'Bir idam mahkumu ölümünden bir dakika önce şöyle düşünmüş: Eğer yüksek bir yerde, bir kayanın üzerinde, iki ayağımın sığacağı kadar bir yer verseler ve deseler ki, 'Çevrende okyanunslar, altında uçurumlar, korkunç bir yalnızlık içinde böylece dikilmeye razı mısın? ' Bütün samimiyetimle şu cevabı verirdim: 'Evet razıyım! Yeter ki yaşayayım, binlerce yıl bile olsa böyle yaşamaya razıyım.Aman Allah'ım, ne yaman bir gerçek! Yaşamak, her şeye rağmen yaşamak...'
Suç ve Ceza – Dostoyevski
istiridyenin biri diğerine dert yanar:
'içimde yuvarlak ve ağır birşey var,bana acı veriyor'
diğeri kibirli bir memnuniyet içinde:
'şükürler olsun ki içimde hiçbir sıkıntı yok,hem içimde,hem dışımda mutlu ve bütünüm'
o sırada oradan geçen yengeç şöyle der:
'evet mutlusun halinden ve bütünsün.Ama şunu söylemeliyim ki
diğer istiridyenin çektiği acının sebebi içindeki eşsiz güzellikteki incidir.
'Biz hayvanlar, öteki canlılar, dünyanın sessiz sakinleri, sizin yaşamdaki komşularınız, hepimiz bir ağızdan, size sesleniyoruz:
Biz sadece yaşamak istiyoruz! Sizden sevgi ve yaşam hakkımıza saygı bekliyoruz.
Bir kere bakın gözlerimizin ta içine, orada yaşamanın bizim için de sizler kadar değerli olduğunu göreceksiniz.
Biz de sizler kadar önemliyiz! Sizler kadar hakkımız var dünya üzerinde. Hepimizin bir arada yaşayabileceği kadar büyükken dünya, bu açgözlülük ve doyumsuzluk neden?
Düşünün; bizler, hayvan olmanın gururu ile yaşıyorken, siz insan olmayı utanç haline getiriyorsunuz!
Elinize bulaşmış kan mı, çocuklarınıza bırakmak istediğiniz miras?
Bizden güçlüsünüz, kabul ediyoruz. Bu yüzden size sessizce haykırıp, usulca yalvarıyoruz:
En doğal hakkımızı elimizden almayın, yaşamamıza izin verin! ! ! '
''İnsanların çoğu...
Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için...
Durma üz kendini üzebildigin kadar, hatalarını düzeltecekse.
Düşünme hiç şu anını, düşüncesizlik garantiliyorsa yarını.
Ve kork ölümden ölesiye, korkun seni ölümsüzleştirecekse...
'
Shakespeare
'Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.'
...
Öyle zamanlar vardırki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez...
Kimse bilinmezden korkmamalı..Çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir...İster hayatımız, ister ekin tarlalarımız olsun..Sahip olduğumuz şeyleri yitirmekten korkarız..Ama hayat hikayemiz ile dünya tarihinin aynı el tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman..Bunu anlar anlamaz bu korku uçup gider...
Ve Tanrı geleceği pek ender açınlar ve bunu bir tek gerekçe için yapar...Değişmek üzere yazılmış bir gelecek söz konusu olduğu zaman...Kim ve ne olursa olsun, yeryüzünde her insan, her zaman dünya tarihinde başrol oynar..Ve doğal olarak bilmez bunu...
En karanlık an şafak sökmeden önceki andır..
Paulo Coelho-Simyacı
Sefil Düşünceler ve küçüklükler arasında kaybolup, hayattaki büyük sırrı çözemedik, soru da cevapsız ve acımasız kalakaldı: Nasıl yaşadın, neden öyle yaşadın, neyi yapabilecekken yapmadın, başka bir yol, başka bir anlam arıyordun, yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, yanlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun, yanlış evlerde yaşadın. Neden hayal ettiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun?"
Kızıla Boyalı Saçlar / Kostas Mourselas
Uçurumun kenarında durmuş düşünürken yazacağın kelimeyle atacağın adımı,yani aslında sorarken kendi kendine soramadığın takdirde aşağıya düşmenin nasılda korkutucu olacağını,yazı tutar çok daha da beterini sunar sana,seçeneğin varmışçasına.Uçurumu yutarsın yazdıkça.
Dil dipsiz bir boşluk oluverir o zaman,yudum yudum alırsın içine.Simyası kimyana karışır.Düşmekten de ürkütücüdür uçurumu yutmak.İçinde damarlarında, beyninin kıvrımlarında o dipsiz boşlukla yaşamak..günbegün..senebesene...hayatbehayat...Yaz abilmek için benliğinin evinde ne var ne yoksa çıkartıp atmayı göze almak zorundasın.Mahremiyetini yitirmeye ve mahrumiyete hazır olmalısın....
ve sonra şöyle der Elif ablam;
Yazmak,tanıdık ama bir o kadar yabani, yabancı bir bedenle sevişmektir ve her sevişmede olduğu gibi burada da dişil olan katbekat kudretlenmiş olarak muzaffer kalkar yataktan.Yazarın cinsiyeti ne olursa olsun , yazı dişildir her zaman.
Elif Şafak-Med-cezir
Bazı lüks restaurantlar vardır...
Bazı lüks oteller...
Orada parayı yediğiniz yemeğe değil, güya aldığınız hizmete ödersiniz. orada masa örtüleri pahalıdır. orada garsonların aylıkları yüksektir. oradaki porselenler, çatal kaşık takımları ithaldir.
Sıradan vatandaş mönüden bir şey anlamaz. çoğu zaman yabancı dil bilmekte kafi değildir.
Ve yemekler lezzetli değildir. oraya gidenler bunu umursamaz.
Umursayamaz.
Farkedemezler çünkü.
Mide ile işkembe arasında fark vardır çünkü.
Oralar midenin değil, komplekslerin tatmin yeridir.
Bazı lüks restaurantlar dedim.
Hepsi değil tabii...
-------------------------------------
Bazı lüks insanlar vardır.
Etiket kokarlar.
Gözlükleri pahalıdır. çakmakları ve saatleri de... uzaktan baktığınız da -eğer hareket etmiyorlarsa- saygıdeğer insan görüntüsü verirler. ama en ufak hareketlerinde veya konuşmalarında bir mızrağın boşu boşuna çuvala sokulmak istendiğini farkedersiniz.
Birşeyler akar, birşeyler dökülür. tablo bozulur. manzara sırıtır.
yerli yerinde olmayan birşeyler vardır.
O pahalı gözlüklerin, saatlerin, gömleklerin ve kıyafetlerin mağaza vitrinlerindeki cansız mankenlerde bile daha sıcak, daha anlamlı durduğunu düşünürsünüz. şıklığı aksesuarlar sağlıyorsa, içindekinin şık olmadığı gerçeği ortaya çıkar.
İşin kötüsü onlar bunu farkedemezler.
Oldu zannederler.
Oldum zannederler.
Bazı lüks insanlar vardır.
Etiket kokarlar.
Hepsi değil tabii...
----------------------------------
Bazı evler vardır.
Geniş evler... gösterişli evler... zengin evler...
Eşyaları topluca alınmıştır. dekoratörlere danışılmıştır. o eşyalar kıyafetler gibidir. modaya ve mevsime göre değişirler. eşyalar eskime asaletini yaşayamazlar.
O eşyalar yaşamazlar
O eşyaları yaşayan da yoktur.
Bazı evler vardır.
Lüks oteller gibidir.
Akşama tarhana pişiren, çorbanın yanına süpriz hazırlayan anne yoktur.
Akşama evdekiler için üç- beş birşeyler almanın telaşı ve gayreti içinde eve dönen baba yoktur.
Akşam babasını gözleyen çocuk veya çocuklar ve akşam yemeğini mutluluğa dönüştürecek aile duyguları yoktur.
Bazı lüks evler vardır; lüks oteller gibidir.
Hepsi değil tabii...
----------------------------------------------------
Bazı lüks evler, bazı lüks restoranlar ve bazı lüks insanlar vardır. bu üçgenin derininde yaşanan ortak kader mutsuzluktur.
Çaresini bir türlü bulamazlar. bir türlü satın alamazlar.
Ve farkında oldukları ama çaktırmadıkları tek şey de budur: Mutsuzluk...
Murat Başaran/ Sevmek Ölmekle Başlar.
Dil dipsiz bir boşluk oluverir o zaman,yudum yudum alırsın içine.Simyası kimyana karışır.Düşmekten de ürkütücüdür uçurumu yutmak.İçinde damarlarında, beyninin kıvrımlarında o dipsiz boşlukla yaşamak..günbegün..senebesene...hayatbehayat...Yaz abilmek için benliğinin evinde ne var ne yoksa çıkartıp atmayı göze almak zorundasın.Mahremiyetini yitirmeye ve mahrumiyete hazır olmalısın....
ve sonra şöyle der Elif ablam;
Yazmak,tanıdık ama bir o kadar yabani, yabancı bir bedenle sevişmektir ve her sevişmede olduğu gibi burada da dişil olan katbekat kudretlenmiş olarak muzaffer kalkar yataktan.Yazarın cinsiyeti ne olursa olsun , yazı dişildir her zaman.
Elif Şafak-Med-cezir
Bazı lüks restaurantlar vardır...
Bazı lüks oteller...
Orada parayı yediğiniz yemeğe değil, güya aldığınız hizmete ödersiniz. orada masa örtüleri pahalıdır. orada garsonların aylıkları yüksektir. oradaki porselenler, çatal kaşık takımları ithaldir.
Sıradan vatandaş mönüden bir şey anlamaz. çoğu zaman yabancı dil bilmekte kafi değildir.
Ve yemekler lezzetli değildir. oraya gidenler bunu umursamaz.
Umursayamaz.
Farkedemezler çünkü.
Mide ile işkembe arasında fark vardır çünkü.
Oralar midenin değil, komplekslerin tatmin yeridir.
Bazı lüks restaurantlar dedim.
Hepsi değil tabii...
-------------------------------------
Bazı lüks insanlar vardır.
Etiket kokarlar.
Gözlükleri pahalıdır. çakmakları ve saatleri de... uzaktan baktığınız da -eğer hareket etmiyorlarsa- saygıdeğer insan görüntüsü verirler. ama en ufak hareketlerinde veya konuşmalarında bir mızrağın boşu boşuna çuvala sokulmak istendiğini farkedersiniz.
Birşeyler akar, birşeyler dökülür. tablo bozulur. manzara sırıtır.
yerli yerinde olmayan birşeyler vardır.
O pahalı gözlüklerin, saatlerin, gömleklerin ve kıyafetlerin mağaza vitrinlerindeki cansız mankenlerde bile daha sıcak, daha anlamlı durduğunu düşünürsünüz. şıklığı aksesuarlar sağlıyorsa, içindekinin şık olmadığı gerçeği ortaya çıkar.
İşin kötüsü onlar bunu farkedemezler.
Oldu zannederler.
Oldum zannederler.
Bazı lüks insanlar vardır.
Etiket kokarlar.
Hepsi değil tabii...
----------------------------------
Bazı evler vardır.
Geniş evler... gösterişli evler... zengin evler...
Eşyaları topluca alınmıştır. dekoratörlere danışılmıştır. o eşyalar kıyafetler gibidir. modaya ve mevsime göre değişirler. eşyalar eskime asaletini yaşayamazlar.
O eşyalar yaşamazlar
O eşyaları yaşayan da yoktur.
Bazı evler vardır.
Lüks oteller gibidir.
Akşama tarhana pişiren, çorbanın yanına süpriz hazırlayan anne yoktur.
Akşama evdekiler için üç- beş birşeyler almanın telaşı ve gayreti içinde eve dönen baba yoktur.
Akşam babasını gözleyen çocuk veya çocuklar ve akşam yemeğini mutluluğa dönüştürecek aile duyguları yoktur.
Bazı lüks evler vardır; lüks oteller gibidir.
Hepsi değil tabii...
----------------------------------------------------
Bazı lüks evler, bazı lüks restoranlar ve bazı lüks insanlar vardır. bu üçgenin derininde yaşanan ortak kader mutsuzluktur.
Çaresini bir türlü bulamazlar. bir türlü satın alamazlar.
Ve farkında oldukları ama çaktırmadıkları tek şey de budur: Mutsuzluk...
Murat Başaran/ Sevmek Ölmekle Başlar.
''En koyu yalnızlık bile bir tanığa ihtiyaç duyar'' demiş Cemal Süreyya günlüğünde...
Peki yıllarca beklemiş bir kahkahanın,nice dertlerden sonra ferahlamış bir kalbin,çalışa çalışa nasır tutmuş
sevinçli parmaklarında birer tanığa ihtiyacı yokmu?
Ya da şöyle sorayım:sadece ve sadece ''kötü gün dostu'' olmak ta birazda dostlarımızın acılarına tanıklık
etmenin verdiği karanlık bir lezzetmi var?
A.Ş.K neyin kısaltması / Tuna KİREMİTÇİ
Peki yıllarca beklemiş bir kahkahanın,nice dertlerden sonra ferahlamış bir kalbin,çalışa çalışa nasır tutmuş
sevinçli parmaklarında birer tanığa ihtiyacı yokmu?
Ya da şöyle sorayım:sadece ve sadece ''kötü gün dostu'' olmak ta birazda dostlarımızın acılarına tanıklık
etmenin verdiği karanlık bir lezzetmi var?
A.Ş.K neyin kısaltması / Tuna KİREMİTÇİ
Bir dusunse ekersin, bir eylem bicersin..
Bir eylem ekersin, aliskanlik bicersin..
Bir aliskanlik ekersin, karakter bicersin..
Bir karakter ekersin, kaderini bicersin..
Ferrari'sini Satan Bilge..
Bir eylem ekersin, aliskanlik bicersin..
Bir aliskanlik ekersin, karakter bicersin..
Bir karakter ekersin, kaderini bicersin..
Ferrari'sini Satan Bilge..
"Acı çekersek tadına varabileceğimizi öğrenmiştik şiirlerden...
Ama şiirlerin bir şair yalanı olduğunu unuttuk.
Ve şairlerin yalanları, gerçekleri göstermek için kullandığını...
Acımayı keşfettik.
Kanamayı.
Verdiğimiz acı kadar unutulmaz olacağımızı sanıyorduk.
Aşk acıdan ayrıydı.
Mutlulukla alakasızdı.
Aşkın içi boş sandık.
Yaşadıkça dolacağı inancıyla her dakikaya başka bir mana verdik.
Anı sığdırdık.
Aşk tekti.
İçi ve dışı olmayan tek şeydi.
Yanıldık.
Aşk noksandı.
Ne zaman tam olsa, ölüm olurdu.
Ölmemek için noksanlığını ittik hayatımızdan ve daha da yaşasın diye yeni noksanlıklar yerleştirdik etrafına.
Aşkın yanı, yamacı yoktu.
Tekti.
Tekildi.
Çoğula bundan karşıydı.
Onun için, iki kişiden birinin yokluğunda görünür
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder