millî marş ‘korkma’ gibi bir kelimeyle başlamaz.” diyerek eleştirme cüretini göstermişlerdir.
Şunu unutmamalıyız ki bu şiirin yazıldığı günlerde memleket işgal altındaydı, halkımız İstanbul ve Ankara hükümetleri arasında tercih yapma ikilemi nedeniyle kararsız ve moralsizdi. Ordumuz ise istilâcı güçlere karşı henüz büyük ve önemli bir zafer kazanmamıştı. 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz’un milletimize kazandırdığı o muhteşem moral ve heyecana bir yıldan fazla zaman vardı.
İşte bu kargaşa ve belirsizlik ortamında Akif, İstiklâl Marşı’yla millî duyguları pekiştirmeyi, halkımızın milliyetçilik duygularını uyandırmayı ve en önemlisi de Türk insanına özgüven kazandırarak onların moralini yüksek tutmayı amaçlamıştır. Akif’in, şiire ‘korkma’ ünlemesiyle başlamasının sebebi budur.
Cumhuriyet dönemine damgasını vuran ve halkımız tarafından çok sevilen bu şiirin edebî başarısı hiç şüphesiz ki Akif’in sanat dehasından ve o zalim zamanları bilfiil yaşamasından kaynaklanmaktadır. 1873’te doğan Akif, Balkan Harbi faciasına, Çanakkale’de yüz binlerce gencimiz şehadetine, başta İstanbul olmak üzere birçok şehrimizin işgal edilmesi felâketine tanık olmuştur. Gafilliği ve ihaneti, katliamı ve vahşeti görmüş, fakirliği ve sefaleti, zulümleri ve ölümleri çok sevdiği milletiyle birlikte yaşamıştır. Zalim zamanların mazlum bedenlere açtığı onulmaz yaraların acısını ve asil ruhlardaki derin tahribatın ıstırabını halkıyla birlikte hissetmiştir.
Bu durumda biçim yönünden kusursuz ve içerik yönünden dopdolu böylesine mükemmel bir şiiri Akif’ten başka kim yazabilirdi?
Bu girişten sonra âdet olduğu üzere İstiklâl Marşı’nın ilk kıtasını yazalım ve şiir hakkındaki görüşlerimizi, tespitlerimizi ve yorumlarımızı beyan edelim.
İSTİKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak.
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bir şiir tahlil edilirken dıştan içe gidilmelidir. Yani önce o şiirin biçim özellikleri üzerinde durulmalı, daha sonra içeriğe geçilmelidir. Biz de bu ilkeye uyarak şiirin şekil özellikleri hakkındaki tespitlerimizi kısa iki paragrafla vurguluyoruz.
İstiklâl Marşı, Divan şiirindeki “murabba” nazım şeklinden esinlenerek oluşturulan 10 kıtalık bir şiirdir. Dokuz kıtası, yukarıya aldığımız ilk kıta gibi dörtlükler hâlindedir ve dizeler “a,a,a,a” şeklindeki düz diziliş dediğimiz tarzda kafiyelenmiştir. Son kıta “a,a,a,b,a” kafiye dizilişiyle yazılan beşliktir. Son kıtanın beş dizelik oluşu elbette ki tesadüf değildir. Akif bu seçimi 41 dizeye ulaşmak, dolayısıyla ‘kırk bir kere maşallah’ deyişini anımsatmak amacıyla yapmıştır.
Şekil yönünden Divan edebiyatı geleneklerine bağlı olan Akif, eski şiirin prensiplerine uygun olarak şiirin tamamında yarım kafiye hiç kullanmamış, ağırlıklı olarak tam, bazen de zengin kafiyeye yer vermiştir. Yine Divan şiirinde kullanılan aruz ölçüsünü tercih etmiş ve bu şiiri aruzun failatün (feilatün) feilatün, feilatün, fa’lün (feilün) kalıbıyla kaleme almıştır.
Şimdi şiirin içerik özelliklerine geçelim.
ilk dörtlükte üzerinde durulup yorumlanması gereken beş sözcük vardır: Korkmak, şafak, sönmek, sancak ve yıldız.
Önceden belirttiğimiz gibi şair, eserine milletinin endişe etmemesi gerektiğini vurgulayan “korkma” sözüyle başlıyor. Böylece Akif milletine ümit, özgüven, inanç telkin ediyor.
Şiirin temel malzemesi kelimeler olduğu için şiir anlam ve ses sanatıdır. Anlam sanatıdır çünkü kelimeler somut veya soyut varlıkların dildeki karşılıklarıdır. Şair duygu ve düşüncelerini ifade ederken öyle kelimeler seçmeli ve onları öylesine yerli yerinde kullanmalıdır ki okuyucunun zihninde birden fazla çağrışım, hayal, telkin ve ima yaratabilmeli, ayrıca gözler önüne değişik ve özgün tablolar serebilmelidir. Bu fikrimizin doğruluğunu İstiklâl Marşı’nda iki defa kullanılan bir kelimeyle kanıtlamaya çalışalım.
“Şafak” kelimesi Arapça asıllıdır ve bu dildeki anlamı güneş kavuştuktan sonra batı ufkunda oluşan kızıllıktır. Oysa biz bu kelimeyi tam karşıt anlamda ‘güneş doğmadan önce doğu ufkunda beliren aydınlık’ anlamında kullanıyoruz. Akif bu sözcüğü ilk dörtlükte Arapçadaki, son dörtlükte ise Türkçedeki anlamıyla kullanarak iki farklı manzara çiziyor.
İlk dörtlükte “şafaklarda yüzen bayrak” sözleriyle resmedilen tablo şudur: Güneş yeni kavuşmuştur, batı ufkunda oluşan kızıllık içinde dalgalanan ay yıldızlı bayrağımız rengi ve biçimiyle tam olarak seçilmektedir. Fakat herkesçe malumdur ki zaman geçtikçe şafak kızıllığı kaybolup yerini gecenin koyu siyahı alacak ve bayrağımız görünmez olacaktır. Akif bu doğal tabiat olayı ile o devirde yaşayan insanımızın istikballe ilgili endişeleri arasında paralellik kurmaktadır. Öyle ya, Osmanlının üç kıtaya hükmettiği o şaşalı günler geride kalmış, koca imparatorluk çökmüş, payitaht işgal edilmiştir. Böyle bir ortamda devletin yok oluşu kaçınılmaz bir sondur. Zaman geçtikçe şafakta görüntüsü kaybolan bayrak gibi devletimiz de bağımsızlığını kaybedecektir.
Son dörtlükte geçen “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl” dizesindeki tablo ise çok farklıdır. Güneş henüz doğmamıştır ama gecenin koyu siyahı şafakla birlikte sona ermiş ve sarı, pembe, turuncu, kırmızı gibi şafak renkleri doğu ufkunu dalga dalga aydınlatmaya başlamıştır. Bu renkli aydınlık içinde şanlı bayrağımız da doğal olarak rengi ve biçimiyle seçilmeye başlamıştır. İşte o anda dalga dalga oluşu ve renginden dolayı şafaklara benzeyen bayrağı gören herkesçe malumdur ki karanlık az sonra tamamen sona erecektir. Böylece aydınlık zamanlar başlayacak, Türk milleti bağımsızlığının ve hürriyetinin sembolü olan bayrağının gölgesinde hür ve mesut yaşayacaktır.
Daha önce şiirin aynı zamanda ses sanatı olduğunu söylemiştik. Evet, şiir ses sanatıdır çünkü kelimeler seslerden oluşan ses gruplarıdır. Şair kelimeleri seçerken bu özelliğe de dikkat etmeli; sesleri, anlamı pekiştiren öğeler olarak kullanmalıdır. “Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl” dizesinde “l” sesiyle aliterasyon yapılırken sözcüklerde kalın ve ince ünlü öbekleri ahenk yaratacak şekilde ve bayrağın dalgalanmasını hissettirecek biçimde “aaa e e aaa ii e aı ia” sıralamasıyla kullanılmıştır. Ayrıca bu dizede rahatlama, sevinç, mutluluk ve kendine güven sezilmektedir.
Şimdi “sönmek” sözcüğüne geçebiliriz.
Dostlarımıza: “Kırmızı, sana neyi çağrıştırıyor?” diye sorsak “elma, nar, yanak, bayrak, otomobil, karanfil, kazak…” gibi çok farklı cevaplar alırız. Fakat “bayrak ve kırmızı” sözcüklerini birlikte kullandığımızda Türk insanının zihnindeki tek çağrışım “kan, şehit kanı” olur.
Yetenekli ve büyük şairler boyun serviye, kaşın hilale, dişin inciye benzetilmesi gibi basmakalıp ve demode teşbihlerden kaçınırlar. Akif de herkesçe bilinen ve sıkça kullanılan “bayrak-kan” çağrışımını kullanmıyor aksine çok farklı ve özgün bir benzetmeden yararlanıyor. Diyeceksiniz ki nedir bu benzetme? Elbette ki bayrağın aleve benzetilmesi… Burada şöyle bir soru akla gelebilir: İlk dörtlükte “alev” sözcüğü geçmiyor; bunu da nereden çıkardın?
Tabii ki “sönmek ve ocak” sözcüklerinden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder