dünyanın yedi harikası
 felsefe dünyası
 ünlü ressamlar ve resimleri
 icatlar ve keşifler
 Namık Kemal hürriyet kasidesi
 Mevlana ve Mesnevi
Türk Edebiyatı Sanatçıları Hayatı ve Eserleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Edebiyatı Sanatçıları Hayatı ve Eserleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

NABİZADE NAZIM - HAYATI VE ESERLERİ

Nabi Efendi isimli bir zatın oğlu olduğu söylenir.Babasının genç yaşta ölümünden sonra ninesinin yanına sığınan Ahmed Nazım'ın özyaşamsal öyküsel yapıtı Yadigarlarım'dan anlaşıldığına göre, babasının içkici ve ruh hastası bir kişi olmasından, annesini de küçük yaşta yitirmesinden dolayı çocukluğu ve ilk gençliği pek de mutlu geçmemiştir. Ninesinin yanındayken Tophane Mahalle Mektebi'ni bitirerek Salıpazarı'ndaki Fevziye Rüştiyesi'ne kaydolduysa da , daha sonra Beşiktaş Askeri Rüştiyesi ilk bölümüne girdi. İdadi (lise) öğrenimini bu okulda tamamladıktan sonra yüksek öğrenimini Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Kara Askeri Mühendis Okulu)'da yaptı ve 1884'te topçu mülazım-ı sanisi (topçu üsteğmen) olarak mezun oldu; Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Genel Kurmay Okulu)'ye girdi. Bu okulu da, 1886'da Erkan-ı Harbiye yüzbaşısı olarak bitirdi.
Başarılı bir öğrenci olması dolayısıyla bitirdiği okulda öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı; "yüksek cebir", "istihkam" ve "topoğrafya" dersleri verdi. "Keşif ve araştırma" yapmak üzere Suriye'de görevlendirildi. 1890'da İstanbul'a döndü.En yakın arkadaşı olan Mahmut Sadık'ın aracı olmasıyla daha önce görüp sevdiği kızla evlendi. Ama mutluluğa evlilik yaşamında da kavuşamadı; evlendikten kısa bir süre sonra kemik veremi hastalığına yakalandı. Haydarpaşa Hastenesi'nde iki yıl kadar tedavi gördüyse de iyileşemedi; 6 Ağustos 1893'te öldü ve Üsküdar'da Miskinler Tekkesi yakınındaki mezarlıkta toprağa verildi.Ölmeden ölümünü haber veren bir gazeteyi görünce,"doğru söylemişler, lakin biraz acele etmişler" dediği bilinir.
Sanatı
Nabizâde Nâzım'ın ilk yazısı 1880'de Vakit gazetesinde A.Nazım imzasıyla yayımlanan Esaret
başlıklı denemesidir. Nabizâde, 1880-1890 yılları arsında çok verimli bir yazın adamı konumundadır. Daha çok romantizm etkiler taşıyan şiirlerini bilimsel konuları işleyen makalelerini, öykülerini Hazine-i Evrak, Mir'at-i Aem , Rehber-i Fünun, Afak, Berk, Manzara gibi dergilerle Tercüman-Hakikat, Servet, Mürüvvet gibi gazetelerde yayımlamıştır. Şiirlerinde ölüm, tabiat, tanrı gibi temleri işlemiştir.Şiirde çok başarılı olduğu söylenemez.Zaten kendisi de bunlara "Heves Ettim" adını vermiştir.Gençlerden daha çok bilim ve diğer müsbet ilimlerle ilgilenmelerini ister, illa edebiyatla ilgileneceklere ise iyi bir eğitim görmelerini salık verir.Karabibik adlı uzun hikaye denilebilecek romanı edebiyatımızda ilk köy romanı olma özelliğini taşır, kendisinin hakikiyyun dediği realist bir eserdir.Zehra romanı da ilk psikolojik roman denemesidir.1891'de çıkmaya başlayan ve o sırada bir bilim dergisi niteliğinde olan Servet-i Fünun dergisinin de ilk yazarlarındandır. 1896'da Tevfik Fikret'in "edebi" yönetimine geçen bu dergi, 1896-1901 arasında oluşan yazınsal döneme de adını veren dergidir.
Yapıtları

Heves Ettim (şiir,1885)
Minimini-yahut-Yine Heves (şiir,1886)
Yadigarlarım (anı-öykü,1886)
Zavallı Kız (öykü.1890)
Bir Hatıra (öykü,1890)
Karabibik (ilk köy romanı,1891)
Sevda (öykü,1891)
Mini Mini Mektepli (okuma ve yazma parçaları,1891)
Hala Güzel (öykü,1891)
Haspa (öykü,1891)
Seyyie-i Tesamüh (-hoşgörünün kötülüğü-uzun öykü,1892)
Esatir (mitoloji,1892)
Aynalar (fizik kitabı,1892)
Zehra (ilk psikolojik roman denemesi,1896)
devamını okuyunuz... >>

MEHMET RAUF (1875-1931) HAYATI VE ESERLERİ

12 Ağustos 1875’te İstanbul’da doğdu. 23 Aralık 1931’de yine İstanbul’da yaşamını yitirdi. Türk edebiyatında psikolojik roman türünün ilk örneklerinden olan "Eylül" isimli romanıyla tanınır. İlk ve orta öğrenimini İstanbul Balat’taki mahalle mektebiyle, Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi’nde yaptı. Bahriye mektebini bitirdi, deniz subayı oldu. 1894’te staj için Girit’e, 1895’te Kiel kanalının açılış töreni için Almanya’ya gönderildi. Trabya’da elçilik gemilerinin irtibat subaylığına atandı. Üç kez evlendi. 1908’den sonra bahriyeden ayrılarak sadece yazarlık yaptı. 1908-1909 arasında "Mehasin", 1923-1924 arasında "Süs" adlarında iki kadın dergisi yayınladı. Bir süre ticaretle uğraştı. Yaşamının son yıllarını yoksulluk içinde geçirdi. İlk öyküsünü 16 yaşında yazdı. "Düşüş" isimli bu öykü Halit Ziya Uşaklıgil'in İzmir'de çıkardığı "Hizmet" gazetesinde yayınlandı. Mektep ve Servet-i Fünun dergilerindeki yazılarıyla tanındı. Asıl ününü Servet-i Fünun'da tefrika edilen "Eylül" adlı romanıyla yaptı. 1946'da basılan bu roman, Türk edebiyatındaki ilk psikolojik romandır. Konusu karı-koca-aşık üçlü ilişkisi olan bu romanda, sade ve akıcı bir dille ruhsal çözümlemelere yer verdi. Bu başarıyı diğer eserlerinde yineleyemedi.

ESERLERİ
ROMAN:
Eylül (1901-1946)
Genç Kız Kalbi (1914-1946)
Karanfil ve Yasemin (1924)
Son Yıldız (1927)
Kan Damlası (1928)
Halas (1929)
ÖYKÜ:
İhtizar (1909)
Son Emel (1913)
Bir Aşkın Tarihi (1915)
İlk Temas, İlk Zevk (1922)
Eski Aşk Geceleri (1927)
OYUN:
Ferdi ve Şürekası (1909)
Cidal (1911)
Sansar (1920)
DÜZYAZI-ŞİİR:
Siyah İnciler
devamını okuyunuz... >>

RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847-1914) HAYATI VE ESERLERİ

19. yy Osmanlı Edebiyatı'nın önde gelen isimlerinden olan Recaizade Mahmut Ekrem, 1 Mart 1847'de İstanbul'da doğdu. Takvimhane Nazırı Recai Efendi'nin oğlu olan yazar, genç yaşta babasından Arapça ve Farsça öğrendi. 1858 yılında ilköğretimini tamamladıktan sonra eğitimine özel hocalarla devam etti.
Makteb-i İrfan'ı bitirdikten sonra girdiği Harbiye İdadisi'ne sağlık sorunları yüzünden tamamlayamadı. Ardından 1862 yılında Hariciye Nezareti Mektubi Kalemi'nde memurluğa başladı. 1868'de Şura-ı Devlet Muavini oldu. 1874'te Tanzimat ve Nafia Daireleri Başmuavinliği'ne atandı. Bir yandan da Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) öğretmenlik görevine devam etmekteydi.
1908'de II. Meşrutiyet ilan edildiğinde kurulan Kamil Paşa kabinesinde Maarif Nazırı oldu. Edebiyatla genç yaşta ilgilenmeye başlayan Recaizade Mahmut Ekrem'in ilk yazıları Namık Kemal'in yönetimindeki Tasvir-i Efkar gazetesinde yayınlandı. Namık Kemal ile tanışmasının etkisiyle onun edebiyaından etkilendi ve "Encümen-i Şuara"ya katıldı. Namık Kemal'in gitmesinden sonra ise gazete onun yönetiminde kaldı.
Recaizade Mahmut Ekrem'i en çok etkileyen olaylardan biri üç oğlunu da genç yaşta kaybetmesi oldu. 1870lerden sonra kendini tamamen yazmaya verdi, batı edebiyatından çeviriler yaptı. "Sanat için sanat" görüşünü savunan yazar, sanatta güzellik ilkesine bağlı kaldı. Eserlerinde genellikle aşk ve ölüm temalarını işledi. 1870 yılında ilk oyunu olan "Afife Anjelik"i yazdı. Ardından ertesi yıl "Nağme-i Seher" adlı şiir kitabının yayımladı. Muallim Naci ile olan fikir ayrılıkları neticesinde Edebiyat-ı Cedide'nin kurulmasına zemin hazırladı. Başta Tevfik Fikret olmak üzere bir takım edebiyatçıları çevresine topladı. Tanzimat ve Batı edebiyatı düşüncesinin yeni kuşağa aktarılmasında etkili olan yazarın en çok bilinen ve tek romanı olan "Araba Sevdası" Türk Edebiyatı'nda gerçekçilik akımının ilk örneklerinden biridir. Bu romanında parasını eğlence ve lüks hayata harcayanları sert bir dille eleştiriyordu.
Türk Edebiyatı'nın gelişmesinde ve yenileşmesinde önemli bir yeri olan Recaizade Mahmut Ekrem, 31 Ocak 1914'te Meclis-i Ayan üyeliği devam etmekte iken hayata veda etti. Ölümü nedeniyle okullar tatil edildi ve büyük bir cenaze töreni hazırlandı. Ölümünden çok etkilendiği oğlu Nejad'ın Küçüksu'daki mezarının yanına defnedildi.
ESERLERİ
Şiir:
Nağme-i Seher (1871)
Yadigâr-ı Şebâb (1873)
Zemzeme (3 cilt, 1883-1885)
Tefekkür (düzyazı ile karışık, 1888)
Pejmürde (düzyazı ile karışık, 1893)
Nijad Ekrem (2 cilt, anılarla birlikte, 1900-1910)
Nefrin (1914)
Roman:
Araba Sevdası (1896-1963)
Öykü:
Saime (1888)
Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1890)
Şemsa (1895)
Oyun:
Afife Anjelik (1870)
Atala Yahut Amerikan Vahşileri (1873)
Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç (1874)
Çok Bilen Çok Yanılır (1916)
Düzyazı:
Talim-i Edebiyat (1872)
Takdir-i Elhan (1886)
Kudemaden Birkaç Şair (1888)
devamını okuyunuz... >>

SAMİPAŞAZADE SEZAİ (1860-1936) HAYATI VE ESERLERİ

1860’ta İstanbul’da doğdu. 26 Nisan 1936’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. "Sergüzeşt" romanının yazarı. Babası Abdurrahman Sami Paşa'nın konağında özel öğrenim gördü. 1880’de ağabeyi Suphi Paşa'nın başında olduğu Evkaf Nezareti Mektub-i Kalemi'ne memur olarak girdi. Ertesi yıl Londra elçiliği ikinci katipliğine atandı. İngiltere’de kaldığı 4 yıl boyunca İngiliz ve Fransız edebiyatlarını inceledi. Elçilikteki görevinden İstifa edip İstanbul’a döndü. İstişare Odasına memur oldu. İlk romanı "Sergüzeşt" yüzünden göz hapsine alındığını düşünerek 1901'de Paris’e gitti Jön Türkler'e katıldı. Meşrutiyet’in ilanına kadar Paris'te kaldı. İttihat ve Terakki'nin Paris merkezinde görev yaptı. Örgütün yayın organı olan "Şura-yı Ümmet" gazetesinde 2'nci Abdülhamit'in baskıcı rejimini eleştiren yazılar yazdı. 1908’de 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul’a döndü. 1909'da Madrid Büyükelçiliği'ne atandı. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrit’ten İsviçre’ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. 1921’de emekliye ayrıldı ve İstanbul’a döndü. Yaşamının son yıllarında kendisine, Büyük Millet Meclisi kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı. Divan edebiyatına karşı çıkan Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan gibi yazarların etkisiyle Batı edebiyatına yöneldi. Alphonse Daudet'den esinlenerek yazdığı kısa öykülerle Batılı anlamda ilk gerçekçi ürünleri verdi. 1874'te "Kamer" gazetesinde yayınlanan söylev türündeki ilk yazılarıyla adını duyurdu. İlk kitabı 3 perdelik tiyatro oyunu "Şir" 1879'da basıldı. İlk romanı olan ve kendisine büyük ün sağlayan "Sergüzeşt" Türk edebiyatında romantizmden gerçekçiliğe geçişin başarılı örneklerinden biri sayılır. Bu romanda bir paşazade ile bir cariyenin aşk öyküsü anlatılıır.

ESERLERİ
ROMAN:
Sergüzeşt (1889)
ÖYKÜ:
Küçük Şeyler (1892)
OYUN:
Şir (arslan, 1879)
SOHBET-ELEŞTİRİ-ANI:
Rumuzu’l- Edeb (1900)
İclal (1923)
devamını okuyunuz... >>

CENAP ŞAHABETTİN(1870-1934) Hayatı ve Eserleri

 1870'te Manastır’da doğdu. 12 Şubat 1934’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Babasının Plevne'de şehit düşmesinden sonra ailesiyle İstanbul'a geldi. İlköğrenimini Tophane'deki Fevziye Mektebi'nde yaptı. Gülhane Askeri Rüşdiyesi'ni bitirdi. Tıbbiye İdadisi'nden sonra Askeri Tıbbiye'den mezun oldu. Hekim yüzbaşı oldu. Paris’te 4 yıl cilt hastalıkları ihtisası yaptı. Yurda döndükten sonra Mersin, Rodos, Cidde’de karantina hekimliği, sıhhiye müfettişliği yaptı. 1914’te emekliye ayrıldı. Darülfünûn’da Türk Edebiyatı Tarihi dersleri okuttu. Kurtuluş Savaşı sırasında Kuva-yı Milliye’ye karşı olumsuz tutumu nedeniyle öğrencileri tarafından istifaya zorlandı. Daha sonra cumhuriyeti destekledi ama yalnızlıktan kurtulamadı. İlk şiiri 1885’te daha öğrencilik yıllarında Saadet gazetesinde yayımlandı. Önceleri Muallim Naci’nin etkisiyle divan türü şiirle uğraştı. Daha sonra Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit Tarhan’dan etkilenerek Batı tarzı şiire yöneldi. Servet-i Fünun dergisinde şiirleri yayımlandı. Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil’le birlikte Servet-i Fünun edebiyatının 3 önemli isminden biri oldu. Gelenekçi şairlerin en çok saldırdığı yenilikçi şairdi. Diğer Servet-i Fünun’cuların tersine bireysel şiiri tercih etti. Edebiyat-ı Cedide’nin en aşırı örneklerini verdi. Şiire "nesir-musikisi" dedi. Şiirlerinde kullandığı "Sâât-i semenfâm", "çeng-i müzehhep", "nay-i zümürrüt" gibi deyimler, imgeler döneminin sanat dünyasında önemli tartışmalar yarattı. Heceleri müzik düzeyinde uyumlu kullanmayı savundu. Bu tarzda yazdığı en iyi iki örnek "Yakazat-ı Leyliye" ve "Elhan-ı Şita" şiirleridir.

--------------------------------------------------------------------------------
ESERLERİ
ŞİİR:
Tâmât (1887)
Seçme Şiirleri (1934, ölümünden sonra)
Bütün Şiirleri (1984, ölümünden sonra)
TİYATRO:
Körebe (1917)
DÜZYAZI:
Hac Yolunda (1909)
Evrak-ı Eyyam (1915)
Afak-ı Irak (1917)
Avrupa Mektupları (1919)
Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (1918)
Vilyam Şekispiyer(1932)
devamını okuyunuz... >>

MEHMET AKİF ERSOY HAYATI VE ESERLERİ (1873 - 1936)

HAYATI
İstanbul'da doğdu, 27 Aralık 1936'da aynı kentte öldü. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona 'Rağıyf' adını vermiş, ancak bu yapma kelime anlaşılmadığı için çevresi onu 'Âkif' diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır. Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı.
Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi. Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de 'hürriyetçi' öğretmenlerinden etkilendi. Fatih camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi.
Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı) emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma olanağı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı. 1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayımlamadı. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar yazmaya, şiirler ve çağdaş Mısırlı İslam yazarlarından çeviriler yayımlamaya başladı.
1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfununda edebiyat dersleri vermeye devam etti. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti.
I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gizli örgütü olan Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı uygarlığının gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail Hakkı İzmirli'yle birlikte Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan ulusal direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı.
İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı. Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi. Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi. Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, laik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması üzerine Mısır'da sürekli olarak yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün yaşamı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve İstanbul'da öldü.
Mehmed Âkif'in 1911'de 38 yaşında iken yayımladığı ilk kitabı Safahat bağımsız bir edebi kişiliğin ürünüdür. Bununla birlikte kitabın Tevfik Fikret'ten izler taşıdığı görülür. Fransız romantiklerinden Lamartine'i Fuzuli kadar, Alexandre Dumas fils'i Sâdi kadar sevdiğini belirten şair, bütün bu sanatçıların uğraşı alanlarına giren 'manzum hikâye' biçimini kendisi için en geçerli yazı olarak seçmiştir. Ancak, sahip olduğu köklü edebiyat kaygusu onun yalınkat bir manzumeci değil, bilinçle işlenmiş ve gelişmeye açık bir şiir türünün öncüsü olmasını sağlamıştır. Mehmed Âkif'in düşünsel gelişiminde en belirleyici öğe onun çağdaş bir İslamcı oluşudur.
Çağdaş İslamcılık, Batı burjuva uygarlığının temel değerlerinin İslam kaynaklarına uyarlı olarak yeniden gözden geçirilmesini, Batı'nın toplumsal ve düşünsel oluşumuyla özde bağdaşık, ama yerel özelliklerini koruyan güçlü bir toplum yapısına varmayı öngörür. Bu görüşe koşut olarak Mehmed Âkif'in şiir anlayışı Batılı, hatta o dönemde Batı'da bile örneklerine az rastlanacak ölçüde gerçekçidir. Kafiyenin geleneksel Osmanlı şiirinde bir bela olduğunu savunan, resim yapmanın yasak sayılmasının, somut konumların betimlenmesini aksattığı ve bu yüzden şiirin olumsuz etkiler altında kaldığı görüşünü ileri süren Mehmed Âkif, Fuzuli'nin Leylâ vü Mecnûn adlı yapıtının plansız olduğu için yeterince başarılı olamadığını dile getirecek ölçüde çağdaş yaklaşımlara eğilimlidir. Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde arılaşmadan yana olan tutumunu her şiirinde biraz daha yalın bir söyleyişi benimseyerek somutlukla ortaya koymuştur.
Mehmed Âkif geleneksel edebiyatın olduğu kadar, Batı kültürünün değerleriyle etkileşimi kabul eder, ancak Doğu'ya ya da Batı'ya öykülenmeye şiddetle karşı çıkar. Çünkü her edebiyatın doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. Gerçekle uyum içinde olmayı herşeyin üstünde tutar. Altı yüzyıllık seçkinler edebiyatının halktan uzak düştüğü için bayağılaştığına inanır. İçinde yaşanılan toplumun özellikleri göz önüne alınmadan Batılı yeniliklere öykünmenin doğrudan doğruya edebiyata zarar vereceği, 'edebsizliğin başladığı yerde edebiyatın biteceği' anlayışına bağlı kalarak 'sanat sanat içindir' görüşüne karşı çıkmış, 'libas hizmetini, gıda vazifesini' gören bir şiiri kurma çabasına girişmiştir. Bu yüzden toplumsal ve ideolojik konuları şiir ile ve şiir içinde tartışma ve sergileme yolunu seçmiştir. Bütün çıplaklığıyla gerçeği göstermekteki amacı okuyucusunu insanların sorunlarına yöneltmektir. Bu kaygıların sonucu olarak yoksul insanların gerçek çehreleriyle yer aldığı şiirler Türk edebiyatında ilk kez Mehmed Âkif tarafından yazılmıştır.
Mehmed Âkif şiirinin yaşadığı dönemde ve sonrasında önemini sağlayan gerçekçi tutumudur. Bu şiirde düş gücünün parıltısı yerini gözle görülür, elle tutulur bir yapıya bırakmıştır. Şairin nazım diline bu dilin özgül niteliğini bozmaksızın elverişli olduğu gelişmeyi kazandırması, aruz veznini yumuşatmayı, başarmasıyla mümkün olmuştur. Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki olanaklarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Söz konusu dönemde her şairin dili kişisel bir dil kurma adına dar bir vadiye sıkışmak zorunda kalmıştı. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış, üslupta öz günlük ve kişiselliğe ulaşmıştır. Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır.
 
ESERLERİ
Safahat, 1911; Süleymaniye Kürsüsünde, 1911; Hakkın Sesleri, 1912; Fatih Kürsüsünde, 1913; Hatıralar, 1917; Âsım, 1919; Gölgeler, 1933.
devamını okuyunuz... >>

HALİDE EDİP ADIVAR HAYATI VE ESERLERİ (1882-1964)


 1882'de İstanbul’da doğdu. 9 Ocak 1964’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. 1901'de Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde mezun oldu. Öğretmenleri arasında Rıza Tevfik Bölükbaşı ile sonradan evlendiği ve ilk kocası olan Salih Zeki de vardı. İlk yazıları "Halide Salih" takma adıyla Tanin gazetesinde yayınlandı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. Gericilerin tepkisinden çekindiği için 31 Mart Olayı’nda çocuklarıyla birlikte Mısır’a gitti. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra yurda döndü. 1909'dan sonra öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Kadınların toplumsal yaşama katılması ve eğitilmesi için çalışan Teâli-i Nisvan Cemiyeti’ni kurdu. 1912’de kurulan Türk Ocağı’na katıldı. 1919'da Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı. Aynı yıl İzmir'in Yunan ordusu tarafından işgal edilmesini protesto için Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenen mitingde yaptığı etkili konuşma büyük yankı uyandırdı. Hakkında soruşturma açılınca, 1917'de evlendiği ikinci eşi Adnan Adıvar birlikte Anadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Çeşitli cepheleri dolaştı, Mehmetçiklere moral ve destek verdi. Kendisine önce onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi.
Savaş sürerken Atatürk ile siyasi görüş ayrılığına düştü. 1917’de Adnan Adıvar ile birlikte yurtdışına çıktı. Fransa ve İngiltere’de yaşadı. Amerika’da Columbia Üniversitesi, Hindistan’da Delhi İslam Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak dersler verdi. 1939’da Türkiye’ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı oldu. 1950’de milletvekili seçildi. 4 yıl sonra tekrar üniversiteye döndü. Ölümüne kadar kürsü başkanlığı görevini sürdürdü. 1910'da yayınlanan ilk romanı "Seviye Talip" ile 1911'de yayınlanan ilk öykü kitabı "Harap Mabetler" edebiyat çevrelerinde ilgiyle karşılandı. Romanlarının kadınları, Batılı bir anlayışla idealize edilmiş, güçlü ve kültürlü kadınlardı. Kahramanlarının kişiliklerine, ruh yapılarına ve davranışlarına önem vererek bu özelliğiyle Türk romanında yeni bir adım attı. Kurtuluş Savaşı döneminde ulusçu, milli duyguları öne çıkaran roman ve öyküler kaleme aldı. "Yeni Turan", ""Ateşten Gömlek" ve "Vurun Kahpeye" bu dönemin eserleridir. En tanınmış romanı "Sinekli Bakkal" yazarlığında olgunluk dönemini gösterir. Bu romanda Sinekli Bakkal mahallesinde yaşayan insanlar, aydınlar ve saray çevresi gibi 2'nci Abdülhamit döneminin farklı toplum kesimleri canlandırılır. Bu romanın yazıldığı yıllarda Türkiye bağımsız ve Batı yanlısı bir ülke olmayı tercih etmişti. Bir yandan da Tanzimattan beri süren Batı-Doğu çatışmasından kurtulamamıştı. Halide Edip, "Sinekli Bakkal"da Doğu'nun değerlerini bulup çıkarmak, Batı'nın karşısına koymak amacındadır. Roman "roman yanıyla zayıf olmakla" eleştirildi. Halide Edip'in ingilizce yazılmış incelemeleri de var.



 ESERLERİ
ROMAN:
Heyula (1908)
Raik’in Annesi (1909)
Seviye Talip (1910)
Handan (1912)
Yeni Turan (1912)
Son Eseri (1913)
Mev’ud Hüküm (1918)
Ateşten Gömlek (1923)
Vurun Kahpeye (1923)
Kalp Ağrısı (1924)
Zeyno’nun Oğlu (1928)
Sinekli Bakkal (1936)
Yolpalas Cinayeti (1937)
Tatarcık (1939)
Sonsuz Panayır (1946)
Döner Ayna (1954)
Akile Hanım Sokağı (1958)
Kerim Ustanın Oğlu (1958)
Sevda Sokağı Komedyası (1959)
Çaresaz (1961)
Hayat Parçaları (1963)
ÖYKÜ:
İzmir’den Bursa’ya (Yakup Kadri, Falih Rıfkı ve Mehmet Asım Us ile birlikte, 1922)
Harap Mabetler (1911)
Dağa Çıkan Kurt (1922)
OYUN:
Kenan Çobanları (1916)
Maske ve Ruh (1945)
ANI:
Türkün Ateşle İmtihanı (1962)
Mor Salkımlı Ev (1963)
   
devamını okuyunuz... >>

NECİP FAZIL KISAKÜREK HAYATI (1904 - 1983)

HAYATI (1904 - 1983) 
26 Mayis 1904'te, Persembe günü sabaha karsi, Istanbul'da büyük bir
konakta dogdu.
Kayitli bir secereyle, Alâüddevle devrinin Seyhülislâmi Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanogullarindan daha eski bir familya olan Dülkadirogullarina bagli 'Kisakürekler' soyuna mensuptur.
Necip Fazil, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oglunun tek oglu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldi; okuyup yazmayi henüz 5-6 yaslarindayken ondan ögrendi. Birçok siirinin ana imajini ve ruhî kaynagini teskil eden 'yakici bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehsetli bir korku' seklinde özetledigi ve hastaliktan hastaliga geçtigi ilk çocukluk yillarini, çocukluk hâtiralarinin kaynastigi bir 'tütsü çanagi' olan, büyükbabasina ait Çemberlitas'taki Konak'ta geçirdi.
Büyükbabasi Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, hasariliginin önüne geçmek için onu 5-6 yaslarinda bir sürü 'abur cubur' romanla tanistiran, eski Halep Valisi, Zaptiye Naziri Salim Pasa'nin kizi, büyükannesi Zafer Hanim, ruhi yapisini baska hassasiyetler açisindan etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yas küçügü kiz kardesi Selma ile büyük babasinin ölümü ise, onu disaridan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacagi iki hadiseyi teskil etti.
Bahriye Mektebi'ne girecegi 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarikli bir hocanin islettigi mahalle mektebinden baslayarak çesitli okullara devam etti. Fransiz Papaz ve Kumkapi'daki Amerikan kolejinin ardindan Serasker Riza Pasa yalisindaki Rehber-i Ittihad mektebine verildi. Yatili olan bu mektepte de fazla kalamayinca, bir süre için Büyük Resit Pasa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydinli köyünde, köyün ilk mektebine yazildi. Ilk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi.
1916'da, 'Ne oldumsa bu mektepte oldum' dedigi ve sahsiyetinin ana dokusunu örgülestirdigi 'Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Sahâne'ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alindi. Hayatinin en nazik dönemini geçirdigi Bahriye Mektebi, içindeki bütün isik cümbüsleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. Ilk metafizik arayiciliklari ve zabitlerin bile benimsedikleri 'Sair' lakabi ile ilk aruz talimleri orada basladi.
Namzet sinifindan ayri üç harp sinifini bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasini beklerken, ilave edilen dördüncü sinifi bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrildi. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sinifindan ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettigine dair diplomasini aldi. (1920)
17 yasinda, o günkü adiyle ' Istanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Subesi 'ne girdi. (1921)

O günlerin (1928 Harf inkilabina kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaslarinin çikardigi Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuasi, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuasi teskil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk siirlerini Yeni Mecmua'da yayinladi.
(1922) Cumhuriyetin ilanindan bir yil sonra, 20 yasinda, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtigi imtihandaki basarisiyle üniversitedeki (sömestre) lerini resmen tamamlamis sayildi ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924)
Paris hayati, kendini arayisinin müthis his helezonlari, korkunç girinti ve çikintilari arasinda, nefs cesareti bakimindan hayal yakici bir tablo çizdi.
1925'te ilk siir kitabi 'Örümcek Agi'ni bastirdi. O yillarda bankacilik yeni ve gözde bir meslekti. 'Felemenk Bahr-i Sefit Bankasi'nda çalismakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittigi bir gün, arkadasinin tesvik ve tavassutu ile ayni bankada ise basladi. Daha sonra gayet kisa sürelerle Osmanli Bankasinin Ceyhan, Istanbul ve Giresun subelerinde çalisti.
1928 - 29 senelerinde 'Bâbiâli' adli otobiyografik eserinde tafsilatli sekilde anlattigi, Bâbiâli palamarina bagli 'Bohem Hayati'ni son kertesine çikardi.
Henüz 24 yasindayken, 'Kaldirimlar' isimli ikinci siir kitabinin yayinlandigi ve ortaligi takdirle karisik hayret seslerinin bürüdügü 1928 yili, onun siir diyapozonunun herkesce begenilmek noktasindan en dik irtifalari kaydettigi basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkinda yazilip çizilenler bunu kat kat geçmisti.
1929 yazinin sonlarina dogru gittigi Ankara'da, içinde 9 yil müddetle çalisacagi ve müfettislige kadar yükselecegi Is Bankasina Umum Muhasebe Sefi olarak girdi. (5 Agustos 1929) Taksim'deki meshur tarihi bina Taskisla'nin 5'inci Alayinin Zâbit kitasinda 6 ay neferlik; Harbiye'de Ihtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, pesinden de 6 ay subaylik yapti. 18 aylik bu askerlik macerasi, 1931 senesinin baslarindan 1933 senesinin ilk aylarina kadar fâsilalarla devam etti.
Askerligi bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü siir kitabi 'Ben ve Ötesi'nin çikisindan sonra artik renk renk konfeti yagmuru altinda ve söhretinin zirvesindeydi.
1934'de bir aksam, nihayet bir aksam, çalistigi bankadan Bogaziçindeki evine dönmek için bindigi 'Sirket-i Hayriye' vapurunda karsisina oturan ve gözlerini ondan ayirmayan; o güne kadar hiç görmedigi, bir daha da göremiyecegi Hizir tavirli bir adam, ona, kâinat çapinda bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi.
Sicak bir ilkbahar günü, yanina Abidin Dino'yu aldi ve Eyüb sirtlarina çikti. Belki üç, belki bes saat süren o günkü temastan aldigi kelimeler üstü bir tesirle çarpilip kaldi ve bir daha birakmamacasina o Büyük Zat'in eteklerine yapisti.
Hikayesi 'O ve Ben'de yer alan, korkunç bir fikir buhranina (crise intellectuelle) , büyük ruh istirabina çattigi 34 yili, bu yüzüyle ise, hayatinin en belali senesi oldu.
Yasadigi buhranli günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açilan kitaplik çapta eser verme devrinin ilk eseri 'Tohum'u yazdi. (1935)
1936'da Celal Bayar'in temin ettigi ilanlar yardimiyla çikardigi ve 16 sayi sürdürdügü 'Agaç' Mecmuasi, dönemin önde gelen entellektüellerini çatisi altinda topladi.
Uzun süredir üzerinde çalistigi, büyük ruh çilesinin sahne destani 'Bir Adam Yaratmak' piyesini 63 numarali ocak idaresinin teftisini yapmak için gittigi Zonguldak'ta bitirdi. (8 Temmuz 1937) . Eser ilk defa 1937-38 kisinda, Istanbul Sehir Tiyatrosu'nda Muhsin Ertugrul tarafindan temsil edildi ve muazzam bir alaka dogurdu. 1938 senesinin baslarinda Ulus Gazatesi yeni bir Milli Mars için müsabaka açti. Ayrica kendisine özel olarak yapilan teklifi; öne sürdügü isi umumilestirmekten..yani 'müsabaka'dan vazgeçilmesi sartinin hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda 'Büyük Dogu Marsi' olarak kalan siiri yazdi.
Sonbaharda, artik kendini 'dolap beygirinden farksiz' hissetmeye basladigi Bankadan istifa etti (10.10.1938) : ve vakit geçirmeden Haber gazetesine girdi. Kisa bir süre sonra da Son Telgraf gazetesinde, Bâbiâlinin önde gelen muharrirlerinin aksine, Ikinci Dünya Savasinin kaçinilmaz oldugu görüsünü savundu ve hakli çikti. Hâdiseleri önceden haber verir mahiyetteki teshis ve tahlilleri karsisinda muhalifleri ancak söyle diyebildi:
'- Bu adam ne derse çikiyor! ..'
Zamanin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafindan Ankara Devlet Yüksek Konservatuarina Hoca olarak tayin edildi. Bu Profesörlük isinin trenlerde kondöktörlüge döndügünü ileri sürerek Hasan Âli'den Istanbul'da bir görev istedi. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kismina atandi. Ayrica Robert Kolej'in son siniflarinda Edebiyat Hocaligi yapti.
1939'da, ileride bas köseye oturtacagi en sevdigi siirini, bu tarihten 5 yil önce yasadigi anlatilmaz ve anlasilmaz büyük ruh istirabinin siirini (Çile) verdi.
1940 yilinda Türk Dil Kurumu hesabina 'Namik Kemal' isimli bir eser kaleme aldi ve vaktiyle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkinda söylemis oldugu hakikatleri, bu eser zâviyesinden tetkiklerini derinlestirdikçe bizzat gördü.
1941 senesinde, yine köklü bir..familyadan; 'Bâbanzâde'lerden, Ahmed Naim Efendi'yle kardes çocugu olan Recai Bey'in kizi, Yahya Nüzhet Pasa'nin torunu..Fatma Neslihan Hanimefendi ile evlendi. Bu..evliliginden Mehmed (1943) , Ömer (1944) , Ayse (1948) , Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli bes çocugu oldu.
1942 kisinda tekrar 45 günlügüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdigi siyasi..bir..yazi..sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasini Sultanahmet cazaevinde tatti.
1943, Sanatkarin fildisi kulesinden agoraya indigi; tam olarak belirdigi tarihtir: Içini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatinin muhtaç oldugu cemiyeti yogurma heyecani kapladi ki, artik çalisamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basiniyle, hocasiyle, gençligiyle kendi açtigi bütün cephelerde tek basina sürdürecegi Büyük Dogu Mecmuasi'nin ilk sayisini çikardi. (17 Eylül 1943)
Sonraki dönemlerine bir hazirlik kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayida 'Allaha itaat etmeyene itaat edilmez! ' meâlindeki bir Hadîs-i Serif yüzünden, rejime itaatsizligi tesvik suçlamasiyle 1944 Mayisinda Bakanlar Kurulu karariyla kapatildi.
Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocaligindan kovuldu ve ikinci askerligine ikinci defa sevkedilerek Egridir'e sürüldü.
Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasim 1945'ten baslayarak 5 Haziran 1978'e kadar günlük, haftalik ve aylik olarak çesitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayin hayatini sürdüren Büyük Dogu'yu cilt cilt eser faaliyetinin yani sira, 36 sene müddetle tek basina omuzladi; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu.
2 Kasim 1945'de Büyük Dogu yeniden çikmaya baslayinca, onu, birdenbire; 'eski Iktisat Vekili Fuat Sirmen'e nesir yoluyle hakaret, Dini tezyif, memleket dahilinde tesekkül etmis Iktisadî, hukukî, siyasî, idarî rejimleri devirmek yolunda propaganda' gibi birçok adlî takibat ve muhakemeyle yüzyüze birakti.
1946 senesinin sonlarina dogru, 13 Aralik tarihli sayisinda; kapak yaptigi mücerret bir kulak resminin altindaki 'Basimizda kulak istiyoruz! ' yazisi Inönü'nün kulaklarinin duymuyor olmasi hakikatiyle birlesince Örfi Idarece tekrar kapatildi.
Birkaç gün sonra Basbakan Recep Peker tarafindan Ankara'ya çagirildi. Recep Peker'in sadece 'biraz ölçülü' davranmasi ve fazla aleyhte yazmamasi karsiligi 100.000 lira teklifi, kabul etmedigi takdirde ise açik açik zindana atilma tehtidiyle karsilasti.
O günler için bir servet demek olan deste 'söz' olmaktan çikmis, üstündeki 'Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasi' bandajiyle birlikte önündeki masaya birakilmisti. Çok geçmeden; kapatilan dergide tefrika edilmeye baslamis olan 'Sir' isimli piyesinden dolayi 'Milleti kanli ihtilale tesvik' suçlamasiyle mahkemeye çikarildi.
Artik büyük mücadele yolundaydi. 1947 baharinda (18 nisan) Büyük Dogu'yu yeniden ve üçüncü defa çikardi. Birkaç ay sonra (6 haziran) 'Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden Istimdat' baslikli Riza Tevfik'e ait bir siirin nesri sebebiyle Büyük Dogu mahkeme karariyle tekrar kapatilirken kendisi de tutuklanarak hapse atildi. 'Türklüge Hakaret'den yargilandi, 1 ay 3 gün tutuklu kaldi ve sonunda beraat etti.
1947 yili içinde; bütün bunlar olup biterken ve arada bir sürü tutuksuz muhakeme, üzerine saçma taneleri halinde gelirken, 'Sabir Tasi' piyesiyle 'C.H.P. Sanat Mükâfati'ni kazandi. Ancak jürinin verdigi karar Parti Genel Idare Kurulu tarafindan iptal edildi.
Yine ayni yil, Büyük Dogu'nun çikmadigi kisa bir arada 3 sayilik mizah dergisini; 'Borazan'i çikardi. 1948'de, Temyiz Mahkemesi, hakkindaki ilk ve meshur beraat kararini, dünya adalet tarihinde görülmemis tertiplerle bozdu. Bütün bir yil geçimini, (ihtimal ki, üzerine Puccini'nin bir operasi takili pikapla, büyükbabasi, Bâlâ rütbeli Marasli Hilmi Efendi'nin ceviz çerçeveli yagli boya portresi hariç) evinde ne varsa son iskemleye kadar satarak temin etti.
1949 senesini; zevcesi, üç çocugu ve kayinvalidesiyle beraber küçük bir otel odasinda karsiladi. Agir Ceza Mahkemesi hakkinda verdigi beraat kararinda israr ederken, Büyük Dogu da kapana-çika; fakat her defasinda kaldigi yerden yoluna devam ediyordu.
Bu yilin Ramazan ayinda (28 Haziran) Büyük Dogu Cemiyeti'ni kurdu.
Subat 1950'de Cemiyetin bir numarali subesi 'Kayseri Büyük Dogu Cemiyeti' açilir açilmaz Halk Partisinin duydugu dehset son haddine vardi. Açilisi yaptiktan sonra Istanbul'a dönüsünde bir yazi bahanesiyle tutuklandi, Türklüge Hakaret Davasinda verilmis beraat karari Temyize 'tekrar ve topyekün' bozdurulur bozdurulmaz da (21 Nisan) hapse atildi.
500 yillik bir Türk ailesine mensup Necip Fazil'in hayatindaki, 'Türklüge Hakaret Davasi'ni da içine alan bu dönem; tesirinin, o günlerde kendisine ne gözle ve nasil bir dehsetle bakildiginin, ne tür bir muameleye..müstehak görüldügünün ve kapi kapi hangi korkunç berzahlardan geçtiginin iyi bilinmesi için, üzerinde dikkatle durulmasi gereken bir dönemdir.
1949 yilinin açtigi, gittikçe köpüren iftira ve lekeleme kampanyasinin ve bu takip ve tarassutun bir neticesi halinde çok geçmeden basina 'Kumarhane Baskini' diye akseden siyasi komplo tertiplendi (24.3.1951) . Bu komplo üzerine Büyük Dogu'nun derhal toplatilan meshur 54. SAYI'sini çikardi. Bu sayidaki bir yazisindan dolayi tutuklanarak cezaevine atildi. Çikisinda Büyük Dogu Cemiyeti'ni tasfiye etti.
1952'de, Vatan gazetesinin sahibi ve basyazari Ahmet Emin Yalman'in Malatya'da bir suikast tesebbüsü ile yaralanmasi (22 Kasim) ile baslayan hâdiseler, malum basinin yaygarasiyle büyütüldü, genisledi ve nihayet onu da azmettirici sifatiyla, o ünlü savunmalarini yapacagi sanik sandalyesine çekti.
11 Aralik 1952'de, bu hadise üzerine yayinladigi, simdi 'Müdafalarim' adli eserinde yer alan 'Maskenizi Yirtiyorum' isimli ünlü brosürle, 1943'ten beri basina gelenlerin ve bütün bu olup bitenlerin genis bir muhasebesini yapti.
12 Aralik 1952'de, yani Malatya hâdisesinden hemen sonra, daha önceki bir mahkûmiyetin infazi bahanesiyle atildigi hapisten 'taammüden katle tesvik ve azmettirmek, katle tesebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek' isnadlariyle yargilandiktan sonra, 16 Aralik 1953'te Malatya Dâvasindaki suçsuzlugu (!) anlasilmis olarak çikti.
1951, 1952 ve 1956'da Büyük Dogu'yu günlük gazete olarak çikardi. Büyük Dogu'nun tesiri o kadar büyük oluyordu ki, 1954 seçimlerinden önce, bir parti lideri yaptigi seçim konusmalarinda eline dergilerden çesitli nüshalar alarak; 'Iste Menderes, bu yobazlik âbidesine yardim eden adamdir. Onu ve partisini seçmeyin! ..' diye propaganda yapti. 1957'de de 8 ay 4 gün hapis yatti.
Bu arada; hiçbir zaman ve mekan sarti aramaksizin sürekli yaziyor, degisik sahalarda zirve eserler vermeye devam ediyordu. Ata olan sevgisi ve biniciligi meshurdu. 1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün ismarlamasiyle, belki de dünyada mevzuunun ilk örnegi olarak, ati bütün ruhu, estetigi, tarihi ve felsefesiyle, sairane bir üslupla ele alan ve anlatan bir eser kaleme aldi.
Büyük Dogu'larin muazzam hücum devresi 1959'da, aleyhine o kadar dâva açilmisti ki, bu dâvalarin yarisi mahkûmiyetle neticelense 101 sene hapis yatmasi gerekecekti.
Mahkûmiyet kararlarinin hizla kesinlesmeye basladigi ve Basbakan'in emriyle Nigde Cezaevinde kendisine tek kisilik konforlu (!) bir hücre hazirlandigi sirada 27 Mayis 1960 Ihtilali oldu. Ihtilalin ilk radyo duyurularindan birinde, zaten çikmayan Büyük Dogu'nun kapatildigi ilan edildi.
6 Haziran günü geceyarisi evinden alindi. 4.5 ay müddetle Balmumcu garnizonunda 'gerekçesiz' tutulduktan ve yüzbasilara varincaya dek en agir hakaretlere maruz birakildiktan sonra, Genel Affa ragmen, 5816 sayili kanun sadece kendisi aleyhinde istisna tutuldugu için, 'toplu tahliye' sebebiyle bayram yerine dönmüs Garnizon kapisina yanasan; kaatilleri, irz düsmanlarini tasimaya mahsus camsiz, kirmizi renkte bir cezaevi arabasiyla Toptasi Hapishanesine nakledildi. (15.10.1960) Ve 1.5 yil içerde kaldi.
18 Aralik 1961'de tahliye edildikten sonra önünde iki yol açildigini gördü; Ya her seyden büsbütün el etek çekmek, yahut her seye topyekün el uzatmak... Tercihi, demir hapishane kapilarindan daha önce de saliverildigi günlerden farkli degildi.

1963 Ilkbaharinda bir davet üzerine açilan 'konferans çigiri' üzerinde evvela Salihli, Izmir; bir müddet sonra Erzurum, Van; daha sonra Izmit, Bursa ve 1964 yilinin ilkbaharinda da Konya, Adana, Maras ve Tarsus'ta konferanslar verdi.
1964'te Büyük Dogu'nun 11'inci devresini açti. Adnan Menderesin aziz hatirasi için kaleme aldigi ve derginin 1'inci sayisinda nesrettigi 'Zeybegin Ölümü' siirinden dolayi takibata ugradi.
1965'te 'b.d. Fikir Kulübü'nü kurdu. Mart ayindan baslayarak sirasiyle Adiyaman, Maras, Burdur, Gaziantep, Nizip, Kilis, Kayseri, Akhisar, Ankara, Kirikkale ve Eskisehir'de konferanslar serisini sürdürürken, günlük çerçevelerine ve bazi eserlerinin tefrikasina da bir gazetede devam etti.
'b.d. Fikir Kulübü' adina Ankara Dil Tarih Cografya Fakültesi'nde verdigi bir konferans üzerine açilan dâvada, 'Din esasina bagli cemiyet kurmak' iddiasiyle yargilandi.
Büyük Dogu'larin 1965 ve 1967 devrelerinde birçok defa 'Hükümetin Manevi Sahsiyetini Tahkir' suçlamasiyle takibata ugradi. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti ve Milli Birlik Komitesi dönemlerinin ardindan, Adalet Partisi devr-i iktidarinda da takip mevzuu olmaktan kurtulamadi.
27.12.1967 tarihli Büyük Dogu Dergisinde dönemin Basbakani'nin (Demirel) kayitli oldugu Mason kütügünün fotokopisini ilk defa olarak yayinladi.
'Ideolocya Örgüsü' isimli eseri, 'Mümin/Kafir' diyaloglari ve siyasi içerikli yazilari sebebiyle devamli olarak suçlandi, sorgulandi, yargilandi.
1968'de 'Vahidüddin' adli eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskisini yaptiktan sonra takibata ugradi ve kitap toplatildi. Eserde suç unsuru bulunmadigina dair bilirkisi raporu dogrultusunda Mahkeme, beraat karari verdi.
Ileride, kararin Temyiz'e bozdurulmasi ve daha önceki kararin aksine mahkemenin bozma ilamina uymasiyle bu dâvadan da mahkûm olacak (28.11.1973) ve bir müddet sonra Af Kanunu çikacagi için karar infaz edilemeyecekti. Ancak 'Vahidüddin' eseri 2'nci baskisinda hiçbir takibata ugramayip 'zaman asimi'na girecegi halde, 1976'daki 3'üncü baskisindan sonra tekrar takibata ugrayacak ve en asiri fikir düsmanlarinin imzasini tasiyan bütün bilirkisi raporlarina ragmen hukuk anlayisi bakimindan tarihte esi az görülmüs bir mantik üzerine oturtulmus 25 sahifelik bir kararla 1.5 yil mahkûmiyetine sebep olacakti.
1969 yili içinde Erzincan, Antalya ve Alanya'da konferanslar verdi.
Çesitli tarihlerde muhtelif gazetelerde, basmakalelerine, fikralarina ve bazi eserlerinin tefrikasina devam etti; tam sahife Ramazan yazilari kaleme aldi.
Fas'tan, Saraya çok yakin çevreden evine kadar gelen, ömrünün kalan kismini bütün aile fertleriyle birlikte Fas'ta geçirmesi, yani bundan böyle Fas'ta yasamasi teklifini; gözlerini pencereden disariya, alakasiz bir noktaya dikerek, küçük, çok küçük göz tikleri içinde sabirla dinledi. Ilgisiz bir mevzu açarak cevap verdi.
1983 yılında vefat etti.
 
ESERLERİ
1-Hikayelerim
2-Cinnet Mustatili
3-Bir Adam Yaratmak
4-Çile
5-Kafa Kağıdı
6-O ve Ben
7-Yunus Emre
8-At'a Senfoni
9-Para
10-Sahte Kahramanlar
11-Hazret-i Ali
12-Tanrı Kulundan Dinlediklerim
13-İhtilal
14-Moskof
15-Tohum
16-Aynadaki Yalan
17-Reis Bey
18-Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu
19-Babıali
20-Sosyalizm,Komünizm ve İnsanlık
21-Hitabeler
22-Peygamberler Halkası
23-İbrahim Ethem
24-Hesaplaşma
25-Esselam
26-Dünya Bir İnkilap Bekliyor
27-Hac
28-Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar
29-Türkiye'nin Manzarası
30-Çerçeve-I
31-Nur Harmanı
32-İman ve İslam Atlası
33-Müdafaalarım
34-Veliler Ordusundan 333
35-Benim Gözümde Menderes
36-İdeolocya Örgüsü
37-Mümin-Kafir
38-Senaryo Romanlarım
39-Çöle İnen Nur
40-Son Devrin Din Mazlumları
41-Öfke ve Hiciv
42-Sabır Taşı
43-Ulu Hakan II.Abdülhamid Han
44-Başbuğ Velilerden 33
45-Çerçeve-II
46-Konuşmalar
47-Rabıta-i Şerife
48-Doğru Yolun Sapık Kolları
49-Başmakalelerim-I
50-Tasavvuf Bahçeleri
51-Çerçeve-III
52-Namık Kemal
53-Hücum Ve Polemik
54-Rapor 1/3
55-Rapor 4/6
56-Rapor 7/9
57-Rapor 10/13
58-Yeniçeri
59-Reşahat
60-Başmakalelerim-II
61-Mektubat
62-Başmakalelerim-III
63-Çerçeve-IV
64-Gönül Nimetleri
devamını okuyunuz... >>

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL HAYATI VE ESERLERİ (1889-1973)

 18 Mayıs 1889'da İstanbul’da doğdu. 8 Kasım 1973’te Akdeniz’de seyreden Samsun gemisinde yaşamını yitirdi. Türk şiirinde "hecenin 5 şairi" diye bilinen şairlerden biri. Yenilikçi edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbul’lu kişiliğiyle de olsa, Anadolu gerçeğine açıldı. Türkçenin gelişmesine büyük katkı sağladı. Milli edebiyat akımına verdiği güçle kendisinden sonra gelen kuşaktaki biçok şairi etkiledi. Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim şiirinin yanında üçüncü bir kümenin oluşmasına neden oldu. İstanbul Darülfünun'u Tıp Fakültesi'ndeki eğitimini yarım bıraktı. Kayseri, İstanbul ve Ankara’da liselerde ve öğretmen okullarında edebiyat dersleri verdi. 1946-1960 arasında Demokrat Parti'den İstanbul’dan milletvekili seçildi. 27 Mayıs 1960’tan sonra bir süre Yassıada’da tutuklu kaldı. Biraz Cenap Şahabettin'den, büyük ölçüde de Yahya Kemal Beyatlı'dan etkilenerek ilk şiirlerini aruz vezniyle yazdı. Sonra hece veznine döndü. Anadolu insanının duygularını işleyerek Milli edebiyat akımının yurtçu duyarlılığını zengileştirdi. Erkek bencilliğini yücelten aşk şiirleri de yazdı. Anayurt adlı dergiyi 8 sayı çıkardı. "Çamdeviren", "Deli Ozan" gibi takma isimlerle mizah şiirleri yazdı. Fıkra, manzum oyun, roman türünde eserleri de var.


ESERLERİ:
ŞİİR:
Şarkın Sultanları (1919)
Gönülden Gönüle (1919)
Dinle Neyden (1919)
Çoban Çeşmesi (1926)
Suda Halkalar (1928)
Bir Ömür Böyle Geçti (1933)
Elimle Seçtiklerim (1934)
Akarsu (1937)
Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938)
Akıncı Türküleri (1938)
Heyecan ve Sükûn (1959)
Zindan Duvarları (1967)
Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969)
OYUN:
Canavar (1925)
Özyurt (1932)
Akın (1932)
Kahraman (1933)
Yayla Kartalı (1945)
ROMAN:
Yıldız Yağmuru (1936)
devamını okuyunuz... >>

AHMET HAŞİM HAYATI VE ESERLERİ (1884-1933)

 1884’te Bağdat’ta doğdu, 1933’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’in oğlu. Çocukluğu Bağdat’ta geçti. 12 yaşında annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul’a geldi. Mektebe-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) yatılı okudu. Tevfik Fikret ve Ahmed Hikmet Müftüoğlu'nun öğrencisiydi. 1907'de mezun oldu. Bir süre Reji İdaresi'nde çalıştı. Bir yandan da Hukuk Mektebi'ne devam etmeye başladı. İzmir Sultanisi Fransızca öğretmenliğine atandı. Hukuk eğitimini bırakıp İzmir'e gitti. 1912-1914 arasında Maliye Nezareti'nde çevirmenlik yaptı. 1. Dünya Savaşı yıllarını Çanakkale ve İzmir'de yedeksubay olarak geçirdi. Mütareke'den sonra İstanbul'a döndü. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde estetik ve mitoloji öğretmenliği yaptı. Harp Akademisi ve Mülkiye Mektebi'nde Fransızca dersleri verdi. Düyun-u Umumiye İdaresi'nde, Osmanlı Bankası'nda çalıştı. Akşam ve İkdam gazetelerinde köşe yazıları yazdı. 1928'de böbrek rahaksızlığının tedavisi için yurtdışına gitti ama iyileşemeden döndü. Şiire lise öğrenciliği yıllarında başladı. İlk şiirlerinde Abdülhak Hamit, Cenap Şahabettin, özellikle de Tevfik Fikret etkileri görülür. Bilinen ilk şiiri "Hayal-i Aşkım"da bu yönelmelere rağmen yeni bir sanat yönelimi olduğu dikkat çeker. Gençlik şiirleri Mecmua-i Edebiye, Musavver Terakki, Aşiyan, Jale, Musavver Muhit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap dergilerinde yayınlandı. Bu şiirleri kitaplarına almadı. 2. Meşrutiyet'in yazınsal karmaşa ortamında onun şiiri ayrı bir ses olarak kendisini gösterdi. 1921'de basılan ilk şiir kitabı "Göl Saatleri"nin başındaki küçük manzumeler, bu dönemin asıl eserleridir. İzlenimci ressam etüdlerini andıran bu şiirlerle Ahmed Haşim, doğanın özünü sızdırmak ister gibidir. Şiiri, bir yandan Verlaine müziğine yaklaşırken, bir yandan Şeyh Gâlib'in parıltısını taşır. "Göl Saatleri", "Göl Kuşları", "Serbest Müstezatlar" ve "Muhtelif Şiirler" olmak üzere dört bölümden oluşan bu kitap Türk şiirinin Yahya Kemal Beyatlı'dan sonraki ikinci kanadını kurar. Beyatlı'nın geniş kesimleri kucaklayan toplumcu ve ulusçu şiirine karşılık Haşim daha dar ama daha derin bir kanalda akmayı tercih eder. İkinci ve son şiir kitabı "Piyale"nin girişinde "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" bölümünde şiirle ilgili görüşlerini açıklar: Şair ne bir gerçek habercisi, ne güzel konuşmayı sanat haline getirmiş bir kişi, ne de bir yasak koyucudur. Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, hissedilmek için yaratılmış, müzik ile söz arasında, ama sözden çok müziğe yakın ortalama bir dildir. Düzyazıda anlatımı yaratan öğeler şiir için sözkonusu olamaz. Düzyazı us ve mantık doğrur, şiir ise algı bölümleri dışında isimsiz bir kaynaktır. Gizliğe, bilinmezliğe gömülmüştür. Şairin dili, duyumların yarı aydınlık sınırlarında yakalanabilir. Anlam bulmak için şiiri deşmek, eti için bülbülü öldürmek gibidir. Şiirde önemli olan sözcüğün anlamı değil, şiir içindeki söyleniş değeridir. Şiiri ortak bir dil olarak düşünenler boş bir hayal kuruyor demektir. "Piyale" kitabındaki "Merdiven" ve "Bir Günün Sonunda Arzu" şiirleri, bu görüşleri yansıtan ve Türk edebiyatında görülmemiş bir şiirselliği ortaya koyan ürünlerdir. Bu kitapla birlikte Haşim'e saldırılar arttı. Ölçü ve Türkçe bilmemekle, toplum sorunlarına ilgisizlikle suçlandı. Yine de şiirleriyle 20'nci yüzyılın ilk çeyreğini etkilemeyi başardı.


ESERLERİ
ŞİİRLER:
Göl Saatleri (1921)
Piyale (1926)
FIKRA VE SOHBET:
Bize Göre (1926)
Gurabahane-i Laklakan (1928)
GEZİ:
Frankfurt Seyahatnamesi (1933)
devamını okuyunuz... >>

YAHYA KEMAL BEYATLI HAYATI VE ESERLERİ(1884 - 1958)

HAYATI (1884 - 1958) 
üsküp'te doğdu. Asıl adı Mehmet Agah'tır. İlk öğrenimini Üsküp'te yaptı. Selanik'te başladığı ortaöğrenimini, İstanbul'da Vefa İdadisi'nde tamamladı.
1903'te, bir arkadaşının teşvikiyle Paris'e giderek bir yıl, bir kolejde Fransızcasını ilerletti. Sonra Paris'teki Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdi. Orada Fransa'nın ünlü tarihçilerinden olan Albert Sorel, Emile Burgoux, Louis Renault gibi hocalardan ders gördü. Onda, tarih sevgisinin bilinçlenip genişlemesinde Albert Sorel'in etkisi büyük olmuştur.
Paris'te dokuz yıl kaldıktan sonra İstanbul'a döndü.Edebiyat ve tarih öğretmenlikleri yaptı, elçiliklerde bulundu. 1 Kasım 1958'de öldü.
Yahya Kemal'in şiirleri dil ve şekil yönünden üç kısma ayrılabilir: a) Kuralsız nazım şekilleri ve sade bir dille söylenmiş şiirler. b) Divan edebiyatı nazım şekilleriyle ve o şiirin diliyle söylenmiş şiirler. c) Ruabiler.
Yahya Kemal, aruz veznini Türkçe kelimelerin yapısına en ustalıkla uygulayan bir şairdir. 'Ok' manzumesi dışında bütün şiirlerini aruz vezniyle yazmıştır. Ahenge büyük önem verir. Ona gre, vezinler bir ahenk aletidir.
Divan şiirinde bambaşka değerler bulmuş, o şiire seçici, beğenici gözlerle bakmıştır. Divan tarzının özünden ve havasından aayrılmamıştır. Taklitten kaçınmış, eski zevek yeni bir hava getirmiştir. Mazmunu bırakarak, şiirlerine yeni hayaller, mecazlar, düşünceler, tabiat manzaraları, resme uygun görünüşler koymuştur.
Görüntü güzellikleri onun şiirinde, tarih ve kültür derinlikleriyle gözler önüne serilir. Çok arzu ettiği halde şiirlerini kitap halinde göremeden öldü. Bu gecikmeye sebep, birçok mısraına henüz son güzelliği veremediğine dair olan sanatçı titizliğiydi.
 
ESERLERİ
Şiir kitapları: Kendi Gökkubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgariyle (1962), Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963), Bitmemiş Şiirler (1976)
devamını okuyunuz... >>

MUALLİM NACİ HAYATI VE ESERLERİ(1850-1893)

1850’de İstanbul’da doğdu. 13 Nisan 1893’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Dilin yalınlaştırılmasını savunan Tanzimat Dönemi'nin önemli şair ve yazarı. Asıl adı Ömer. 7 yaşındayken babasını kaybetti. Varna’ya dayısının yanına gönderildi. Orada medrese öğrenimi gördü. Bir yandan da Arapça, Farsça, Fransızca ve hat öğrendi. "Hulusî" mahlasıyla yazılar yazdı. Bir süre Varna Rüştiyesi’nde öğretmenlik yaptı. Sait Paşa’nın özel katibi olarak Rumeli ve Anadolu’nun birçok kentini dolaştı. İlk şiirlerini "Nacî" mahlasıyla 1867’den başlayarak yazdı. İstanbul’a geldi. Memuriyetten ayrıldı. 1883’te Ahmed Mithad Efendi'nin önerisiyle Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebiyat sayfasını yönetmeye başladı. "Mesud-ı Harabî" takma adıyla yayınladığı aruzla yazılmış gazelleriyle ün yaptı. 1994'te Ahmed Mithad'ın kızıyla evlendi. Kayınpederi tarafından Tercüman-ı Hakikat’i eski edebiyat yanlılarının sözcüsü durumuna getirmekle suçlanınca istifa etti. Yazılarını, Saadet, Tarik, Mürüvvet, Mirsad, İmdadü’l Midad gazeteleriyle, kendi çıkardığı Mecmua-i Muallim dergisinde sürdürdü. Galatasaray Lisesi ve Mekteb-i Hukuk’ta edebiyat dersleri verdi. Aruzla ve divan edebiyatının hemen her türünde yazdığı şiirler yüzünden eski edebiyatın temsilcisi sayıldı. Ama yeni edebiyata karşı çıkan, eskiyi savunan bir yazar olmadı, divan şiiri kurallarını da tam olarak uygulamadı. Eleştirilerini dilbilgisi ve aruz kurallarına bağlı kalınması noktasında yoğunlaştırdı. Recaizade Mahmut Ekrem ve çevresindeki genç şairlerle giriştiği tartışmalar, döneminde Türk edebiyatına yeni bir soluk getirdi. Servet-i Fünun yazarlarını önemli ölçüde etkiledi. Eedebiyat tarihi ve sözlük çalışmalarıyla da ilgi çekti. Victor Hugo, S. Prudhomme, Alphonse de Musset ve Emile Zola’dan Türkçe’ye çeviriler yaptı.

ESERLERİ
ŞİİR:
Terkib-i Bend-i Muallim Naci
Ateşpare (1883)
Şerâre (1884)
Fürûzan (1885)
Sümbüle (1889)
Yadigâr-ı Naci
ELEŞTİRİ:
Muallim (1886)
Demdeme (1886)
ANI:
Medrese Hatıraları (1885)
Ömer’in Çocukluğu (1890-1969)
SÖZLÜK:
Lügat-ı Naci (1891-1978)
ARAŞTIRMA:
Osmanlı Şairleri (1890-1986)
İstilahât-ı Edebiyye (1890-1984)
Esâmi (1890)
MEKTUP:
Muhaberat ve Muhaverat (1884)
Şöyle Böyle (1884)
Mektuplarım (1886)
OYUN:
Heder (ölümünden sonra, 1908
devamını okuyunuz... >>

İBRAHİM ŞİNASİ HAYATI VE ESERLERİ (1827-1871)

İbrahim Şinasi, 5 Ağustos 1827'de İstanbul'da doğdu. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa, 1829'da Osmanlı-Rus Savaşı sırasında vurularak şehit olunca, annesi onu yakınlarının desteğiyle büyüttü. Şinasi, ilköğretimini Mahalle Sıbyan Mektebi'nde ve Feyziye Okulu'nda tamamladıktan sonra Tophane Müşiriyeti Mektubî Kalemi'ne kâtip adayı olarak girdi. Burada görevli memurlardan İbrahim Efendi'den Arapça ve Farsça öğrendi. Aynı kalemde görevli eski adı Chateauneuf olan Reşat Bey'den Fransızca dersi aldı.
Bu görevindeki çalışkanlığı ve başarısı nedeniyle, önce memurluk sonra hulefalık derecesine yükseltildi. 1849'da bilgisini artırması için devlet tarafından Paris'e gönderildi. Burada edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. Oryantalist De Sacy Ailesi ile dostluk kurdu. Ernest Renan'la tanıştı, Lamartine'in toplantılarını izledi. Oryantalist Pavet de Courteille'e çalışmalarında yardım etti. Dilbilimci Littré ile tanıştı. 1851'de Société Asiatique'e üye seçildi.
1854'te Paris dönüşünde bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Daha sonra Meclis-i Maarif Üyeliği'ne atandı. Encümen-i Daniş'te (ilimler akademisi) görev yaptı. Koruyucusu Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın görevinden ayrılması üzerine üyelikten çıkarıldı. Reşit Paşa, 1857'de yeniden sadrazam olunca, Şinasi de eski görevine döndü.
1860'da Agah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl Gazetesi'ni çıkardı. Devlet işlerini eleştirmesi ve Sultan Abdülaziz'e karşı girişilen eylemin düzenleyicilerinin yanında yer alması nedeniyle 1863'teki Meclis-i Maarif'teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal'e bırakarak, 1865'te Fransa'ya gitti. Orada sözcük çalışmalarına yöneldi.
Société Asiatique Üyeliği'nden ayrıldı... 1867'de İstanbul'a döndü. Kısa bir süre sonra yeniden Paris'e gitti. Burada kaldığı iki yıla yakın sürede, Fransa Milli Kütüphanesi’nde araştırmalar yaptı. 1869'da İstanbul'a dönünce bir matbaa açtı ve eserlerinin basımıyla uğraşmaya başladı. Kısa bir süre sonra da 13 Eylül 1871'de beyin tümöründen öldü.
Şinasi, Batı, özellikle de Fransız kültürü etkisinde eserler verdi. Ülkenin, Batı örnek alınarak eğitim alanında uygulanacak radikal yöntemlerle gelişebileceğini savundu. Batı hatta Fransız aktarmacılığını tek çözüm gördü. Bu amaçla yazarlığında çok yönlü bir çaba içine girdi. Gazete çıkardı, makale, şiir ve oyun yazdı, sözlük çalışmaları yaptı. Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketinin öncülerinden biri olarak dil, edebiyat ve düşünce hayatının değişmesinde etkili oldu.
Düzyazılarında sade bir dil kullanılmıştır. Dildeki yalınlaşma çabasını, edebiyat ve tiyatro alanlarındaki eserleriyle desteklemiştir. Batı şiirini tanıtma, yeni şiir biçimlerini edebiyata sokma amacıyla Fransız şairlerinden tercümeler yapmıştır.
Başlıca Eserleri

Tercüme-i Manzume (Çeviri şiirler, 1859)
Şair Evlenmesi (Bir perdelik komedi, 1860)
Müntahabat-ı Eş'ar (Şiirler, 1863)
Durub-i Emsal-i Osmaniye (Atasözleri, 1863)
Müntahabat-ı Tasvir-i Efkar (Seçme makaleler, 2 cilt, 1885)
Tercümân-ı Ahvâl Mukaddimesi (Tanzimat Edebiyatındaki ilk makale)
devamını okuyunuz... >>

Halit Ziya Uşaklıgil HAYATI VE ESERLERİ (1867-1945)

Türk edebiyatında Batı anlamındaki romanın ilk yetkin örneklerini veren Türk roman ve öykü yazarı.
1867 yılında İstanbul’da doğmuş, 22 Mart 1945'te aynı kentte ölmüştür. Mahalle mektebinden sonra Fatih Rüştiyesi’ne gitmiştir. Tüccar olan babasının işlerinin bozulmasıyla, 1879'da ailesiyle beraber İzmir’e yerleştiler. Halit Ziya orada bir süre rüştiyeye, sonra da Fransızca öğrenmesi için rahipler okuluna devam etmiştir. Bu yıllarda Fransızca’dan ilk çevirilerini yaptı. Tevfik Nevzat ile 1884'te Nevruz dergisini, 1886'da da Hizmet gazetesini çıkarttı. İlk romanlarını bu gazetede yayımladı. Okulu bitirdikten sonra hem İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı, hem de Osmanlı Bankası’nda memur olarak çalıştı. 1893'te Reji İdaresi’nde
başkâtiplik görevini sürdürmek üzere İstanbul’a geldi. Hüseyin Siret, Rıza Tevfik, Mehmet Rauf, Ahmet Rasim, Hüseyin Cahit gibi yazarlarla dostluk kurdu ve 1896'da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılarak Servet-i Fünun dergisinde kendine ün sağlayan romanlarını yayımlamıştır. 1901-1908 yılları arasında yazarlığı bıraktıysa da II. Meşrutiyet döneminde yazarlığa yeniden başladı, ancak 1923'e kadar yazdıklarını yayımlamadı. Bu arada, Darülfünun’da estetik ve batı edebiyatı dersleri verdi. V. Mehmed’in tahta geçmesiyle onun mabeyn başkâtipliğine atandı, dört yıl bu görevi yürüttü. Ardından Reji İdaresi’nde yönetim kurulu başkanı oldu. Hayatının son yıllarını Yeşilköy’deki evinde anılarını yazarak geçirdi.
Halit Ziya Uşaklıgil’in İzmir’deyken yazdığı Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekâsı gibi ilk eserleri, karşılıksız sevgiyi konu alan, acıklı, duygusal kısa romanlardır. İstanbul’a geldikten sonra Sevet-i Fünun dergisinde yayımladığı Mai ve Siyah romanı ile acemilik dönemini geride bıraktığı görülür. Daha önceki eserlerinde öne çıkan acıklı aşk serüveni, burada ikinci planda kalmıştır. Şairler, gazeteciler, yayınevi sahipleri ve yazarlar arasında geçen olayları işlediği bu romanda, hem dönemin Babıâli dünyasını, hem de Babıâli dünyasının gerçekleri karşısında hayatta yenik düşen Ahmet Cemil’in hayalci kişiliğinde bütün bir Edebiyat-ı Cedide kuşağının bakış açısını yansıtır. 1898-1900 yılları arasında kaleme aldığı Aşk-ı Memnu ilk büyük Türk romanı kabul edilir. Sağlam bir yapısı ve tekniği olan eserde zengin bir adamla evlenen genç ve güzel bir kadının yaşlı kocasına sadık kalmak kararına karşılık, elinde olmayarak yasak bir aşka sürüklenişi, olayın psikolojik nedenleri üstünde de durularak, gerçekçi bir biçimde anlatılmıştır.
Uşaklıgil Edebiyat-ı Cedide’nin sanata bakışı doğrultusunda yeni bir dil yaratmaya çaba göstermiştir. Osmanlıca’da dahi kullanılmayan Farsça ve Arapça kelimeler bularak, Türkçe’de olmayan kurallarla tamlamalar yaparak konuşulan dilden çok ayrı, süslü ve yapay bir sanat dili oluşturmuştur. Ama Aşk-ı Memnu’yu kaleme aldıktan sonra dil konusundaki görüşleri değişmiş, Edebiyat-ı Cedide’nin yarattığı dili aşırı süslü, ağdalı ve yapay bulduğu için Kırık Hayatlar’ı sade bir dille yazmaya karar vermiştir. Daha sonraki yıllarda romanlarının yeni baskıları yapılırken de bunların dilini bir ölçüde yalınlaştırmak gereğini hissetmiştir. Son romanı Kırık Hayatlar, 1901'de Servet-i Fünun’da tefrika edilirken, sansürün karışması sebebiyle yarım kalmış, fakat 1923'te yeniden yayımlanmıştır. Uşaklıgil romana yazdığı önsözde, Kırık Hayatlar’ın önceki romanları gibi “hülya” ve “süs”e dayanmadığını, aksine sadece hayatı ve gerçekleri yansıttığını belirtmiştir.
Uşaklıgil pek çok hikâyede yazmış ve Batı türü öykü anlayışının Türkiye’de yayılmasında rol oynamıştır. Hikâyelerinin konusunu ve kişilerini daha çok halkın fakir kesiminden seçmiş, bu insanların acılarını dile getirmeye çalışmıştır.
Romanlarında Uşaklıgil’in ilgi alanı sınırlıdır. Kişilerini ve onların sorunlarını işlerken sınırlı bir yaşantı çerçevesinden dışarı çıkmaz. Başlıca teması duyarlı genç kadın ve erkeklerin aşkta uğradıkları hayal kırıklıkları olmuştur. Fakat aşk konusunda görüşünün romantiklikten gerçekliğe doğru bir değişim geçirdiği gözlemlenir. İlk romanlarında daha platonik ve romantik olan aşk ilişkileri, son iki romanında yasak aşkla noktalanan cinsel bir tutkuya dönüşmüştür.
Hayat alanının dar olmasına karşılık, Uşaklıgil Türk romanının öncüsü sayılmıştır. Çünkü ondan önce, romanı bir sanat eseri kabul ederek onun kadar ciddiye alan, bir sanatçı titizliğiyle romanın yapısına ve tekniğine gereken önemi veren başka bir Türk yazarı olmamıştır.
Eserleri (başlıca):
Roman: Nemide, 1889; Bir Ölünün Defteri, 1889; Ferdi ve Şürekâsı, 1894; Mai ve Siyah, 1897; Aşk-ı Memnu, 1900; Kırık Hayatlar, 1923.
Öykü: Bir Muhtıranın Son Yaprakları, 1888; Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, 1888; Heyhat, 1894; Solgun Demet, 1901; Sepette Bulunmuş, 1920; Bir Hikâye-i Sevda, 1922; Hepsinden Acı, 1934; Onu Beklerken, 1935; Aşka Dair, 1936; İhtiyar Dost. 1939; Kadın Pençesinde, 1939; İzmir Hikâyeleri, (ö.s.), 1950. Oyun: Kabus, 1918.
Anı: Kırk Yıl, 1936; Sara ve Ötesi, 1942; Bir Acı Hikâye, 1942.
Şiir: Mensur Şiirler, 1889.
Deneme: Sanata Dair, 3 cilt, 1938-1955.
devamını okuyunuz... >>

ATTİLÂ İLHAN HAYATI VE SERLERİ (1925-2005)




 15 Haziran 1925’te İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. 11 Ekim 2005'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. İzmir'de Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu ve Karşıyaka Ortaokulu'nu bitirdi. Atatürk Lisesi'ndeki öğrenciliği sırasında Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Danıştay kararıyla eğitimi sürdürme hakkını kazandı. İstanbul'da Işık Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 6 yıl aralıklarla Paris'te yaşadı. Türkiye'ye döndü. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığı'nı üstlendi. Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığını yaptı. Senaryolarında "Ali Kaptanoğlu" takma adını kullandı. Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Yelken ve Sanat Olayı dergilerini yönetti. İlk şiiri olan "Balıkçı Türküsü" 1941'de Yeni Edebiyat Dergisi'nde yayınlandı. "Nevin Yıldız" takma adıyla İstanbul, "Beteroğlu" takma adıyla Yücel dergilerinde şiirleri çıktı. 1946 CHP şiir yarışmasında "Cebbaroğlu Mehemmed" şiiriyle birincilik ödülü kazandı. Bu başarıdan sonra hızla tanınıp sevildi. Genç, Yeni Nesil, Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikayeler, Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayı gibi dergilerde şiirleri, deneme ve eleştirileri yayınlandı. Türk edebiyatının önemli isimleri arasına girdi. Garip Akımı ve İkinci Yeni şiirine karşı çıktı. Mavi ya da Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı. Şiire yeni bir ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir duyarlılık getirdi. Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum şiir kitaplarındaki şiirleriyle genç şair kuşağını etkiledi. Yasak Sevişmek, Elde Var Hüzün kitaplarındaki şiirlerinde divan şiiri ve şarkılardan da yararlandı. İlk iki romanı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'den sonraki romanlarında tarihsel konulara ağırlık vermeye başladı. Bu tür romanlarında öz Türkçe akımına karşı çıktı. Senaryolarını yazdığı önemli filmler: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon).


ESERLERİ
ŞİİR:
Duvar (1948)
Sisler Bulvarı (1954)
Yağmur Kaçağı (1955)
Ben Sana Mecburum (1960)
Bela Çiçeği (1962)
Yasak Sevişmek (1968)
Tutkunun Günlüğü (1973)
Böyle Bir Sevmek (1977)
Elde Var Hüzün (1982)
Korkunun Krallığı (1987)
Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)
ROMAN:
Sokaktaki Adam (1953)
Zenciler Birbirine Benzemez (1957)
Kurtlar Sofrası (1963/64)
Bıçağın Ucu (1973)
Sırtlan Payı (1974)
Yaraya Tuz Basmak (1978)
Fena Halde Leman (1980)
Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981)
Haco Hanım Vay (1984)
O Karanlıkta Biz (1988)
GEZİ-DENEME-ELEŞTİRİ:
Abbas Yolcu (1957)
Hangi Sol (1971)
Gerçekçilik Savaşı (1980)
Hangi Atatürk (1981)
Batı'nın Deli Gömleği (1982)
İkinci Yeni Savaşı (1983)
Sağım Solum Sobe (1985)
Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)
Ulusal Kültür Savaşı (1986)
ÖDÜLLERİ
1946 CHP Şiir Yarışması Birinciliği
1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Tutuklunun Günlüğü ile
1975 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile
devamını okuyunuz... >>

NAZIM HİKMET HAYATI VE ESERLERİ (1902 - 1963)

Selanik'te doğdu. Heybeliada Harbiye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazöru güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten çıkarıldı.
Bolu'da bir süre öğretmenlik yaptı, daha sonra Trabzon üzerinden Batum'a, oradan da Moskova'ya geçti. KUTV Üniversitesi'nde ekonomi-politik öğrenimi gördü. 1924'te yurda döndü.
Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince Moskova'ya kaçtı. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı.
1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı. 1938'de Harp Okulu'ndaki aramalarda ele geçen şiir ve kitaplarıyla orduyu kışkırttığı ileri sürüldü ve 28 yıl 4 aya hüküm giydi. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı.
1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca tekrar Moskova'ya kaçtı. 25 Temmuz 1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. Bunun üzerine Nâzım, Polonya uyruğuna geçti. 1963'te öldü. Moskova'da toprağa verildi. Mezarı hala bu kenttedir.
 
ESERLERİ
Şiir:
835 Satır (1929) , Jokond ile Si-Ya-U (1929) , Varan 3 (1930) , 1+1=1 (1930-Nail V. ile) , Sesini Kaybeden Şehir (1931) , Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932) , Gece Gelen Telgraf (1932) , Taranta Babu'ya Mektuplar (1935) , Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936) , Kurtuluş Savaşı Destanı (1965) , Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat) , Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt) , Rubailer (1966-Bas. Haz. M. Fuat) , Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz. M.Fuat) , Yeni Şiirler (1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi) , Son Şiirleri (Bas. Haz. Habora Kitabevi) , Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. A. Bezirci, 8 Cilt) .
Oyun:
Kafatası (1943) , Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932) , Unutulan Adam (1935) , İnek (1965) , Ferhat ile Şirin (1965) , Enayi (1965) , Sabahat (1966) , Yusuf ile Menofis (1967) , İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu (1985) .
Roman:
Kan Konuşmaz (1965) , Yeşil Elmalar (1965) , Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966) .
Yazılar:
İt Ürür Kervan Yürür (1936-Orhan Selim takma adıyla) , Alman Faşizmi ve Irkçılığı (1936) , Milli Gurur (1936) , Sovyet Demokrasisi (1936) .
Mektuplar:
Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar (1968) , Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1968) , Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar (1970) , Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları (1986-Adalet Cimcoz'la Mektuplar, Haz. Ş. Kurdakul) , Piraye'ye Mektuplar (1988) .
Masal:
La Fontaine'den Masallar (1949-Ahmet Oğuz Saruhan adıyla) , Sevdalı Bulut (1967) .
devamını okuyunuz... >>

NAMIK KEMAL hayatı ve eserleri

 21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğdu, 2 Aralık 1888’de Sakız Adası’nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal. Namık adını ona şair Eşref Paşa verdi. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşında İstanbul’a babasının yanına döndü. 1863’te Babıali Tercüme Odası’na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865’te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın nedeniyle 1867’de kapatıldı.
Sürgünler dönemi
Namık Kemal, İstanbul’dan uzak olması için Erzurum’a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlikte Paris’e kaçtı. Bir süre sonra Londra’ya geçerek Mustafa Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı "Muhbir" gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi’yle anlaşamadı, Muhbir’den ayrıldı. 1868’de gene Fazıl Paşa’nın desteğiyle "Hürriyet" gazetesini çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar yüzünden, Avrupa’da desteksiz kalınca, 1870’te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısıyla İstanbul’a döndü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872’de "İbret" gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete 4 ay kapatıldı. İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı "Vatan Yahut Silistre" oyunu, 1873’te Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelendi. Oyunu izleyenler galeyana gelip olay çıkardı. Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa’ya sürgüne gönderildi.
Türk Edebiyatı'nda İlkleri
1876’da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca Meclis-i Mebusan kapatıldı, Namık Kemal tutuklandı. Midilli Adası’na sürüldü. 1879’da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884’te Rodos, 1887’de Sakız Adası’na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu’da Bolayır’da gömüldü. Şiirlerini küçük yaşlardan itibaren yazdı. Şinasi’yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür. Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilendi. En önemli özelliklerinden biri, Türk şiirini Divan şiirinin etkisinden kurtarmaya çalışması. "Vatan Şairi" diye de isimlendirildi. Tiyatroya özel bir önem verdi, altı oyun yazdı. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistre, Avrupa’da da ilgi uyandırdı ve beş dile çevrildi. İlk romanı "İntibah" 1876’da yayınladı. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılır. Romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye’ye ilk getiren kişilerden biri oldu. En önemli eleştiri eserleri Tahrib-i Harâbât ile Takip. Gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yeri var. Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazıları yayınlandı. Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda yazdığı makalelerin sayısı 500 kadar.


ESERLERİ
OYUN:
Vatan Yahut Silistre (1873, yeni harflerle 1940)
Zavallı Çocuk (1873, yeni harflerle 1940)
Akif Bey (1874, yeni harflerle 1958)
Celaleddin Harzemşah (1885, yeni harflerle 1977)
Kara Bela (1908)
ROMAN:
İntibah (1876, yeni harflerle 1944)
Cezmi (1880, yeni harflerle 1963)
ELEŞTİRİ:
Tahrib-i Harâbât (1885)
Takip (1885)
Renan Müdafaanamesi (1908, yeni harflerle 1962)
İrfan Paşa’ya Mektup (1887)
Mukaddeme-i Celal (1888)
TARİHİ KİTAPLAR:
Devr-i İstila (1871)
Barika-i Zafer (1872)
Evrak-ı Perişan (1872, yeni harflerle 1973)
Kanije (1874)
Silistre Muhasarası (1874, yeni harflerle 1946)
Osmanlı Tarihi (1889, ölümünden sonra, yeni harflerle 3 cilt, 1971-1974)
Büyük İslam Tarihi, (1975, ölümünden sonra)
devamını okuyunuz... >>

TEVFİK FİKRET -HAYATI (1867 - 1915)

24 Aralık 1867'de İstanbul'da doğdu, 19 Ağustos 1915'te aynı kentte öldü. Asıl adı Mehmet Tevfik'tir. Çocuk yaşta annesinin ölümü ve babasının uzun yıllar sürgünde olması onu yaşamı boyunca etkiledi. Ortaöğrenimini önce Mahmudiye Rüştiyesi'nde, sonra da Galatasaray Sultanisinde yaptı. Burada Recaizade Ekrem'in öğrencisi oldu. Duygulu kişiliği onu genç yaşlarda şiire yöneltti.
1888'de Galatasaray'ı bitirdikten sonra Hariciye Nezareti İstişare Odası'nda (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak göreve başladı. Yeterince çalışmadan para aldığı gerekçesiyle buradan ayrıldı. Onun bu dürüst tutumu yaşamı boyunca çeşitli zamanlarda ortaya çıkacaktı. Daha sonra kısa bir süre sonra çeşitli memurluklarda bulundu. Ek iş olarak Ticaret Mekteb-i Alisi'nde hat ve Fransızca öğretmenliği yaptı. 1891'de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birinciliği kazanınca, edebiyat çevrelerinin dikkatini üstüne çekti. 1892'de Galatasaray Sultanisi'nin ilk bölümüne Türkçe öğretmeni atandı. 1894'te Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934) ve Ali Ekrem Bolayır'la (1867-1937) birlikte Malûmat dergisini çıkartmaya başladı. 1895'te hükümetin bütçede kısıntı yapma gerekçesiyle memur maaşlarının yüzde onunu kesmesine tepki olarak Galatasaray'daki görevinden istifa etti ve inzivaya çekildi.
1896'da, eski öğretmeni Recaizade Ekrem'in aracılığıyla Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri yönetmenliğine getirildi. Aynı yıl Robert Kolej'e Türkçe öğretmeni olarak atandı. Bu dönemde Abdülhamid yönetimi aydınlar üstündeki baskısını giderek yoğunlaştırıyordu. Sansür ve jurnalcilik bütün hızıyla işliyordu. Tevfik Fikret o günlerde bir dost evinde okuduğu II. Abdülhamid'i eleştiren bir şiiri nedeniyle gözaltına alındı. Evi arandı, söz konusu şiir ele geçmeyince serbest bırakıldı. Bir süre sonra, bu kez ahlaki açıdan yıpratılmak için, Robert Kolej'deki bir çaya karısıyla birlikte gitmesi bahane edilerek yeniden göz altına alındı. Bütün bunlar ondaki 'inziva' düşüncesini daha da derinleştirdi. Bu düşünce, Servet-i Fünun öbür yazarlarınca da benimseniyordu. Bir ara hepsi birlikte Yeni Zelanda'ya gitmeyi, daha sonra Hüseyin Kâzım'ın Manisa'nın bir köyündeki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler. Ama Fikret'in 'Yeşil Yurt' şiirinde de açıkça görülen bu sıla ütopyası ve birlikte yaşama özlemi bir türlü gerçekleşmedi. Servet-i Fünun'cular arasında görüş ayrılıkları başlamıştı. Bazıları dergiden ayrıldılar. Bir süre sonra Fikret de derginin sahibi ile anlaşamayarak yazı işleri yönetmeliğini bıraktı.
Bütün zamanını Robert Kolej'de geçirmeye başladı. 1901'de 'inziva' düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Rumelihisarı'nda Robert Kolej'in yamacında, planlarını kendi çizdiği Aşiyan adlı evi yaptırmaya başladı. Bugün Tevfik Fikret Müzesi olan Aşiyan 1905'de tamamlandı. Fikret, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti. Çok az insanla görüşüyor, toplumcu bir tavırla kavga şiirleri yazıyor, bunlar İstanbul'da elden ele dolaşıyordu. 'Sis', 'Sabah Olursa', 'Bir Lahza-i Taahhur' bu dönemin ürünleridir. Bu arada babasının, arkasından da, çok sevdiği kızkardeşinin yaşamlarını yitirmesi ve evinin Abdülhamit'in haber alma örgütünce sürekli gözetlenmesi onu büyük ölçüde etkiledi. Bu döneminde, özgürlük getireceğine inandığı İttihat ve Terakki'yi destekliyordu. 1908'de de, II.Meşrutiyet'in ateşli savunucuları arasına katıldı.
Meşrutiyet'ten sonra 'inziva'sından çıktı, eski arkadaşlarıyla barışarak, Hüseyin Kâzım ve Hüseyin Cahid'le birlikte Tanin gazetesini kurdu. Ama, gazete İttihad ve Terikki'nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıkıp, Hüseyin Cahid'le kavga ederek oradan da ayrıldı. Yeni Yönetimin önerdiği maarif nazırlığı görevini de geri çevirdi. Bu göreve getirilen Abdurrahman Şerefin çağrısıyla, Galatasaray Sultanisi'nin müdürü oldu bir süre önce yanmış olan okulun onarımını üstlendi. Bu arada, toplantı salonunu mescitin üstüne yaptırdığı gerekçesiyle tutucu basının ağır eleştirilerine uğradı. O günlerde 31 Mart Olayı patlak verdi. Fikret olayı protesto amacıyla önce kendini okulun kapısına zincirle bağlattı, ertesi günde istifa etti. Ancak öğrencilerin ve maarif nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla tam yetkili olarak göreve döndü. Ama sekiz ay sonra, yeni maarif nazırı Emrullah Efendi'yle anlaşamayarak bir daha dönmemek üzere Galatasaray'dan ayrıldı. Darülmuallimin ve Darülfünun'daki görevlerinden de istifa etti ve yeniden Aşiyan'a çekildi. Artık, İttihad ve Terakki İktidarına da muhalif olmuştu. 1912'de meclisin kapatılması üzerine, bu olayı meclisin 1878'de (Hicri tarihle 1295'te) kapatılmasına benzeterek 'Doksan Beşe Doğru' şiirini yazdı. Bunu 'Han-ı Yağma', 'Sancak- Şerif Huzurunda' gibi şiirler izledi. Bu kez de İttihad ve Teraki'nin fedailerince izlenmeye başlandı. Modern pedagoji ilkelerine uygun bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkartmak gibi tasarıları olduysa da bunları gerçekleştiremedi. O günlerde, ağır şeker hastalığına yakalanmış olduğu anlaşıldı. 1914'te kolu şiştiği için bir ameliyat geçirdi. Tedaviye yanaşmaması sonucunda hastalığı iyice artarak ölümüne neden oldu.
Gençlik dönemindeki şiir denemelerinden sonra, Galatasaray'da Fransız şiiriyle tanışan kendi şiir bireşimini aramaya başlamıştır. Le Parnasse Contemporain dergisi çevresinde toplanan ve Parnasçılar olarak anılan şairlerden, özellikle de François Coppè'den etkilenmiştir. 19007de çıkan Rübab-ı Şikeste'de topladığı şiirlerinde görülen şiir anlayışında ve ses arayışında bu şairlerin etkisi olduğu düşünülebilir. Fransız edebiyatındaki 'Şiirsel yazı' türünün etkisiyle dize sonlarını değişik fiil kipleriyle ya da fiilsiz bağlayan şiirleri, beyit bütünlüğünü kırıp düzeyi özgür bırakışı, aruz ölçüsünün katı kalıplarını genişletmiştir. Müstezat kalıbında yazdığı şiirlerindeki bu tür denemelerin, Türk şiirinde serbest nazma geçişi kolaylaştırdığı söylenebilir. Rübab-ı Şikeste'deki 'Sis', 'Sabah Olursa', 'Hemşirem İçin', 'İzled ' gibi toplumsal konulara ağırlık veren şiirlerin yanı sıra, günlük konuşma diline yatıştığı 'Balıkçılar' ve benzeri şiirlerinde izlenimci bir hava görülür. Ama, 'Balıkçılar' dakiyalın söyleyişe bütün şiirlerinde rastlanmaz. Servet-i Fünun'cuların çoğunda görülen dil seçkinciliği, onun şiirinin de özelliğidir. Osmanlıca-Türkçe sözlüklerde sözcük kullanımına örnek verilirken çoğunlukla Fikret'in şiirlerinden alıntı yapılması da bunun kanıtıdır. Onun, şirini zedeleyen bu tutumu, müzikal anlatımı öne çıkartmış, ama bazı şiirlerini de yer yer söylev havasına sokmuştur.
Fikret'in doğa şiirlerinde, doğayla neredeyse örtüşmeye varan bir uyum vardır. 'Yağmur ' şiiri, yağmur damlarının cam üstüne düşüşünü andıran bir sesle kurulmuştur. Fikret'in betimlemelerindeki ayrıntı ustalığı onun ressam kişiliğiyle de ilgilidir. Şiirlerindeki karmaşık dil resimlerinde görülmez. Çoğu tablosunda yalın bir ayrıntı arayışı göze çarpar. Pastel renklere ağırlık verişi, şiirlerindeki hüzünlü söyleyişi anımsatır. Güleriz Ağlanacak Halimize adlı kendi portresinde ve aşiyan tablosunda ise stilize bir anlatım vardır.
 
ESERLERİ
Şiir kitapları: Haluk'un Defteri (1914), Tarih-i Kadim (1928)
devamını okuyunuz... >>