SU KASİDESİ ÇÖZÜMLEMESİ
Kaynak: Bilinmiyor
SU KASİDESİ
Der Na’t-i Hazret-i Nebevi
Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denli tutuşan odlare kılmaz çare su
Âb-gûndur günbed-i devvar rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvare su
Zevk-i tiğinden aceb yok olsa gönlüm çak çak
Kim mürur ilen bırakır rahneler divare su
Suya versin bağ-ban gül-zarı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gül-zare su
Ohşadabilmez gubarını muhharir hattına
Hame tek bakmaktan inse gözlerine kare su
Arızın yadiyhle nem-nak olsa müjganım nola
Zayi olmaz gül temennasiyle vermek hare su
Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima
Parmağından verdiği şiddet günü Ensar’e su
Eylemiş her katreden bin bahr-i rahmet mevc-hiz
El sunup urgaç vuzu için gül-i ruhsare su
Hâk-i payine yetem der ömrlerdir muttasil
Başini taştan taşa urup gezer avare su
Zerre zerre hâk-i der-gâhina ister sala nûr
Dönmez ol der-gâhtan ger olsa pâre pâre su
Zikr-i na’tin virdini derman bilir ehl-i hatâ
Eyle kim def’-i humar için içer mey-hâre su
Yâ Habibu’llah yâ hayru’l-beşer müştâkinim
Eyle kim leb-teşneler yanip diler hemvâre su
Sensin ol bahr-i keramet kim şeb-i Mirâc’da
Şeb-nem-i feyzin yetirmiş sâbit ü seyyâre su
Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânıma
Var ümîdim ebr-i ihsânın sepe ol nâre su
Yümn-i na’tinden güher olmuş Fuzûli sözleri
Ebr-i nîsandan dönen tek lü’lü-i şeh-vâre su
Hâb-i gafletten olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Hâb-ı hasretten dökende dîde-i bîdâre su
Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam
Çeşme-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su
Gam günü etme dil-i bîmârdan tiğin diriğ
Hayrdır vermek karanu gecede bîmâre su
İste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et
Susuzum bir kez bu sahrâda benim’çün ara su
Ben lebin müştâkiyim zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su
Ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Aşık olmuş gâliba ol serv-i hoş-reftare su
Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vâre su
Dest-busı arzusiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
İçmek ister bölübülün kanın meger bir reng ile
Gül budağının mizâcına gire kurtare su
Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktida kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su
Seyyid-i nev’-i beşer deryâ-yi dürr-i istifâ
Kim sepiptir mu’cizâtı âteş-i eşrâre su
Kılmak için tâze gül-zâr-i nübüvvet revnâkın
Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâre su
Mu’cizi bir bahr-i bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâre su
Fuzuli
Günümüz Türkçesiyle:
1. Ey gözüm, gönlümdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma. Çünkü böyle, alev alev tutuşan ateşlere su fayda vermez.
2. Şu dönen gökyüzü kubbesinin rengi su renginde midir? Yoksa gözümden akan yaşlar mı bu dönen kub¬beyi kaplamıştır, bilemiyorum.
3. Senin kılıç gibi keskin bakışlarının zevkinden gönlüm parça parça olsa şaşılır mı? Su da akarken duvarlarda yarıklar bırakır.
4. Yaralı gönül senin ok temrenine benzeyen kirpiklerinin adını korkarak söyler. Nitekim hasta olan da suyu korkarak, sakınarak azar azar içer.
5. Bahçevan boşuna yorulmasın; gül bahçesini sele versin, mahvetsin. Çünkü bin gül bahçesini sulasa, senin yüzün gibi bir gül açılmaz.
6. Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, uğraşmaktan gözlerine kalem gibi kara su inse, kör olsa, yine de gubar yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez.
7. Güle benzeyen yanağını hatırlayınca ağlarım, kirpik¬lerim ıslansa ne zararı var? Çünkü gül elde etmek için dikene su verilirse boşa gitmez.
8. Gamlı, acılı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme, karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir, sevaptır.
9. Gönül, sevgilinin ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste; onun yokluğunda ateşini, arzunu söndür. Susuzum, bu aşk çölünde bir kez de benim için su ara.
10. Ben sevgilinin dudağına susamışım, sofular ise kevser isterler. Tıpkı sarhoşa şarap içmek, ayık olana da su içmek hoş geleceği gibi.
11. Su galiba o güzel, salınan selvi boylu güzele âşık olmuş ki, her an durmadan onun bulunduğu cennet gibi bahçede dolaşıyor.
12. Sevgilinin bulunduğu yere gitmesin diye toprak olup suyun yolunu tutmalıyım. Çünkü su da benim rakibimdir, oraya gitme-sine göz yumamam.
13. Dostlarım, eğer sevgilinin elini öpemeden, bu arzuyla ölürsem, toprağımdan testi yapıp onunla sevgiliye su verin.
14. Selvi, kumrunun yalvarışına aldırmıyor, dik başlılık ediyor. Eğer su eteğine sarılır, ayağına kapanır ve yalvarırsa, belki onu bu inatçılığından vazgeçirebilir.
15. Gülün dikenli dalı, bülbülün kanını içmek istiyor. Su, bir hile ile gül dalının damarına girer, onun isteğine göre davranırsa belki bülbülü kurtarabilir.
16. Su, Hz. Muhammed'in gösterdiği yola, Müslümanlığa uymakla temiz yaratılışını bütün dünyaya apaçık göstermiştir.
17. Hz. Muhammed insan cinsinin efendisi, seçkin incile¬rin çıktığı denizdir. Onun mucizeleri, kötülerin ateşine su serpip söndürmüştür.
18. Peygamberlik bahçesinin parlaklığını tazelemek için Hz. Muhammed'in mucizesiyle sert taş su çıkarmıştır.
19. Onun mucizeleri âlemde ucu bucağı olmayan engin bir denizdir. Bu denizden kâfirlerin binlerce tapınağını su basıp ateşlerini söndürmüştür.
20. En şiddetli, yakıcı günde parmağından Ensar'ına su verdiğini kim işitse, şaşkınlıktan parmağını ısırır.
21. Onun dostu yılan zehiri içse Âb-ı Hayat olur. Düşmanı ise su içse, içtiği su yılan zehrine döner.
22. Hz. Peygamber abdest alırken avucundaki suyu yana¬ğının gülüne vurunca, bunun her damlasından binler¬ce merhamet denizi dalgalanmıştır.
23. Su ömürler boyunca Hz. Peygamberin ayağının topra¬ğına erişeyim diye başını taştan taşa vurarak başıboş gezer, dolaşır.
24. Su, zerre zerre Peygamberin eşiğinin toprağını parlatıp nurlandırmak ister. Parça parça da olsa o eşiğe varmak isteğinden dönmez.
25. Sarhoşlar, baş ağrılarını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlarda naatını dillerinden düşürmemeyi dertlerine derman bilirler.
26. Ey Tann'nın sevgilisi, insanlığın hayırlısı! Dudağı susamışlar yanıp nasıl durmadan su isterlerse, ben de seni istiyorum.
27. Sen öyle bir iyilik ve bağış denizisin ki, Miraç gecesinde bolluk ve bereketinin çiğ taneleri yıldızlara ve gezegenlere su yetiştirmiştir.
28. Türbeni tamir edip yenileyen mimara su gerekse güneşin pınarından her an çağıl çağıl berrak sular iner.
29. Cehennem korkusu yanan gönlümü üzüntü ateşleriyle doldurmuş. Bağışlama bulutunun bu ateşlere su serpip söndüreceğin-den umutlanıyorum.
30. Nisan yağmurunun büyük, değerli inciye dönüşmesi gibi, Fuzûlî'nin sözleri de senin naatının bereketinden inci olmuştur.
31. Kıyamet günü gaflet uykusundan uyandığında, ayrılık gözyaşlarını uyanık gözümü suya boğarken
32. Bu günde bağışından nasipsiz kalmayacağını, sana kavuşma pınarının yüzünü görmeye susamış olan bana, su vereceğini umu-yorum.
Fuzûlî
Şiir ve Zihniyet: 16. yüzyıl, klasik şiirin İran şiirinin etkisinden kurtulup ken¬di geleneğini oluşturduğu bir dönemdir. Fuzûlî ve Bakî bu yüzyılın şiirdeki zirve isimleridir. Klasik Türk şiirinin en büyük şairlerinden biri olan Fuzûlî, şiirleriyle yalnız Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatının da klasikleri arasına girmiştir.
Okuduğunuz şiir, hem aşk şairi olan Fuzûlî'nin hem de divan şiiri ge¬leneğinin aşk anlayışını yansıtması bakımından önemlidir. Fuzûlî'nin işlediği aşk, daha önce Bakî'nin incelediğimiz örnek gazelinde ele al¬dığı beşeri aşktan farklıdır. Onun ele aldığı aşk maddi, beşeri aşktan başlayarak dinî, tasavvufi bir anlayışla yoğrulan ilâhi aşka geçen bir aşktır.. Şair bu kasidede ta-savvufi bir anlayış ve samimi bir duyguy¬la Allah'ın gönderdiği son peygamber olan Hz. Muhammed'e duyduğu coşkulu bir sevgi, saygıyı ve ona kavuşma arzusunu dile getirmiştir.
Hem dinî hem din dışı mecrada yürüyen divan şiiri geleneğini, besleyen birçok kaynak arasında İslam dini, Kur'an-ı Kerim, Hz. Muhammed'in hayatı, mucizeleri ve sözleri önemli bir yer almaktadır. Metinde, Hz. Muhammed'in mucizeleri (18, 19 ve 20. beyitler), miraca yükselmesine (27. beyit) de yer verilmiştir, İslam kültürünün ve peygamber sevgisinin Türk kültürüne etkisini, dolayısıyla divan şiirine yansımasını bu şiirde baştan sona hissetmek mümkündür.
Şiirde Peygamberi seven ve ona ulaşmaya çalışan birini temsil eden "su"; Mevlana'nın Mesnevi'sindeki "ney" gibidir, yani bir semboldür.
Bilindiği gibi divan şiiri geleneğinde aşk, "âşık, maşuk, rakip" (seven, sevilen ve âşığın rakibi) üçlüsü etrafına şekillenir ve anla-tılır. Şiirin 12. beytinde değinilen bu aşk üçgeni, hem dönemin hem de genel ola¬rak divan şairlerinin aşka bakış açılarını yan-sıtması bakımından büyük önem taşır.
Yukarıda anlattıklarımızı edebî eser - zihniyet bağlamında değerlen¬dirirsek; 16. yüzyıla ait bu eserden hareketle dönemim sanat eserlerin¬de İslâmi temaların da yer aldığı sonucuna varabiliriz.
Şiirde Ahenk: Şiirde ritim ve ahenk; geleneksel araçlar olan kafiye, redif ve aruz ölçüsüyle sağlanmıştır. Aruz ölçüsünün "fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün" kalıbının kullanıldığı şiirde "-e su" sesleri redifi, "-âr" sesleri zengin uyağı oluşturmuştur ( â = a+a). Divan şiirinde gazel kafiye düzeni dediği¬miz "aa, ba, ca, da ..." kafiye düzeni bu şiirde de kullanılmıştır.
a........odlaresu
a.........çâre su
b.....bilmezem ( "-âr" —> zengin uyak)
a....devvâresu ( "-e su" -> redif)
c.......çâk çâk
a......dîvâresu
Şiire ritim katan diğer bir unsur ise bir suyun akışını andıran "Dest-bûsi arzûsiyle ger ölsem dostlar / Kûze eylen toprağum sunun anunla yâre su" dizelerindeki "z, s" seslerinin tekrarıyla oluşan aliterasyondur.
Şir Dili: Coşku ve heyecanı dile getiren metinlerde dil genellikle "sanat¬sal, şiirsel, heyecana bağlı işlevde" kullanılır. Fuzûlî'nin incelediğimiz ka¬sidesinde şiir dilini oluşturan birçok unsur vardır. Başta mazmun ve edebi sanatlar olmak üzere sözcüklerdeki zengin yan anlam da metne şiirsellik katan unsurlardan biridir.
Fuzûlî'nin mazmun bulma ve kullanmadaki ustalığı bu şiirinde de görül¬mektedir. Mazmunları şiirinde bir hasırın telleri gibi örülmüş ve iç içe geç¬miş bir şekilde kullanmıştır.
Mazmunlardan bazıları şunlardır: servi, bağban, (bahçevan) gülzar (gül-bahçesi), gül-i ruhsar (gül yanaklı) bülbül, peykan (ok temreni gibi kirpik), ab-ı hayat...
Şiirde birçok mecaz, imge ve söz sanatı kullanılmıştır:
1. beyit:
• Şairin gönündeki ateşin su ile söndürülmeyecek kadar çok olması; mübalağa,
• Od (ateş) ve su (mecazen aşk ateşi ve gözyaşı) sözcükleriyle; tezat,
• Şairin içindeki acı, ateşe benzetilmiştir. Ancak benzeyen unsur olan "acı" dizelerde geçmeyip sadece kendisine benzetilen kullanıldığı için; açık istiare,
• Bir organ olan "göz"e kişilik verilip ona hitap edilmesi; teşhis,
• Göze hitap edilirken "ey" ünleminin kullanılması; nida,
• Dökülüp saçılan gözyaşları bir amaca yani gönüldeki ateşleri dindirme, söndürme sebebine yönelik akıtıldığı ifade edilerek bilinen bir gerçek, güzel bir sebebe bağlanmak suretiyle; hüsn-i talil,
• "Göz, eşk (gözyaşı), saç(mak) ve "od, dutuşan" sözcükleri anlamca birbiriyle ilgili olduklarından; tenasüp sanatı yapılmıştır.
2. beyit:
• Şairin " gökyüzünün rengi su renginde midir, yoksa benim gözyaşlarını mı onu bu renge bürüdü?" ifadesiyle cevabı bilinen ve cevap beklemeden soru sorma suretiyle; istifham,
• Gökyüzünün mavi olduğu bilindiği halde bilmezlikten gelinmesi; teca-hül-i arif,
• Şairin, gökyüzünü kaplayarak ona rengini verecek kadar çok gözyaşı döktüğünü düşünmesiyle; mübalağa,
• Gökyüzünün su renginde olmasının sebebi, gözyaşlarının gökkubeyi kaplaması gösterilerek; hüsn-i talil,
• Göz, günbed, devvar sözcüklerinin yuvarlak ve dönerek hareket etme özelliğiyle; tenasüp sanatları yapılmıştır.
3. beyit:
• "Ey sevgili, bakışın beni öldürüyor" şeklinde günümüze uyarlanabilecek bir düşünce çeşitli söz sanatlarıyla şiirselleştirilmiştir.
• Sevgilinin bakışı "tîg" yani kılıca benzetilmesi ancak "bakış" sözcüğünün beyitte geçmemesiyle; açık istiare,
• Sevgilisinin kılıç gibi keskin bakışının âşığın gönlünde açtığı yaralar bir örnekle açıklanıyor: "Tıpkı akar suyun duvarda veya su yatağının kenarında yarıklar oluşturması gibi." Bir fikri ispatlamak veya güçlendirmek için atasözü, halk deyimi veya bir örneğin kullanılmasıyla irsal-ı mesel,
• Birinci mısrada "tiğ, gönül ve çâk" sözcükleri sıralandıktan sonra ikinci mısrada bunlarla ilgili tamamlayıcı nitelikte "su, dîvar ve rahn" sözcük¬leri kullanılmıştır. Su, alakası sebebiyle tig ile kılıcın temas ettiği yer olan gönül suyun değdiği yer olan dîvar ile parça parça demek olan çak, yarık anlamına gelen rahne ile leff ü neşr (sözcükler alt alta değil de karışık bir şekilde sıralandığı için müşevveş (karışık) leff ü neşr,
"tiğ gönül, çâk"
"şu, dîvar, rahne"
• Çâk" sözcüğünün birinci mısrada iki defa tekrar edilmesiyle; tekrir sanatı yapılmıştır.
Şiirde Yapı: Bu şiirin nazım şekli kasidedir. Birim değeri beyit (ikilik), birim sayısı 32'dir. Uyak düzeni gazel uyak düzenindeki gibi "aa, ba, ca, da, ea..." şeklindedir.
Kasidenin ilk beytine matla, son beytine makta denir. Şair, takma adını (mahlas) genellikle kasidenin sonlarına doğru söyler. Şairin mahlasının geçtiği beyte "taç beyit" denir. Kasidenin en güzel beytine "beytü'l-ka-sid" (şah beyit) adı verilir. Kaside genellikle din ve devlet büyüklerini öv¬mek amacıyla yazılır. Aruz ölçüsüyle yazılan kasidelerin birim sayısı 31 ile 99 arasında değişir.
Kaside de ele alınan konular belli bir sıra takip edilerek bölümlere ayrılır.
Tam bir kaside altı bölümden oluşur:
Nesib / teşbib, girizgâh, methiye, tegazzül, fahriye, dua.
1. Nesib ya da Teşbib: 15-20 beyitten oluşan kasidenin ilk bölümüdür. Şairler bu bölümde çeşitli betimlemeler yapar, şair-lik yeteneğini ortaya koymaya çalışırlar. Kasideler, nesib (teşbib) bölümlerindeki konuya veya kasidenin redifine göre adlandırılır:
Kaside-i Bahariye: Bahar güzellikleri, çiçekler,
Kaside-i sûriye: Düğün ve eğlenceler
Kaside-i Şıtaiye: Kış mevsimi, kar,
Kaside-i Temmuziye: Yaz mevsimi, sıcaklar,
Kaside-i Ramazaniye: Ramazan ayı, oruç
Kaside-i lydiye: Bir devlet büyüğünün bayramını kutlama
Kaside-i Nevruziye: Nevruz heyecanı ve etkinliklerinden söz eden nesip bölümleridir.
• Kimi kasidelerde rediflerine göre adlandırılır: Sünbül kasidesi, kerem kasidesi, sözüm kasidesi gibi... "Su Kasidesi" bu adlandırmaya örnektir.
• Bazen kasidenin tüm beyitleri bir tema etrafında toplanabilir. Okuduğu¬nuz şiirin nazım şekli / kaside; peygamberlere övgü amacıyla yazıldığı için nazım türü, naat'tır.
• Bu şiirde nesib bölmü 1-15. beyitlerdir.
2. Girizgâh: Kasidenin yazılış amacını ortaya koyan "methiye" bölümüne geçişi belirler. Genellikle tek beyitten oluşan, methi-ye bölümünün başlayacağını belirten bölümdür.
• Su Kasidesi'nde girizgah bölümü 16. beyittir.
3. Methiye:[/b] Tanrı, peygamberler, din veya ve devlet büyüklerinin övüldüğü bölümdür. Beyit sayısı şairin isteğine kalmıştır. Bu bölümde sanatlı, özellikle de mübalağalı bir anlatım tercih edilir. Tarihin, mitolojinin ünlü kahramanlarına telmihte bulunulur. Kahramanlarla kasidenin sunulduğu kişi arasında benzerlikler kurulur. Bu kasidede Hz. Muhammed methedilmiş (övülmüştür). Su Kasidesi'nin methiye bölümü 17-29. beyitlerdir.
[b]4. Tegazzül: Genellikle methiye bölümünden sonra bir fırsat oluşturup kasideyle aynı ölçü ve uyakta söylenen gazeldir. 5-12 beyit arasında değişen bu bölümde şair; aşk, şarap gibi temaları işler. Bu bölüm her kasidede bulunmayabilir.
• Nitekim "Su Kasidesi"nde tegazzül bölümü yoktur.
5. Fahriye: Şairin kendisini, şairlik yeteneğini övdüğü bölümdür. Genellikle şairin mahlasının geçtiği bu bölüme "taç bölüm" adı da verilir. Divan şairleri burada kendilerini genellikle İran edebiyatının büyük şairleriyle karşılaştırmayı yeğlemişlerdir. Su kasidesinin 30. beyti fahriye bölümüdür.
6. Dua: Birkaç beyitten oluşur. Şair, methiye bölümünde övdüğü kişinin başarılı, uzun ömürlü ve talihinin iyi olması için iyi di-leklerde bulunur, dua eder. Su kasidenin 31-32. beyitleri dua bölümüdür.
SU KASİDESİ BÖLÜMLERİ
Nazım şekli: Kaside
Nazım türü: Naat
Birim sayısı: 32
Birim değeri: Beyit
Fahriye (Taç): 30. beyit
Dua: 31-32. beyitler
Nesib/Teşbib: 1 -15. beyitler
Girizgah: 16. beyit
Methiye: 17-29. beyitler
Tegazzül: -----------
Şiirde Tema: Fuzûlî'nin, Peygamberimiz Hz. Muhammed'e karşı beslediği derin sayı ve sevgisinin tasavvufi aşk çerçevesinde övgü dolu sözlerle dile getirilmesidir.
Şiirde Gerçeklik ve Anlam: Şair Hazreti Peygamber'in varlığını, sahip olduğu özellikleri ve ona olan sevgisini, sanatsal gerçeklikle ifade etmiştir. Bu kasidede şair, gerçeği anlatırken, bunu edebî metin olan şiirinde hayaller, mazmunlar, söz sanatları ve çeşitli mecazlarla harmanlamış, ortaya gerçekle ilişkisi olan, ama gerçeğin aynısı olmayan bir dünya çıkarmıştır. Böylece soyut bir gerçeklik olan "aşk, sevgi" somutlaştırılarak dile getirilmiştir.
Şiir ve Gelenek: Bu şiir; zihniyet, ahenk öğeleri, yapı, dil ve tema vb. Bakımından divan edebiyatı geleneği içinde oluşturulmuştur. Övgü konusunu işleyen bu tür şiirler, divan edebiyatı geleneği içinde kaside nazım şekli ile verilmiştir. Hemen her şairin divanında "kaside" bulunur. Yazılan kasidenin bir devlet büyüğüne sunulması ve kendisine kaside sunulan kişinin de şaire "caize" vermesi bir gelenek haline gelmiş; birçok divan şairi bu geleneği sürdürmüştür. (Caize: Şairlerin kasidelerle övdükleri büyükler tarafından kendilerine verilen bahşiş)
Okuduğunuz şiir, Hz.Muhammed'i övdüğü için naat özelliği taşır. Klasik Türk edebiyatında naat yazma geleneği de önemli bir yer tutmaktadır.
Sonuç olarak bu şiir, divan şiiri geleneğinin özelliklerini taşır. Bu özellik şunlardır:
• Şiirin birim değerinin beyit olması
• Aruz ölçüsünün kullanılması
• Mazmun ve mecazlarla yüklü, sanatlı bir söyleyişin bulunması
• Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalara yer verilmesi
• Divan şiirinin tasavvufi aşk anlayışını yansıtması
• Naat türünün özelliklerini taşıması
Yorum: Divan şiiri geleneği içinde din ve devlet büyüklerine övgü her dö¬nemde söz konusudur. Edebî türler şekil bakımından değişse de bu övgü geleneği günümüzde de vardır ve övgüde abartılar kaçınılmazdır.
Sanatsal metinlerin yorum sınırları kesin çizgilerle belirlenmemiştir. Anlam birden fazla olabilir. Çok anlamlılık bu metinler için pozitif bir değerdir. Okuyucuya bu anlam modelinde sınırsız yorum yetkisi tanınmıştır.
Sanatsal metinlere yazarın/şairin birden fazla anlam koyduğu düşünülürse, yukarıda bahsedilen anlamın bir ağaca benzetilişi modeli kabul edilebilir. Bu tür metinlerde anlam, ağacın meyvelerinin alttan üste sıralandığı gibi, üst üste istiflenmesiyle oluşmuş olabilir. Burada "yüzeysel anlam", "derin anlam" ya da "yüce anlam" söz konusudur.
• Fuzûlî'nin okuduğunuz şiirinde de anlam katmanları vardır ve her okuyucu sahip olduğu bilgi birikimi ve kültür düzeyine göre bu derinliklere ulaşabilir, şairin sözcüklere yüklediği anlamları kendince yorumlayabilir.
• Divan şiiri geleneği içinde başta Allah, peygamberler, halifeler, din ve devlet büyüklerine derin bir saygı ve sevgi beslenmiş, bu sevgi çeşitli sanat eserleri vasıtasıyla dile getirilmiştir. Genellikle "övgü" teması çerçevesinde gelişen bu ürünler-de zaman zaman abartılı bir üsluba yer verilmiştir.
• Anlatım araçları, dil ve anlatımı değişse de büyükleri övme geleneği günümüzde de kendisini göstermektedir. Özelikle Peygamberimiz Hz. Muhammed'e karşı duyulan derin sevgi şiirlere yansımaktadır. Günü¬müz şairlerinden Nurullah Genc'in yazdığı ve Peygamber sevgisini konu alan "Yağmur" adlı şiir bunun bir göstergesidir.
Metin ve Şair:
• Oğuzların Bayat boyundan olan şairin asıl adı Mehmet'tir. Zamanın geçerli bütün bilimlerini öğrenmiş; Türkçeyi, Arapçayı, Farsçayı çok iyi kullanmıştır.
• Bütün ömrünü Bağdat ve çevresinde geçirmiş. 1556'da çıkan bir veba salgınında Kerbelâ'da ölmüştür.
• XVI. yüzyıl Azeri ve divan edebiyatının en güçlü gazel şairidir.
• Şiirlerinde Azeri şivesinin özellikleri hâkimdir.
• Alçakgönüllü ve dünya malında gözü olmayan şair, maddi yokluk içinde yaşamıştır.
• Geniş bir tasavvuf kültürüne sahip olan Fuzûlî, bunu şiirlerinde başarıyla işlemiştir. Mutasavvıf bir şair değildir, tasavvuf onun için bir amaç değil bir araç olmuştur.
• Leyla ile Mecnûn mesnevisinde ile ilahi aşkı işlemiştir. Aşk acısının tasavvufa göre kendisini olgunlaştıracağı anlayışla şiirlerinde aşk acısın¬dan duyduğu mutluluğu dile getirmiştir.
• Hazreti Muhammed için yazdığı "Su Kasidesi" adlı naatı çok ünlüdür.
• Padişaha kasideler yazmış, kendisine bağlanan 9 akçelik maaşı ala¬mayınca, ünlü "Şikâyetname" adlı eserini yazmıştır. Bu eser mektup türündedir. Mektubu, Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye sunmuştur.
• Aşk acısını, çaresizliği, yalnızlığı, coşkulu bir lirizmle dile getirmiştir.
• Gazel ve kasideleriyle de tanınmış, Türkçenin bir şiir dili olmasını istemiş, Türk dilini ustalıkla kullanmıştır.
• Söylenmesi kolay gib görünen; ama gerçekte herkesin söylemeyeceği sehl-i mümteni sanatını örnekleyen şiirler yazmıştır.
• Türk edebiyatının Azeri sahası şairlerinden olan Fuzûlî'nin şiirlerinde hem Azeri Türkçesinin hem de XVI. yüzyıl Türkçesinin ses ve söyleyiş özelliklerini görüyoruz. Klasik Türk edebiyatının en büyük ve en lirik şairlerinden olan Fuzûlî, Su Kasidesi ile lirik şiirin ve peygamber sevgisinin en güzel örneklerinden birini vermiştir.
• Fuzûlî, her şeyden önce bir aşk ve ıstırap şairidir. Aşkı, hep hüzün, keder ve acı yönüyle görür. Ayrılık, dert ve üzüntüyü arar,; acı çekmekten hoşlanır. Her kavuşmanın sonunda dayanılmaz bir ayrılık olduğu için kavuşmayı istemez. Şairin gençlik hevesiyle söylediği şiirler maddi ve beşeri aşkı, ilim tahsilinden sonra yazdıkları ise tasavvufi aşkı anlatan şiirlerdir. Fuzûlî'de aşkın böyle beşeri aşktan nasıl yavaş yavaş sıyrılarak ve maddeden uzaklaşarak ilâhi, tasavvufi aşka eriştiği bu kasidesinin dışında en iyi şekilde "Leyla ve Mecnûn" mesnevisinde görülür. Leyla ile Mecnûn'un aşkları okulda maddi bir aşk olarak başlar ve eserin sonunda ilâhi bir aşk haline gelir.
• Tasavvuf, Fuzûlî'nin şiirlerinde önemli bir yer tutar. Fakat o; Hallâc-ı Mansûr, Seyyid Nesimî, Ahmet Yesevî, Niyazi-i Mısrî, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi tasavvufu asıl gaye edinen mutasavvıf şairler gibi değildir. O, tasavvufu sanat yönünden, ilham için uygun bir konu olarak gören bir şairdir. Öncelikle şiir ve sanatı amaçlayan sanatçı, tasavvufu bu sanatın içinde eriterek ifade eder. Kısaca Fuzûlî, önce şair sonra mutasavvıftır. Su Kasidesi'ni inceledikçe bunu görmek mümkündür.
• Arap, Fars ve Türk dillerini çok iyi bilen zamanın geçerli bütün ilimlerini okuyan Fuzûlî, bilgin bir şairdir. Türkçe Divan'ının Mukaddime'sinde (ön sözünde) şiir hakkında düşüncelerini açıklarken şöyle der: ilimsiz şiir, temeli olmayan duvar gibidir. Nasıl ki temelsiz duvar yıkılmaya mahkûm ise ilimsiz şiir de onun gibi yok olmaya mahkûmdur." ilimden yoksun şiirlerin uzun ömürlü olmayacağını belirten Fuzûlî'nin bunu şiirlerinde uyguladığını görüyoruz. Nitekim şairin okuduğunuz kasidesinde geçen şu bilgiler bunun bir delilidir:
1.beyit: "Anâsır-ı Erba'a" dediğimiz bütün maddeleri oluşturan dört ana maddeden (hava, toprak, su, ateş) ikisine (su, ateş) değinmiştir.
2. beyit: Gökyüzüyle (kozmik âlem) ilgili bilgilere yer vermiştir.
3 ve 4. beyit: Ok, mızrak, hançer ve kılıç gibi aletlerin demirinin su verilerek daha sert bir hale geldiği bilgisine sahip oldu-ğu görülmektedir.
4. beyit:[/b] Tıp ile ilgili bilgisini yansıtmıştır. (Ayrıca şairin "Sıhhat ü Maraz" adlı eserinden de tıp ile ilgili geniş bilgi sahibi olduğunu anlıyoruz.)
[b]6. beyit: Hat ve hattatlıkla ilgili bilgisi olduğu anlaşılmaktadır.
• Fuzulî, söz, fikir ve bilgi kudretini daha çok bu kasidesinde aksettirmiştir. Fuzûlî'nin yaşadığı şehir olan Bağdat ile şiir-deki sembol olan "su" arasında bir ilgi var, diyebiliriz. Günümüzde de söz konusu bölgede yaşayan insanlar için su, istenen aranan ve arzulanan en büyük ni¬metlerden biridir. Fuzûlî bu şiirinde, Peygamberimizin, çorak gönüllere, taşlaşmış kalplere "âb-ı hayat" sunan, insanları hidayet pınarlarına ulaştıran bir mürşit ve bir rahmet kaynağı olduğunu tasvir etmiştir.
1 yorum:
Allah razı olsun çok yardımcı oldunuz:)
Yorum Gönder