dünyanın yedi harikası
 felsefe dünyası
 ünlü ressamlar ve resimleri
 icatlar ve keşifler
 Namık Kemal hürriyet kasidesi
 Mevlana ve Mesnevi
SAĞLIKLI YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAĞLIKLI YAŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BEL FITIĞININ NEDENLERİ VE BELİRTİLERİ







BEL FITIĞI

Sırtımızda hemen hemen boyun bölgesinden başlayıp kalçamızdan daha aşağıya kadar uzanan ve omurilik kanalını oluşturan 31 adet omur vardır. Bu omurlardan beş tanesi fıtıklaştığı zaman sorunlar yaşanan bel bölgesinde bulunur. Bu omur kemiklerinin arasında hareketi kolaylaştıran, omurganın dayanıklı olmasını sağlayan ve darbelere karşı koruyucu görev yapan disk şeklinde özel bir bağ dokusu bulunur.

Bu disk iç ve dış tabaka olmak üzere iki kısımdan oluşur. Dıştaki tabakanın yapısı bozulunca içte bulunan yumuşak tabaka dışarıya doğru taşar. Bu taşan (fıtıklaşan) kısım omurilik kanalındaki sinirlere baskı yapar ve bu sinirleri sıkıştırır. Bazen de bu fıtıklaşan bölgeden kimyasal maddeler salgılanır ve ağrı hissedilir. Bu şekilde ortaya çıkan hastalığa bel fıtığı denir.

BEL FITIĞI KİMLERDE GÖRÜLÜR? KİMLER RİSK ALTINDA?

Toplumun yüzde 80′inden fazlası en az hayatında bir kere bel ağrısı çekmektedir. Bu sebeple doktora başvuranların sayısı oldukça fazladır. Sıklıkla orta yaşlarda görülür fakat her yaşta ortaya çıkabilir. Oturarak çalışan ve de bunu yanlış bir sandalye üzerinde yapan kişilerde bel fıtığı görülme ihtimali yüksektir. Ağır yük kaldırmak zorunda olanlar, spor yaparken dikkatsiz davrananlar, egzersize ısınmadan başlayanlar, duruş ve oturma bozukluğu olanlar risk altındadır.

Hemen hemen her hastalıkta risk faktörü sayılan sigara ve alkol kullanımı da bel fıtığını tetikleyebilir. Stresli ve huzursuz bir yaşamı olanların da bel fıtığına yakalanması muhtemeldir. Bu risklere ne kadar çok maruz kalıyorsanız bel fıtığı olma ihtimaliniz de o kadar fazladır.

Bu faktörlerin yanında kalıtsal (aileden gelen) faktörleri de unutmamak gerekir. Ailesinde bel fıtığı olanlar risk altındadır.

BEL FITIĞININ NEDENLERİ

Bel fıtığının oluşmasında yapılan bilinçsiz ve düzensiz hareketler ile ağır yük kaldırmak önemli rol oynamaktadır. Çok hafif bir yük kaldırıldığında bile bel fıtığı ortaya çıkabilir. Örneğin; eğilerek bir şey kaldırdığımızda bu yük sırtımızın her bölgesine eşit olarak dağılmaz. Düzensiz dağılan yük de bel fıtığı oluşumuna neden olur.

Bir diğer neden ise bu disklerin beslenmesinin bozulmasıdır. Yaşımız ilerledikçe bu diskleri besleyen damarlar ve diskteki su miktarı azalır. İçindeki su miktarı azalan ve yeterince besin alamayan disk küçülür. Bu yüzden iki omur arasındaki mesafede azalmış olur. Bu olumsuzluklarla beraber beslenmesi azalan dolayısıyla da oksijen miktarı azalan diskte bir de fiziksel hareketlerden kaynaklanan bozulma görülür. Diskteki hücre sayısı da azalır.

Bu etkilerden dolayı kişinin yaptığı yanlış bir hareket sonrasında içteki kısım dışarıya doğru çıkar ve bel fıtığı oluşur.

BEL FITIĞI KENDİNİ NASIL BELLİ EDER?

Bel fıtığının en büyük belirtisi belde ve bacakta oluşan ağrıdır. Hasta doktora gittiğinde belimin ağrısı bacağıma vuruyor der. Ama sadece bel veya sadece bacak ağrısı da olmuş olabilir. Bacakta uyuşma, güç kaybı görülebilir. Ayrıca daha önce yaptığı hareketleri yapmada zorlanma, hareket kabiliyetinin kısıtlanması ve yürürken topallamak görülebilir.

Bel fıtığının daha ilerlemiş ve şiddetli şekillerinde cinsel bozukluklar, idrarını ve büyük abdestini yaparken zorlanmak ya da idrarını tutamamak görülebilir. Bacaklarda felç oluşabilir ya da bacağın hissetmesi azalabilir.

TEŞHİS NASIL KONUR?

Her bel ağrısı bel fıtığı değildir. Kanser, romatizma, bel kayması, spor yaparken belini incitmek gibi bir çok sorun bel fıtığı gibi belirtiler verir. Bu yüzden teşhis koyarken dikkatli olmak gerekir. Bel fıtığı teşhisinde emar önemli bir yer tutmaktadır. Bu yöntemle sorunun nerde ve hangi dokuda olduğu kolaylıkla tespit edilebilir. Ayrıca bilgisayarlı tomografi kemiğin durumunu daha iyi ortaya koyduğu için tercih edilebilir. Bu görüntülerin, yapılan tetkikler ve klinik testler sonucu desteklenmesi gerekir. Çünkü görüntüyü yorumlarken yanlış yapmak tedaviyi de etkiler.

BEL FITIĞI TEDAVİSİ

Tedavide ilk tercih edilen yöntem cerrahi tedavi (ameliyat) olmamalıdır. Konservatif tedavi denen ilaç kullanımı, sert bir yatakta yatmak, fizik tedavi gibi yöntemler uygulanır. Bunlar bir çok bel fıtığı hastalığının düzelmesine yardımcıdır. Kas gevşetici, ağrı kesici ilaçlar tercih edilir. Gerekirse hastaya egzersiz yapması önerilir. Bunlarla düzelme sağlanmıyorsa ameliyat yapmak gerekir. Bunun için yapılan görüntüleme metodları ameliyat kararının verilmesinde çok büyük katkı sağlar. Günümüzde lazerle yapılan ameliyatlar yaygınlaşmaya başlamıştır. Eğer hastalık ilerlemişse vakit kaybetmeden ameliyat yapılmalıdır. Yapılan ameliyatların başarılı olma ihtimali yüzde 90′ın üzerindedir. Fakat hala ameliyat sonrası oluşacak komplikasyonlar (yan etkiler) tamamen ortadan kalkmamıştır. Şunu unutmamak gerekir ki bel fıtığı tedavi edilebilen bir hastalıktır.

BEL FITIĞINDAN KORUNMAK İÇİN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?

Sağlığımızın kıymetini ancak onu kaybettikten sonra anlıyoruz. Fakat önemli olan hastalığa yakalanmadan önce gerekli olan tedbirleri alarak bel fıtığına yakalanma riskini en aza indirmektir. Bunun için hiç bir zaman ağır yük kaldırmamaya özen göstermek gerekir. Vücudun yapısına ters gelen hareketlerden kaçınmalıyız. Beli kullanarak eğilmek yerine çömelip yani dizlerimizi kırıp eğilmek gerekir. Bir yerden bir şey alırken olabildiğince alacağımız cisme yaklaşmak gerekir. Uzanarak bunu denemek yanlıştır.

Hareketsiz bir yaşam tarzından kaçınmamız lazım. Bel kaslarını güçlendirici egzersizler (sağlıklı iken yapılan) çok faydalıdır. Fakat bunları yapmak bel fıtığı olmayacağımız anlamına gelmez. Genetik faktörler, kişiye ait durumlar da bu hastalığın oluşmasında rol oynar.
devamını okuyunuz... >>

KEMİK ERİMESİ(OSTEOPOROZ) NEDİR?


Kemik Erimesi Nedir?
Tıptaki adıyla osteoporozdur. Osteoporoz halk dilinde kemik erimesi demektir.
Kemiklerde bulunan dokuların azalmasından dolayı dayanıklılığını yitirmesi sonucu oluşur. Kişide bulunan kemik erimesi hastalığının şiddetinin yüksek seyirde olması sonucu kemiğin kırılganlığı da yüksek olmaktadır. Kemik kırılganlığının olması sonucunda ise, kişide kemik erimesi başlamaktadır. Kemiklerin yapısında devamlı kendini yineleyebilen dokular vardır. Bu dokular hem kendi kendini hem de kemiği yenileyerek hayatiyetin devamını ve kalitenin yükselmesini sağlar. Ancak bazı durumlarda bu dokuların kemik yoğunluğu üzerindeki etkisi azalır ve osteoporoz hastalığı baş gösterir.
Osteoporoz insan kemik kütlesindeki azalış anlamına gelmektedir.
Kemik Erimesinin Engellenmesi İçin:
Kemik erimesini önlenebilmesi mümkündür. Şöyle ki 35 yaşına kadar vücudumuzda oluşabilecek kemik yoğunluğunu ne kadar çok arttırır isek ileride oluşabilecek kemik erimesi hastalığının etkilerini en alt seviyede tutabiliriz.
Buradan çıkacak sonuç, kemik erimesinin esasında engellenemeyeceğidir. Bunun yerine kemik kütlesi artırılarak kemik erimesi sonucunda oluşan kemik kütlesi eksikliğinin yan etkilerini aza indirgeyebiliriz.
Kemik Erimesi Kimlerde Görülür?
Kemik erimesi hastalığı genellikle bayanlarda görülmesinin yanı sıra 1/3 oranında da erkeklerde görülebilmektedir.
Bu hastalıktaki en önemli risk grupları ise;
• Erken menopoza giren veyahut cerrahi müdahale ile yumurtalıkların alınmasından sonra yapay menopoza girenler,
• Kadınlar,
• Menopoza girmiş kadınlar,
• Erkeklerde ise testosteron miktarı azalan kişiler,
• Fiziksel aktivite yapmayan ve hareketsiz kimseler,
• Genetik olarak ailesinde osteoporoza sahip kişiler,
• Sigara içen ve alkol kullanan kişiler,
• Çok fazla kafein tüketenler,
• D vitamini eksikliğine sahip olan kişiler,
• 50 yaşın üzerindeki kişiler,
• İnce yapılı ve kısa boya sahip kimseler,
• Kanser ve tiroit ilaçlarını yüksek dozda kullananlar,
• Şeker, tiroit, kanser, paratiroit, uzun süreli felç olanlar kişiler, şeklinde sıralanabilir.
Kemik Erimesinin Belirtileri Nelerdir?
Kemik erimesinin belirtileri genellikle, osteoporoza yakalanan kişilerde aynı şekilde olmaktadır. Bu belirtiler;
• Omurga bölgesinde kırıklık
• Kişinin boyunun kısalması
• Sırt ve bel kısmında oluşan ağrılar
• Kalça kemiğinde oluşabilecek kırıklar
• Bilek kemiklerinde kırıklar
• Kişinin sırtında kamburlaşma ve omuz kısımlarında yuvarlaklaşma
şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Kemik Erimesinin Nasıl Önlenir?
Kemik erimesi ciddi anlamda sinsice yakalayan bir hastalıktır. Bu yüzden erken teşhis bu hastalıkta çok önemlidir. Eğer, erken teşhis koyulmaz veya geç fark edilir ise, ölüme ve sakatlığa neden olabilmektedir. Kemik erimesi hastalığına yakalanmadan önce en önemli şey 35 yaşına kadar olan süreçte kişide bulunan kemik yoğunluğunu mümkün olduğu sürece en yüksek seviyeye taşımaktır. Kemik erimesi hastalığını önlemek için aşağıdaki maddeleri g
ünlük yaşantımıza yerleştirmeliyiz.
• Her gün bol sebze ve meyve tüketilmelidir.
• Süt ve süt ürünlerinden oluşan gıdalar günlük olarak tüketilmelidir.
• Güneş ışınlarından faydalanılmalı ve en az 20 dakika güneş ışığını vücuda almalıyız.
• Günlük olarak en az yarım saat egzersiz yapılmalıdır.(Yürüyüş, aerobik hareketleri gibi)
Kemik Erimesi Tedavisinde Hangi Yöntemler Kullanılır?
Eğer erken teşhis konmamış ve bu hastalığa yakalanmış iseniz, kaybettiğiniz kemiğin vücuda geri kazandırılması çok zordur, fakat, çeşitli tedavi yöntemleri uygulayarak kişideki kemik erimesi sürecinin durdurulma şansı vardır. Kemik erimesinde tedavi yöntemi ise 2 çeşittir.
Östrojen Tedavisi: Kişideki kemik erimesi sürecinin önemli ölçülerde yavaşlatmaktadır. Eğer ileri seviyede kemik erimesi durumuna sahip değilseniz, kemiklerde oluşabilecek kırıkları da önemli ölçüde yok etmektedir. Bu tedavinin başarılı olması için en azından 5 yıllık süreç boyunca tedavi uygulanmalıdır. Eğer tedavi bırakılır ise, kemik erimesi eski hızına dönerek vücuda zarar vermeye devam edecektir.
İlaç Tedavisi: Kemik erimesi olan kişide östrojen tedavisi sakıncalı ise ilaç tedavisi kullanılmaktadır.
Ayrıca bu tedavi yöntemlerinin dışında yaşam koşullarında yapılacak değişikler kişide bulunan kemik erimesi hastalığını önlemeye yardımcı olacaktır.
devamını okuyunuz... >>

KADINLARDA MEME KANSERİ HAKKINDA HER ŞEY!!

MEME KANSERİ NEDİR ?
Meme, süt bezleri ve burada üretilen sütü meme başına taşıyan kanallardan oluşur. Bu süt bezleri ve kanalları döşeyen hücrelerin, yukarıda tanımladığımız şekilde, kontrol dışı olarak çoğalmaları ve vücudun çeşitli yerlerine giderek çoğalmaya devam etmelerine meme kanseri denir.
MEME KANSERİ RİSK FAKTÖRLERİ NEDİR ?
Bazı özellikleri taşıyan kadınlarda, meme kanserinin daha sık görüldüğünü biliyoruz. Bu özelliklere risk faktörleri diyoruz. Bu risk faktörlerini taşıyan kişilerin mutlaka meme kanserine yakalanacakları söylenemez. Sadece, bu faktörleri taşımayanlara göre, daha fazla meme kanserine yakalanma olasılıkları olduğunu biliyoruz. Bu faktörleri taşımayan kişiler de meme kanserine yakalanabilirler. Meme kanserine yakalanan kadınların yarısı, bu risk faktörlerini hiç taşımamaktadır. Bu nedenle, risk faktörlerinin taşımayan kişiler de olağan kontrollerini yaptırmalıdırlar.
Meme kanserine yakalanma riskini artıran faktörleri kısaca şu şekilde sayabiliriz;
Yaş: İleri yaş önemli bir risk faktörüdür. Yeni meme kanseri tanısı konan kadınların % 70’i, 50 yaş üzerindedir. Diğer bir deyimle, yaşı 50 yaş üzerinde olan kadınlarda meme kanseri görülme sıklığı, yaşı 50 yaşın altında olan kadınlardan 4 kat daha fazladır. Bu nedenle, 50 yaş üzerindeki her kadın, mutlaka yılda bir defa hekime baş vurarak muayene olmalı ve mamografi dediğimiz meme filmini çektirmelidir.
Kişisel meme kanseri hikayesi: Daha önce meme kanseri geçirmiş ve tedavi olmuş kadınlarda, diğer memede kansere gelişme olasılığı normal kadınlara göre 3-4 kat daha fazladır.
Ailede meme kanseri hikayesi: Aile yakınları arasında meme kanserine yakalanmış kadınların, meme kanserine yakalanma olasılığı, diğer kadınlara göre daha fazladır. Örneğin, kız kardeşi veya annesi meme kanserine yakalanan bir kadının, meme kanserine yakalanma riski, diğer kadınlardan 2- 5 kat daha fazladır. Bu kadınlar daha sık ve dikkatli izlenmelidir. Bu şekilde sorunları olan kadınlar, meme kanseri genetik danışmanlığının yapıldığı kliniklere baş vurarak risklerini hesaplattırmaları gerekir. Eğer aile geçiş riski yüksek bulunursa, genetik testi yaptırmalıdırlar. Vakfımız polikliniğinde bu hizmet verilmektedir.
Daha önce meme biopsisi yapılmış olması: Memede bir kitle nedeni ile biopsi yapılmış ve iyi huylu bir tümör saptanmış olabilir. Bazı kanser olmayan iyi huylu tümörlerin bulunması, kanser gelişme riskini değişik oranlarda artırabilmektedir. Bu, tümörün hücresel yapısına göre değişir. Örneğin, yapılan bir biopside, çıkartılan kitlenin patolojik incelemesi sonucu atipik hiperplazi tanısı konmuş kadınlarda ( bu tamamen iyi huylu bir tümördür), meme kanseri gelişme oranı normal kadınlara göre daha fazladır.
Fertil çağ süresi: Adet görmeye erken başlanması, menepoza geç girilmesi, fertil cağı uzatmaktadır. Bu sırada kadın daha uzun süre östrojen hormonu etkisi altında kalmakta, meme kanseri gelişme riski artmaktadır. Erken menopoza giren kadınlarda hormon tedavisi yapılmıyor ise, meme kanseri riski önemli ölçüde azalmaktadır. Elli yaşından sonra adet görmeye devam eden kadınlarda, meme kanserine yakalanma riski az da olsa artmaktadır.
Doğurganlık hikayesi: İlk çocuğu doğurma yaşı önemlidir. İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğuran kadınlarda meme kanseri görülme oranı 20 yaşından önce doğuranlara göre 2 kat fazladır. Hiç çocuk doğurmayan kadınlarda risk hafif yükselmektedir
Sosyoekonomik seviyenin yüksekliği: Varlıklı, sosyoekonomik düzeyi yüksek olan kadınlarda, meme kanseri görülme oranı daha fazladır. Bu ailelerin kızları daha iyi beslendikleri için daha erken gelişmekte ve erken yaşta adet görmeye başlamaktadır. Ayrıca bu çocuklar büyüdükleri zaman eğitim ve iş nedeni ile daha geç evlenmekte ve daha geç çocuk sahibi olmaktadırlar. Bu nedenlere bağlı olarak fertil çağın erken başlaması, geç doğurma gibi nedenler sebep olarak sayılabilir. Ayrıca bunların dışında başka faktörler de rol almaktadır.
Östrojen hormonu tedavisi görenler: Menopoz nedeni ile uzun süre östrojen tedavisi ( 10 yıldan fazla) gören kadınlarda, meme kanseri oranı artmaktadır. Fakat, hormon tedavisi almayan kadınlarda da, kalp hastalıklarında ve osteoporoz gibi sorunlarda artış ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, menopoz yakınmalarının azaltılması amacı ile, östrojen verilmesi önerilebilir fakat, mutlaka bir hekim kontrolu altında yapılmalıdır.
Doğum kontrol hapı kullanılması: Bu konuda farklı görüşler olmakla birlikte hafif bir risk artışı olduğu ileri sürülmektedir. On yıl önce doğum kontrol hapını bırakmış olan kadınlarda ise, bu risk tamamen ortadan kalkmaktadır.
Alkol kullanılması: Fazla alkol alan kadınlarda, almayan kadınlara göre risk nispeten artmaktadır. Günde 3 bardak yüksek dereceli alkol içen bir kadının meme kanserine yakalanma riski, hiç içmeyen kadına göre 2 kat daha fazladır. Alkol alımının günde bir kadeh ile sınırlandırılması önerilmektedir.
Sigara: Sigaranın kesin bir etkisi gösterilememiştir. Fakat, genel sağlığı etkilediğinden dolayı bırakılması önerilmektedir. Şişmanlık ve yağlı beslenme: Bazı çalışmalarda şişmanlığın, özellikle 50 yaş üzerindeki kadınlarda meme kanserine yakalanma riskini artırdığı gözlenmiştir. Özellikle, doymuş yağların fazla bulunduğu yağlı et gibi yemekler ve yağlı süt ürünlerinin fazla alınmasının bu riski artırdığı ileri sürülmüştür.
 Kanserden ne zaman şüphelenmelisiniz?

MEME KANSERİ RİSKİ AZALTILABİLİR Mİ ?
Egzersiz: Yoğun egzersiz ve jimnastik yapan kadınlarda meme kanseri riskinin azaldığı gözlenmiştir. Bu nedenle, tüm kadınlara önerilmektedir. Beslenme:Meme kanseri ile beslenmenin önemli ilişkisi vardır. Sebze ve meyveden zengin beslenme, ağır yağlı yiyeceklerden uzak durulması önerilmektedir. Günlük gıda alımına C vitamini, betakaroten gibi antioksidanların eklenmesinin koruyucu etkisi olduğu ileri sürülmektedir.
Kısaca,
 şişmanlığın azaltılması,
 alkol alınıyorsa bırakılması.
 Hafif egzersiz yapılması(haftada 4 saat tempolu yürüyüş),
 Sebze ve meyvenin bol tüketilmesi,
gibi basit önlemler ile meme kanseri riski % 30-40 oranında azaltılabilmektedir.
MEME KANSERİ ÖNLENEBİLİR Mİ ?
Henüz meme kanserini kesin önleyen bir yöntem henüz yoktur. Günümüzde bilinen tek yöntem, erken tanıdır. Erken tanı sayesinde, meme kanserinin getirdiği sorunlar büyük oranda çözülebilmektedir. Bu sayede hastalığın toplumda yaptığı hasar en aza indirilebilir, yaşam süresi ve kalitesi önemli ölçüde arttırılabilir.
Erken teşhis için bilinen en iyi ve etkili çözüm, kadınların risk durumlarına göre belirlenmiş olan muayene ve tetkik protokollarının uygulamasıdır.
MEME KANSERİ NASIL ERKEN TESPİT EDİLEBİLİR ?
Meme kanserinde erken teşhis yöntemleri, hastanın taşıdığı risk faktörlerine göre değişmektedir. Bu risk faktörlerinin arasında en başta yaş gelmektedir. Daha genç yaşlarda ortaya çıkabilmesine rağmen, ilerleyen yaş gruplarında bu risk artmaktadır. Bu nedenle ilerleyen yaş gruplarında erken teşhis için alınması gereken önlemler, daha erken yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir.
Yirmi yaş üzerindeki kadınlar, her ayın belirli bir döneminde kendi kendilerini muayene etmelidirler. Bu muayene sırasında meme dokusunda farklılık olup olmadığı araştırılır. Eğer bir değişiklik tespit edilirse derhal bir hekime baş vurulmalıdır. Bir değişiklik saptanmasa bile, üç yılda bir kez hekim tarafından muayene edilmelidirler.
Kırk yaşına gelen kadınların, kendi yaptıkları periyodik muayeneye ek olarak her yıl bir kez hekim tarafından muayene edilmeleri gereklidir. Ayrıca her yıl veya iki yıl ara ile mamogrofiyi çektirmeleri gereklidir.
Elli yaşından sonra, kadınlar kendilerinin periyodik muayenelerine ve her yıl bir defa hekim muayenesine devam etmeli ve mamografi dediğimiz meme filmini her yıl çektirmelidir.
 Kanseri yenmek

KADINLAR KENDİLERİNİ NASIL MUAYENE ETMELİDİR ?
Erken teşhis için her kadının ayın belirli bir günü kendisini muayene etmesi gerekir. Her ay düzenli olarak kendisini muayene eden bir kadın, memesinde ortaya çıkan bir kitleyi çok daha erken fark eder.
Kadınlara kendilerini muayene etmesini öğreten çeşitli kitap ve broşürler var. Fakat bu çoğunlukla yetersiz kalmaktadır. Meme muayenesini öğreten silikon meme kiti ve video filmleri bulunmaktadır. Vakfımızda meme muayenesi eğitimi, bu araçlar ile seminerler şeklinde verilmektedir.
MUAYENE SIRASINDA FARK EDİLEBİLECEK DEĞİŞİKLİKLER NELERDİR?
Aşağıda değişiklikler fark edildiğinde, gecikmeden bir hekime baş vurulmalıdır:
 Memede iki haftadan uzun süre ele gelen sertlik veya kitle,
 Meme derisinde kalınlaşma, şişme, renk değişikliği,
 Meme başında kalınlaşma, kızarıklık veya yara olması,
 Memede veya meme başında içeri doğru çekinti olması,
 Memenin şeklinde değişiklik,
 Meme başlarının pozisyonlarında değişiklik,
 Meme başında ortaya çıkan akıntı.
MAMOGRAFİ NEDİR ?
Mamografi, düşük dozda çekilen bir meme rontgen filmidir. Memede, muayene ile saptanamayacak kadar küçük anormalliklerin tespit edilmesi amacı ile çekilir. Mamografinin gerçek değeri budur. Çünkü, bu sayede, hastalık muayene ile tespit edilebilecek safhadan önce saptanır. Bu nedenle kesin hayat kurtarıcıdır. Kırk yaşını geçen kadınlar her yıl veya iki yılda bir mamografi çektirmeli ve her yıl uzman bir hekime meme muayenesi olmalıdır. Elli yaşını geçen kadınlar ise her yıl mamografi çektirmeli ve hekime muayene olmalıdır.
MAMOGRAFİ NE ZAMAN ÇEKTİRİLİR ?
Mamografi çekilirken meme, iki tabaka arasında birkaç saniye hafifçe sıkıştırılır. Bu nedenle memelerin en az hassas olduğu zamanda mamografi çekilmesi, özellikle memeleri hassas kadınlara önerilmektedir. Adet bitimini takip eden hafta, memelerin hassasiyetinin en az olduğu zamandır. Ayrıca adet bitimini takip eden hafta, hormonal nedenlerle memelerin şişliği en alt düzeydedir ve bu sırada daha iyi sonuçlar alınmaktadır. Bu sebeplerden dolayı herhangi özel bir durum olmadıkça, mamografi çekiminin, adetin bitimini takip eden haftada yapılması önerilmektedir.
MAMOGRAFİ ÇEKTİRMEYE GİDERKEN NELERE DİKKAT ETMELİ ?
Mamografi çekilirken belden yukarısı çıplaktır. Bu nedenle çekime gelirken iki parça elbise giyilmesi önerilir. Bu sayede çekim sırasında belden üstü kolaylıkla çıkartılabilir. Filmi etkileyebileceğinden, koltuk altlarına deodorant, talk pudrası, losyon gibi şeyler sürülmemelidir.
MEMEDE BİR KİTLE TESPİT EDİLDİĞİNDE NE YAPILMALI?
Memede bir kitle tespit edilince bunun kanser mi, yoksa başka bir hastalık mı olduğu araştırılmalıdır. Şunu önemle vurgulamak gerekir ki, memede saptanan her kitle kanser değildir. Bu nedenle, memede şüpheli bir kitle saptanınca, hemen korkup telaşlanmaya ve paniğe kapılmaya gerek yoktur. Memede bir kitle saptandığında, bir hekime başvurarak daha ileri tetkiklerin yapılması gereklidir.
MEME KANSERİ NASIL TEDAVİ EDİLİR ?
Son yıllarda meme kanseri tedavisinde oldukça önemli gelişmeler olmuştur. Bir çok tedavi olanakları ortaya çıkmıştır. Bu olanaklar, önemli ölçüde, hastalığın saptandığı safhaya göre değişir. Hastalık ne kadar erken safhada saptanırsa tedavi olanağı ve seçeneği o kadar fazla olmaktadır.
Meme kanseri tedavisi, günümüzde, uzmanlardan oluşan ekiplerce yapılmaktadır. Böyle bir ekip içinde cerrah, onkolog, radyasyon onkoloğu, radyolog, patolog, psikolog, plastik cerrah, fizyoterapist gibi, tıbbın değişik dallarından bir araya gelmiş ve özellikle çalışma alanları meme kanseri üzerinde yoğunlaşmış hekimler bulunur.
MEME AMELİYATLARI NELERDİR ?
Günümüzde meme kanserinin tedavisinde, cerrahi girişimin birkaç farklı uygulaması vardır. Bu uygulamalar temel olarak, memenin alınmadan korunmasına yönelik olanlar ve memenin tümünün çıkartılmasına yönelik olanlar olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Bunlara ek olarak da, alınan memenin yerine, plastik cerrahi teknikler ile yeniden meme rekonstrüksiyonu yapılması ameliyatları vardır
KEMOTERAPİ NEDİR ?
Kanser hücrelerini öldürücü ilaçlarla yapılan tedavidir. Bu ilaçlar ağızdan veya damardan verildikten sonra tüm vücuda yayılır. Genellikle, aynı anda birkaç ilaç birlikte verildiğinde daha etkili olduklarından, değişik kombinasyonlar halinde verilirler. Kemoterapi, belirli bir süre verilir ve sonra ara verilir. Bu aralarda hastanın kendisini toparlaması sağlanır. Daha sonra tekrar bir süre ilaç verildikten sonra ara verilir.
Bazı olgularda lokal olarak yapılan cerrahi tedaviye ek olarak, ilaç tedavisi de eklemek gerekebilir. Hastalarda cerrahi tedavi sonrası yapılan tetkiklerde, herhangi bir bölgede kanser kalmamış olsa bile, koruyucu önlem olarak bir süre ilaç tedavisi yapılabilir. Bu tedaviye adjuan kemoterapi denir.
HORMON TEDAVİSİ NEDİR ?
Bazı meme kanseri hücreleri, içerdikleri hormon reseptörleri (algılayıcıları) aracılığı ile dişilik hormonu olan östrojene duyarlı olabilir. Yani, östrojen hormonu bu kanser hücrelerinin büyümelerine ve artmalarına neden olabilir. Hormon tedavisinde amaç, bu şekilde östrojen reseptörü içeren ve bu hormona duyarlı olan kanser tiplerinde, östrojen etkisinin ortadan kaldırarak kanserin gelişmesinin önlenmesidir. Bu amaçla günümüzde kullanılan ilaç, tamoxifendir. Tamoxifen tedavisi, genellikle en az iki yıl ve en fazla beş yıl sürmektedir.
IŞIN TEDAVİSİ (RADYOTERAPİ) NEDİR?
Işın tedavisi, meme bölgesine ve koltuk altına uygulanarak, cerrahi girişimden sonra kalma olasılığı olan kanser hücrelerinin öldürülmesini sağlamak amacı ile yapılır. Bu tedavinin de, diğer tedaviler gibi bazı yan etkileri vardır. Bu tedaviyi gören kadınların çoğu halsizlikten yakınırlar. Memede şişme ve ağırlık hissi ortaya çıkabilir. Bu yan etki yaklaşık bir yılda kendiliğinden kaybolur. Tedavi edilen bölgedeki deri, güneş yanığı rengini alabilir. Bu da yaklaşık bir yıl içinde azalır.
ERKEKLERDE DE MEME KANSERİ GÖRÜLÜR MÜ ?
Kadınlara kıyasla daha az görülmekle birlikte, erkeklerde de meme kanseri görülebilir. Her 100 meme kanserinden birisi erkeklerde görülür. 1993-1997 yılları arasında, erkeklerde görülen meme kanseri oranı % 50 artış göstermiştir. Bu nedenle erkeklerin de bu konuda duyarlı olmaları gereklidir.
DÜNYADA MEME KANSERİ GÖRÜLME SIKLIĞI NEDİR?
Meme kanseri bir çok ülkede, kadınların en korkulu sağlık sorunu olma özelliğini taşımaktadır. Günümüzde ABD’ de, sekiz kadından birisi meme kanserine yakalanmaktadır. Bu oran Avrupa ülkelerinde on kadında birdir. Meme kanseri ile ilgili sayıları şu şekilde sıralayabiliriz;
1950-1970 yılları arasında ABD’ de, 1milyon kadın meme kanseri nedeni ile hayatını kaybetti. Bu sayı ABD’nin 2. Dünya savaşı, Kore ve Vietnam savaşlarında kaybettiği insan sayısından fazladır. 1998 yılında Avrupa’da 1 milyon kadın, meme kanserin nedeni ile tedavi görmektedir. 2000 yılında dünyada 1 milyon kadına, yeni meme kanseri tanısı konacaktır. Dünyada her 11 dakikada 1 kadın, meme kanseri nedeni ile hayatını kaybediyor. Dünyada her 3 dakikada 1 kadına, yeni meme kanseri tanısı konuyor.
TÜRKİYEDE MEME KANSERİ GÖRÜLME SIKLIĞI NEDİR?
Türkiye’ de sağlıklı bir istatistik bulunmuyor. Gerek beslenme, gerekse iklim açısından, ülkemiz şartlarına yakın sayabileceğimiz bir Akdeniz ülkesi olan İtalya istatistiklerini ülkemize uyguladığımızda, Türkiye’ de her yıl 30 bin kadın meme kanserine yakalanmaktadır.
Sayılar soyut kavramlar oldukları için fazla bir anlam taşımayabilir. Fakat bir an durup düşünürsek, yakın çevremizde, akraba ve dostlarımız arasında, bu sorun ile karşılaşmış birkaç tanıdığımızı, mutlaka anımsayacağız. Sorunun hiç de sandığımız kadar bizden uzak olmadığını, güç de olsa kabul etmeliyiz.
DÜNYADA MEME KANSERİ ARTIŞ GÖSTERİYOR MU?
Hastalığın diğer bir özelliği de, görülme sıklığının artıyor olmasıdır. Kırk yıl önce 1960 yıllarında, ABD’ de yirmi kadından birisinde meme kanseri görülürken, günümüzde sekiz kadından birisinde meme kanseri görülmektedir. Hastalığın gösterdiği bu artış, tüm gelişmiş batı ülkelerinde izlenmektedir. Meme kanseri görülme oranı artış göstermekle birlikte, teknolojik gelişme ve erken tanı olanaklarının artmasına bağlı olarak, meme kanseri ölüm oranı aynı kalmıştır, artmamıştır.
MEME KANSERİNDEN ÖLÜM ORANI YÜKSELİYOR MU?
Batı ülkelerinde sivil toplum örgütlerinin çalışmaları ve hükümetlerin sağlık politikaları sonucu, meme kanseri ile ilgili toplum bilinci oldukça yüksek seviyede gelişmiştir. Bunun sonucu erken tanı olanakları yaygın olarak kullanıldığı için, meme kanserine bağlı ölüm oranı düşük kalmaktadır.
Türkiye’ de ise, bu konudaki toplum bilinci yeterince gelişmemiştir. Erken tanı olanakları yetersizdir. Bu olumsuzlukların sonucu, Türk kadını meme kanseri konusunda çağdaş erken tanı olanaklarından mahrum olduğu için, tanı çok geç konulmaktadır. Hastaların büyük bir çoğunda, ilk tanı sırasında çok geç kalındığı için,uygulanacak tedavi seçenekleri fazla olmamaktadır.
MEME KANSERİ TOPLU TARAMASI NASIL YAPILIR ?
Mamografi, memenin rontgen filminin çekilerek, kanserin erken dönemde saptanmasına yardımcı olan bir yöntemdir. Bu yöntem ile, toplumda belirli bir yaşın üstündeki tüm kadınların meme filmi çekilerek, meme kanseri erken safhada yakalanmaya çalışılır. Bu şekilde toplumda meme kanseri taramasının yapılabildiği mamografiye, tarama mamografisi denir.
Tarama mamografisi, dünyada en yaygın kullanılan meme kanseri erken tanı yöntemidir. Amerikan Kanser Enstitüsü, 40 yaş üzerindeki her kadının, yılda bir defa mamografi çektirmesini ve uzman bir hekim tarafından muayene edilmesini önermektedir. Türkiye’de gelişmiş teknolojik donanımlı mamografi merkezlerinin sayısı sınırlıdır. Bu aygıtların kalibrasyonu düzenli olarak yapılmamaktadır. Filmi çeken teknisyenlerin eğitim düzeyleri yeterli değildir. Bu filmi okuyup değerlendiren bir radyoloji uzmanın deneyimli olabilmesi için, yılda en az 8 bin mamografi filmini değerlendiriyor olması gereklidir. Türkiye’de tüm bu özellikleri taşıyan tanı merkezi sayısı oldukça azdır.
MEME KANSERİ TEDAVİSİNİ KİM YAPAR?
Meme kanserinin tedavisi, günümüzde multidisipliner bir yaklaşım gerektirmektedir. Hastanın ilk ameliyatını yapan cerrah, ilaç tedavisini uygulayan onkolog, ışın tedavisini uygulayan radyasyon onkoloğu, teshisin konulmasında kilit rol alan patolog ve plastik cerrah mutlaka bir ekip çalışması içinde birlikte hastayı ele almalı ve hastanın tedavisini birlikte planlamalıdır. Bu hekimler meme kanseri konusunda yeterince bilgili ve uzmanlaşmış olmalıdır. Alınan memenin yerine, rekonstrüksiyon yapılarak hastaların bedensel kayıplarının en aza indirilmesi, çağdaş meme kanseri tedavisinin ayrılmaz parçasıdır. Bu nedenle plastik ve rekonstrüktif cerrahi, bu ekip içinde yerini almalıdır. Ameliyat sonrası erken dönemde kol ve omuz hareketlerinin kazanılmasında, geç dönemde kolun şişmesi şeklinde seyreden lenfödem tedavisinin yapılmasında, fizik tedavi ve rehabilitasyonun önemi çok büyüktür. Meme kanseri sadece hastayı değil, çevresindeki insanları da psikolojik olarak önemli ölçüde etkileyen bir sosyal bir sorundur. Böyle bir ekip içinde psikolojik desteği sağlayan psikoloğun bulunması, mutlaka gereklidir. Hastaların hemen tümü büyük bir bilgi açlığı içindedir. Özellikle beslenme konusunda kendileri yeterince bilgilendirilmemektedir. Ekip içinde bulunan bir diyet ve beslenme uzmanı, bu açığı kapatacaktır. Bu ekiplerin birlikte çalıştığı meme poliklinikleri, gelişmiş ülkelerin çoğunda vardır. Yapılan bilimsel araştırmalar, meme kanseri hastalarının, bu konuda uzmanlaşmış kliniklerde tedavi görmeleri ile, çok daha başarılı sonuçların alındığını göstermiştir.
MEME PROTEZİ NEDİR?
Meme ameliyatı olmuş ve plastik rekonstrüksiyon yapılmamış kadınlar, beden görümlerini korumak amacı ile protez meme kullanmaktadır. Batı ülkelerinde bu konuda eğitimli protez hemşireleri, hastanın ölçülerini almakta ve uygun protezin seçimine yardımcı olmaktadır. Bu hizmet, eğitim ve deneyim gerektirmektedir. Ülkemizde bu protezlerin satışı, sıradan satış elemanlarınca yapılmakta ve ülke alım gücünün çok üzerinde ücret istenmektedir. Uygun bir organizasyonla, bu sorun çözülebilir ve ücret üçte bire düşürülebilir. Bu sayede hizmet toplumun tüm kesimlerine yayılabilir.
devamını okuyunuz... >>

ZİHİN AÇICI VE ZEKAYI GELİŞTİRİCİ YİYECEKLER


Hafıza güçlüğü çekiyor ya da çocuğunuzun daha da başarılı olmasını istiyorsunuz. İşte beyni güçlendiren hafızayı tazeleyen, zekayı geliştiren, zeka geliştiren yiyecekler ve bitkiler;


Beslenme uzmanları, bilimsel araştırmaları inceleyip zeka gelişimine en çok katkı sağlayan gıdaları belirledi. İşte beynin çalışmasını artıran, zekayı geliştiren zeka geliştirici, zihin açıcı besinler ve bitkiler...

Çilek: İçeriğindeki fisetin maddesi hafıza kaybının etkilerini azaltıp, bunamayı geciktiriyor.


Bitter çikolata: Magnezyum ve antioksidan içeriğiyle beyne oksijen taşıyarak daha aktif çalışmasını sağlıyor.


Tahıl: Önemli bir B vitamini kaynağı olan tahıllar, kan şekerini dengeliyor.



Patates: Kan şekerini dengeli olarak yükseltiyor bu sayede zeka daha verimli çalışıyor.


Yoğurt: İçinde bulunan tirozin isimli madde hafızayı güçlendirip, beyni uyarıyor.




Üzüm suyu: Dopamin salgılanmasını arttırarak problem çözme yeteneğini geliştiriyor.


Fasulye: Lif ve protein bir arada özellikle çocuklarda zekayı açıyor.


Kırmızı ve turuncu renkli sebzeler: Özellikle domates, havuç ve kırmızı biberde bulunan antioksidan beynin daha uzun süre sağlıklı kalmasını sağlıyor.


Somon: Omega-3 yağları hem beyni koruyor hem hafızayı güçlendiriyor.


Hergün düzenli olarak kahvaltı yapan kişilerin diğerlerine oranla daha başarılı ve verimli oldukları biliniyor. Yoğun bir güne başlarken; peynir, süt, yumurta gibi protein içeren besinlerden oluşan bir kahvaltı, şekerli çay ve simitten oluşan bir kahvaltıya kıyasla daha iyi sonuç almayı sağlıyor.
devamını okuyunuz... >>

SİVİLCE VE AKNE TEDAVİSİ


Güneşin kurutucu etkisi ve iyotlu deniz suyu yazın akneyi aklımızdan çıkarır. Ama sonbahar ve kış, aknenin çoğaldığı dönemlerdir. Pek çok şey aknenin türüne bağlı olsa da, ultraviyole ışınlarının etkisi cildi kurutup, yağ üretimini düzenliyor. Bu yüzden sonbahar ve kış aylarında da solaryuma girerek aynı etkiyi yaratabiliriz. Gençlerde görülen akne, ergenliğin ilk dönemlerinde, vücutta gelişim ve değişimler başladığı sırada ortaya çıkıyor. Bu durum, bir dizi hormonal dengesizliğe bağlı. Doğal olarak bu gibi hormon dengesizlikleri yetişkinlerde de görülebiliyor. Örneğin, adet döneminde ortaya çıkan sivilceler bu tür bir dengesizlik sonucudur. Diğer bazı durumlarda ise, akne oluşumu, kortizon ya da B12 vitamini içeren ilaçlar, ya da dışarıdan uygulanan vazelin preparatları ve bitkisel yağların uzun süreli kullanımına bağlı.
TEMİZLİK NASIL OLMALI? Cilt temizliği, sabahları derinin salgılarını harekete geçirmek; akşamları ise, gözeneklerde birikmiş kir zerreciklerinden kurtulmak için mutlaka yapılmalı. Cildinizin haftada 2-3 kez, tüm yağ kalıntılarını alacak bir maskeye de ihtiyacı vardır. Aynı zamanda cildi derinlemesine nemlendiren bir maske seçmeye özen gösterin.
10 DAKİKALIK BİR BUHAR BANYOSU Haftada 1 kez, buhar banyosu hazırlayın: Gözeneklerin genişlemesini sağlayacağından, siyah noktalardan kurtulmanız kolaylaşacaktır. Başınızın üzerine bir havlu örterek, yarıya kadar kaynar su doldurduğunuz bir tencerenin üzerine eğilin. 10 dakika sonra, yüzünüzü kurulayın ve siyah noktaları sıkın. Bu işlemi yaparken, ellerinizin temiz olmasına dikkat edin. Parmak uçlarınıza sargı bezi sarıp noktaları sıkabilirsiniz. Ama sıkmakta zorlanırsanız fazla üstelemeyin. Cildiniz tamamen kuruduğunda tekrar buhara tutun. İşlem sona erdiğinde yüzünüzü bir tonikle dezenfekte edin.
HERKES İÇİN GEÇERLİ ÖNERİLER Gençler arasında özellikle yaygın olan bu problemin çözümünde, cilt tipleri farklı olduğundan, kızların ve erkeklerin uygulaması gereken kürler de farklı. Ancak yine de, her iki cinsin de uyması gereken bazı kurallar var.
1.   Doğru ve hijyenik temizlik: Cildi fazla hırpalamadan düzenli olarak yıkayın. Cildi fazla kurutmamak için pH değeri derinin doğal pH'ına yakın (5.5 civarında) bir temizleyici kullanılmalı. Daha da derinlemesine bir temizlik isteniyorsa, her 3-4 günde bir, gözeneklerde biriken yağ ve tozu alan kil maskesi uygulanabilir.
2.   Beslenmeye dikkat: Çikolata ve şarküteri ürünleri sivilce yapar görüşü, çok yaygın fakat çürütülmüş bir iddia. Son araştırmalar, beslenmenin akne üzerinde doğrudan etkisi olmadığını gösterse de, üzerinde durulması gereken önemli bir nokta var: Meyve ve sebze açısından zengin, sağlıklı beslenme cildin en önemli dostu.
3.   İyi dinlenin: En iyi güzellik kürü uyku. Stresten uzak bir ortamda dinlenebilmek çok önemli. Özellikle gecede en az 7-8 saat uyumak şart. Uykunun hormonal aktiviteyi düzenlediği herkesçe biliniyor.
4.   Ellerinizi yüzünüzden çekin: Cilde zarar vermeksizin yok edilebilecek siyah noktalardan farklı olarak, kançıbanları asla sıkılmamalı. Aksi halde, iltihaplı enfeksiyon, ardında bir yara ve iz bırakarak yayılabilir.
5.   Uzmana görünün: Kış gelip de akneler belirmeden önce mutlaka dermatologunuzla görüşün. Çünkü, yaz aylarında kuruyup hassaslaşan cildiniz, tatil öncesinde uyguladığınız akne tedavisini tekrarlamanızdan zarar görebilir.
6.   Bitki çayları da işe yarıyor: Her gün organizmayı temizleme özelliği taşıyan bir bitki çayı içmek cildinize faydalı olacaktır. Özellikle ıhlamur ve rezene içeren çayların çok yararını görürsünüz.
KIZLAR İÇİN BAKIM
Pudra ve allıktan uzak durun: Cildi çabuk sivilcelenenler makyaj yapmaktan vazgeçmeli. Tabii biraz rimel ve bir parça ruja değil sözümüz. Herşeyden önce, hijyenik nedenlerle allık ve pudra kullanmaktan vazgeçmeli: Zaten aşırı salgılanan yağ ile dolmuş gözenekler, makyaj malzemeleri kullanılınca iyice tıkanıyor. Bunun yanında, estetik bir neden de var: Makyaj, kusurları gizlemek yerine çoğu kez daha da belirginleştiriyor.
Az yağlı bir fondöten seçin. Makyajsız yapamayanlar hafif bir fondöten kullanabilir. Ancak, yağlı ciltler için özel olarak geliştirilmiş, siyah nokta oluşumuna neden olmayan (gözeneklerde birikecek madde içermeyen) bir malzeme seçilmeli.
Akne ve aşırı kıllanma: Akne yanında aşırı kıllanmadan da şikayet eden genç kızlar, antiandrojen hormonlar içeren doğum kontrol haplarından faydalanabilir. Ancak bu hapların 16 yaşın altındakilerce alınması sakıncalı olacaktır.
ERKEKLER İÇİN BAKIM
Hijyene daha fazla özen: Ergenlik çağındaki erkekler, katıldıkları sportif faaliyetlerin yoğunluğu yüzünden, yaşıtları olan kızlardan daha fazla terlerler. Bu bakımdan, hijyene özel bir önem vermeleri şarttır. Terlemenin ardından yüzün mutlaka yıkanması ve akneye karşı dezenfektan uygulanması gerekli.
Erkeklere özel kozmetikler: Bazı ilaç firmaları, akne tedavisi ilaçlarında, kızlar ve erkekler için ayrı formüller uyguluyor. Genç kızlara uygun olan ilaçlar daha hafif. Erkeklerin kendileri için hazırlanmış formülleri kullanmaları daha iyi sonuç veriyor.
Sık sık tıraş olun: Sakal uzamaya başladığında, kıllar, akne iltihabının artmasına neden olabiliyor. Bu yüzden sık sık tıraş olmak gerekli.
Tıraş sonrası bakım: Kullandığınız after shave parfüm içermemeli. Akneli cilt, after shavelerin içerdiği alkole karşı oldukça duyarlı. Akne kremlerinde az miktarda bulunan alkol, cildin pul pul dökülmesine ve kurumaya neden olabilir. En iyisi alkolsüz tonikleri tercih etmek.
Akne artık sorun değil
Aknelerin ilginç bir öyküsü var. Genellikle ergenlik çağındaki erkek ve kızların yüzleri sivilcelerle doluyor. Özellikle de delikanlı adayları tam karşı cinse ilgi duymaya başladıkları dönemde yüzlerinde beliren sivilceler yüzünden sıkıntı çekiyorlar. Ergenlik çağı sivilcelerine o dönemde vücuttaki hormon dengelerinin değişmesi neden oluyor. Akneler, yetişkinlerin de de en büyük sorunlarından biri. Yüzde, boyunda, omuzlarda ve sırtta çıkan sivilcelerden kurtulmak elbette mümkün.
Aknelerin oluşmasında yağlı cilt ve bakteriler etkili. Bu nedenle, aknelerden yakınan bir kişinin öncelikle hayvansal yağlardan uzak durması gerek. Bu arada bağışıklık sistemini güçlendiren yiyeceklere ağırlık vermeli. Yağ ve şeker miktarı fazla olan hazır yiyecekler, akneleri çok iyi besler. Derinin doğal koruyucu yağı olarak bilinen sebumun üretimini azaltır. Çikolata, dondurma, sosis ve dondurulmuş hazır et yemekleri aknelerden yakınan kişiler için zararlı. Buna karşılık bol bol yeşil sebze ve narenciye türü meyveler yenmeli. E vitamini alabilmek için de sıvı yağlar kullanılmalı.
Hormon dengesi
Aknelerin hormon dengesizliğinin bir sonucu olduğunu belirtmiştik. Vücuttaki hormon dengesini düzene sokmak için her gün lahana yenmeli. Bu sebze ayrıca bakterileri öldüren sülfür içerdiği için de aknelere karşı güçlü bir savunma silahı sayılıyor. Mango, kiwi ve ananas gibi tropikal bölge meyveleri de çok yararlı. Tuz katılmamış sebze suları, çiğ meyve ve sebzeler ve salatalarla beslenilmeli. Akne ciddi bir sorun olursa mutlaka bir deri uzmanına baş vurulmalı. Ancak gerekli önlemler alınırsa, aknelerden doktor tedavisine gerek kalmadan kurtulmak mümkün.
Tedavi mümkün
Cilt uzmanları, aknelerin her zaman tedavi edilebileceği kanısındalar. Aknelere karşı kullanılan antibiyotikler yararlı oluyor. Ancak rasgele bir antibiyotik kullanmak yanlış. Cilt uzmanının önereceği antibiyotikler etkili olur. Ayrıca cilt uzmanları, hormon ve A vitamini alınmasını önerebilirler. Yiyeceklerin aknelerin kesin nedeni oldukları iddia edilemez. Ama çikolata yedikten sonra yüzde sivilceler çıkarsa, yiyeceklerin de akne nedenleri arasında sayılması gerektiği söylenebilir.
Sizi aynalara küstüren o minik sivilcelere savaş açın. Pahalı kozmetik ürünleriyle değil basit önlemlerle bu sorundan kurtulun. Doğru önlemleri alırsanız, o sivilcelerden eser kalmayacak.
devamını okuyunuz... >>

ÇOCUKLARDA ALT ISLATMA NEDENLERİ VE ÖNERİLER..

Alt ıslatma problemi tekrarlayıcı bir biçimde istem dışı işemedir.Çocuklarda sık, yetişkinlerde nadir görülür.Çocuk 3-5 yaşları arasında idrarını gece-gündüz kontrol edecek biyolojik olgunluğa erişir.Bu yaşlardan sonra ayda en az iki kez gece yatağını, gündüz iç çamaşırını ıslatması bir bozukluk olarak değerlendirilmektedir.


Alt ıslatma, iki biçimde görülebilir.Bunlar;
 •Birincil Alt Islatma(Primer Enürezis):  Bu durumda, çocuk en başından bu yana altını ıslatmaktadır.Bu durumun sebebi, biyolojik kaynaklı olabileceği gibi, tuvalet eğitimin gecikmesinden de kaynaklanabilir.Alt ıslatmalarının çoğunluğu primer enürezistir.
 •İkincil altı Alt Islatma(Sekonder Enürezis): Çocuk tuvalet kontrolünü kazanmıştır, geceleri altını ıslatmamaktadır.Fakat birden çocukta alt ıslatmalar başlayabilir.Bu durumun sebebi, psikososyal kaynaklı olabilir.

Ayrıca alt ıslatmalar gece veya gündüz olmasına göre ikiye ayrılır.Diurnal Enürezis gündüz alt ıslatması, Nokturnal Enürezis ise gece alt ıslatmasıdır.

Alt Islatmanın Sebepleri:
 •Uygun olmayan tuvalet eğitiminin alt ıslatmaya zemin hazırladığı düşünülmektedir.Tuvalet eğitimine erken başlanması sebebiyle yaşanan güçlükler ve ortaya çıkan inatlaşmalar ve tuvalet eğitimine geç başlanmasının alt ıslatmaya neden olabileceği düşünülmektedir.
 •Tuvalet eğitimine erken başlanan ve eğitimde sert tutumlara maruz kalan çocuklarda, alt ıslatmanın ortaya çıkma ihtimali daha fazladır.
 •Ayrıca tuvalet eğitimine geç başlamanın da alt ıslatmaya sebep olduğu bulunmuştur.
 •Korkulardan, zorlayıcı yaşam olaylarından, ameliyatlardan sonra alışılmadık dayak ve cezalardan sonra alt ıslatma başlayabilir.
 •Tuvalet eğitimini başarıyla tamamlamış bir çocuk, bir kardeşi olduğu zaman alt ıslatmaya başlayabilir.Bu durum, kardeş kıskançlığının neden olduğu bir geri dönüş davranışıdır.
 •Ailede ölümler, geçimsizlikler, aile içi şiddet, boşanma süreci, hastalıklar gibi yaşam olaylarının çocukta yaşattığı stres alt ıslatma şeklinde ortaya çıkabilir.
 •Ayrıca, ailenin aşırı bir şekilde koruyucu, hoşgörülü olması çocukta bebeksi kalma eğilimini ortaya çıkarabilir.Bunun sonucunda, bu durum alt ıslatma ile kendini belli edebilir.
 •Ayrıca biraz önceki durumun tersine, çocuklarıyla ilgilenmeyen bir şekilde onun varlığını çok önemsemeyen ailelerde yaşayan çocuklarda da alt ıslatma ortaya çıkabilir.
 •Bütün bunlara ek olarak, aile sistemini olumsuz olarak etkileyecek toplumsal tarvamalar da çocukta alt ıslatmaya sebep olabilir.
 •Genetik nedenler; yani ailede herhangi birinde kalıtımsal olarak alt ıslatmanın olması.
 •Derin uyku hali sonucunda, gece tuvalete gidememe.

•Mesane fizyolojisindeki problemler


Aileler İçin Çözüm Önerileri:
 •Eğer çocuğunuzda alt ıslatma durumu varsa ilk olarak yapmanız gereken şey, çocuğunuzu doktora götürmektir. Alt ıslatmanın sebebinin ne olduğu araştırılmalı ve eğer sebep fizyolojik kaynaklı ise, tıbbi tedaviye hemen başlanmalıdır.
 •Çocuğunuzu doktora götürdünüz ve görünürde fizyolojik hiçbir sebep bulunamadıysa alt ıslatmanın sebebi psikolojik kaynaklıdır.
 •Psikolojik sebeplerin ortaya çıkardığı alt ıslatmanın muhtemel sebeplerinden yukarıda bahsettik.
 •Çocuk gündüzleri belirli aralıklarla tuvalete gitmeye özendirilmelidir.
 •Gece yatmadan önce hiçbir şekilde içecek alımı kısıtlanmamalı, fakat çocukla gece belirli aralıklarla tuvalete kaldıracağınıza dair anlaşabilirsiniz. Kuru kalmalar ve çocuğun kendi başına tuvalete gittiği durumlar çocuk tarafından not edilir.
 •Çocuk kuru kaldığı geceler, aile tarafından minik hediyeler (maddi-manevi) ödüllendirilir.
 •Eğer yapılanlara rağmen çözüm alınamıyorsa , alarm cihazı denenebilir.
 •Ayrıca gece işemeleri için çok etkili ilaçlar bulunmaktadır.Bu ilaçlar gece uykusunun derinliğini azaltıp mesanede büzücü etki yapmaktadırlar.Bu ilaçlarla başarı oranı %70-80 civarındadır.

Çocuklarda yaşanan problemlerin büyük bir çoğunluğu aile içindeki problemlerden kaynaklanabilir.Sorunların temelden çözümü için aile olarak bir uzmandan yardım alınması çok faydalı olacaktır.
devamını okuyunuz... >>

ÇOCUKLARDA REFLÜ TEŞHİSİ VE TEDAVİSİ

Çocuklarda görülen en sık yemek borusu hastalığıdır. 6 aydan küçük bebeklerin %40 nda, 6-9 ayda % 40-70’inde var olduğu düşünülmektedir.

Bu sıklık giderek azalarak % 10 a düşer. Ancak yukarıda da belirtildi gibi reflü ancak yakınmaları ortaya çıkardığında Gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH) olarak adlandırılır. Bu durum bebeklerin 1/300’de ortaya çıkar. Daha büüyk çocuklar için net rakamlar yoktur. Ancak reflünün tüm çocuklar arasında % 15 oranında bulunduğu ve reflü hastalığının ise çocukların % 3-5 nde var olduğu tahmin edilir. Ama bu bir tahmindir. Teşhisine ait problemler, doğru olmayan teşhislerle gereksiz ilaç kullanımları bu oranın kesinliğini ortadan kaldırmaktadır.
Çocuklarda Reflü Hastalığının Bulguları
Ne zaman reflü çocukda reflü hastalığından şüphelenelim ? Bu aile için de doktor için de bir sorundur. Çünki ailenin yakımasını anltamayan bir bebek ve çocuğunda böyle bir şeyi düşünmesi pek olası değildir. Bu konuda ancak magazinel bilgilere sahiptir. Doktor için ise ? Maalesef bebeklerde özellikle olmak üzere çocuklarda da doktor arkadaşlarımız bu teşhiş için hangi aşamada düşünülmesi gerektiğine karar vermekte zorlanmaktadır. Çünki hastalık bir mide-barsak yakınması olduğu halde bazen hiçbir bulgu olmadan direk nefes yolu yada boğaz bulguları ile çıkabilmektedir. Hatta solunum yakınmaları (astım ..vs) da reflüye ve reflü ise solunum bulgularına neden olur. Yani “tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan ??????” denebilir buna.
Bu nedenle reflüye ait bulguları çocuklarda yaş gruplarına göre sınıflayarak göz önüne almak gerekir.
i . Bebeklerde reflü hastalığı sıklıkla kusma, huzursuzluk, kilo kaybı ile çıkar. Çünki mide içeriğinin yemek borusuna geçişi özellikle yatar pozisyonda olur ve geçince orada oluşturduğu tahrişi çocuk ağlyarak belli eder. Bazen çocuklar ağlayarak geceleri uyanır. Bazen bu reflü yutağa kadar gelerek öztakiyi etkiler ve yineleyen kulak iltihapları ile de çıkabilir. Bazen ise sadece kronik ses kısıklığı, öksürük ve hırıltılı nefes alıp verme tek bulgu olabilir.
ii. Erken çocukluk dönemi dediğimiz oyun çocukluğu (okul öncesi) döneminde ise çocuklarda sıklıkla karın ağrısı, mide bulantıları, midede yanma, göğsde kalp bölgesinde yada iman tathtası denen orta hatta ağrı olabilir. Ancak bu yakınmalar hiç olmadan kronik ses kısıklığı, öksürük, sinüzit olarak çıkabilir. Hatta yalnızca yineleyen bronşit ile astım benzeri tablo ile gelebilir. Hastalar yıllarca astım teşhisi ile tedavi almış olabilir. Yutağa kadar gelmiş mide içeriği dişlerde kalarak çürüğe neden olabilir. Bu nedenle bazen diş çürükleri bu dönemde reflü bulgusu olabilir.
iii. Okul çocukluğu döneminde ise yine sıklıkla karın ağrısı, mide bulantıları, midede yanma, göğsde kalp bölgesinde yada iman tathtası denen orta hatta ağrı olabilir. Ancak burada daha yüksek orandaki çocukda ise daha çok kronik ve astım bulguları ve ayrıca ses kısıklığı, sinüzit olarak çıkabilir. Hatta yalnızca astım tablosu olabilir. Bu nedenle tedaviye dirençli yada sürekli nüks eden tüm larenjit, kulak iltihabı, astım da hele alerjisi yoksa reflü hastalığı akla gelmelidir. Ayrıca yine yutağa kadar gelmiş mide içeriği dişlerde kalarak çürüğe neden olabilir. Bu nedenle bazen diş çürükleri bu dönemde reflü bulgusu olabilir.
iv. Daha büyük çocuklarda ise karın ağrısı, mide yanması ve ağza acı su gelmesi net tarif edilebilir. Ancak bu çocuklar sıklıkla maaleasef gastrit ve ülser teşhisleri ile tedavi ve izlem alır. Geçici düzelmeler olur ama sürekli nüks eder. Bu mide barsak bulguları yanında çok sık oranda ses kısıklığı yakınları vardır. Hatta bunların gırtlağına bakınca orada reflünün yaptığı harabiyet net bir şeklide görülür. Bu nedenleözellikle alerjisi olmayan tedaviye dirençli yada sürekli nüks eden tüm larenjit, kulak iltihabı ve astım da reflü hastalığı akla gelmelidir. Gece mide ekşime, yanma ve göğüz ağrısı ile uyanabilirler.
Çocuklarda Reflü Hastalığının Teşhisi Nasıl Konur
Teşhisde her zaman bütün çocukluk çağı hastalıklarında olduğu gibi anne-babadan şikayetleri çok iyi bir şeklide dinledikten sonra şüphe duyuluyorsa tetkie geçilir. Ama her kusan veya kilo alamayan çocuk reflü demek değildir. Hele bebeklerde çok sık oranda beslenme hataları kusma ve kilo alamamaya neden olabilir.
Reflü düşünülen hastada eğer yapısal bir anomallik düşünülüyorsa ilaçlı mide-barsak filmi (özafagus-mide düodenom grafisi) çekilebilir. Sintigrafik olarak nükleer tıp metodu kullanılabilir. Ancak bu yöntemin güvenirliği ve hassasiyeti pek kabul gçrmez. Ancak bu gün için eğer gerçekte reflü düşünülüyorsa yapılacak en önemli test çocuğun yemek borusun çok ince bir kablo ucu (prob) koyarak mideden gelen asiti ölçebilen cihazla ölçüm yapmaktır. Buna “24 saatlik ph monitorizasyonu” denir. En kıymetli testtir. Ancak yemek borusundaki basınç, kasılma ..gibi fonksiyon ve testlere bakan diğer yöntemler de vardır.
Çocuklarda Reflü Hastalığının Tedavisi
Reflü hastalığında tedavisinin temel amacı yakınmaları gidermek ve yemek borusundaki veya diğer bahsedilen bölgelerdeki yangıyı iyileştirmektir. Tedavisinde en önemli yöntem uygulanır:
i.    Yaşam koşulları ve beslenmeni düzenlenmesi
ii.    İlaç tedavisi
iii.    İzlem ve koruyucu önlemler.
iv.    Cerrahi tedavi
Yaşam koşullarının değiştirilmesine yönelik önlemler tedavinin ilk basamağını bu önlemler oluşturmaktadır. Öğün miktarlarının küçük tutulması, ideal vücut ağırlığının korunması, akşam yemeklerinin yatmadan en az 2 saat önce yenmesi, yemeklerden sonra en az 1 saat yatar pozisyon alınmaması, yüksek yastık kullanılması önlemler arasında yer alır. Bunun dışında gaz ve asit içeren gıdalar, domates, gazlı içecekler, kola, kahve, yağlı gıdalar, çikolata tüketiminden kaçınılmalıdır.
İlaç tedavisinde KÖS kasılmasını arttıran ve mide asid salgısını azaltan ilaçlarreflü hastalığının hem tipik hem de atipik bulguları için en sık ve en etkin olarak kullanılan ilaçlardır. KÖS kasılmasını arttıran ilaçlar yemek borusunun hareketini düzenler. Ama tümü çocuğun yaşına uygun ve etkili olanlardan seçilmelidir ve bunu doktor yapmalıdır.
Tıbbi tedavi ve önlemlerle bulgulara hakşm olunamayan ve bunun yanında ciddi geriye dönüşümsüz zararlara yol açan hastalarda cerrahi tedavi (ameliyat) düşünülebilir. Bu ameliyat oldukça basittir. Hatta kapalı ameliyat sistemleri (laporoskopik) ile de yapılabilir.
Ancak hem tıbbı tedavi hem de cerrahi tedavilerde nüks söz konusu olabilir. Bu nedenle reflülü çocuklar uzun süre izlenmeli, koruyucu önlemler devam ettirilmeli ve yaşam tarzına ait düzenlenemeler sürdürülmelidir

Doç. Dr. Hasan YÜKSEL
devamını okuyunuz... >>

ÇOCUKLARDA ALERJİ TEDAVİSİ MÜMKÜN MÜ?




Allerjik hastalıkların tedavisi mümkündür. Ancak belli kurallar dahilinde çocuğun allerjik hastalık açısından yönetimini planlarsanız mümkündür. Bir kere bu bağlamda aile ve çocuk alerji uzmanı arasında mutabakata sağlanmalıdır: Tedavide ilaç + çevresel önlemler + izlem aynı öneme sahiptir. Birisi tam olmadan diğeri tam etki sağlamaz. Bu nedenle bir eylem planı yapılmalı ve bu uygulanmalıdır. Bu eylem planında 4 temel prensip vardır:
1.      Hasta bir çocuktur. Gelişen ve yenilenen bir organizmadır. Eğer hastalık bulguları bu 3 temel öğe ile planlanır ve bulgular belli bir süre baskılanırsa çocuk organizması bir anlamda direncini sağlayacak ve karşı koyabilecektir. Ancak bu süre çocuğa verilemez ve geçici antibiyotikler, öksürük şurupları, profosyonel olmadan astım ve alerji ilaçları yetrsiz süre ve kombinasyonlarda kullanılırsa hastalık daha şiddetlenecek ve geriye dönüşümsüz hale gelecektir. Örneğin astımın bu çocuklarda 7-8 yaşında geçtiği ve tedavi gerekmediği yanlıştır. Bu yaşa gelen çocukda bulgular silikleşir ve az az devam eden hastalık ergenlikte şiddetli bir şeklide ileri yaşlarda ise geriye dönüşümsüz şeklide tekrar çıkar.
2.      Çevresel önlemler alınmalıdır. Sigara evde içilmemeli, reflü öenlemleri alınmalı, katkı maddelerinde uzak durulmalı, spor yapılmalı, obesite önlenmelidir.
3.      Steroid (kortizon) fobisi kırılmalıdır. Alerji bir nevi mikrobik olmayan iltihaptır. Kortizonlu ilaçlar bir çocuk alerji uzmanı tarafından yazılmış ve seçilmiş ise bu iltihabı en iyi ve en etkin şeklide baskılayacak olan ilaçlardır. Bu konuda başkalarının değil çocuk alerji doktorunuzun önerilerine UYUNUZ. Asla çocuk alerji uzmanının önerdiği tarihten önce kesilmemelidir. Çocuğunuz bu şeklide kullanıldığı takdirde bu ilaçlardan zarar değil en büyük faydayı görecektir.
4.      Düzenli aralıklarla 1-3 ayda bir çocuğunuzu kontrol edilmelidir. Hastalık bulgularının olmaması hastalığın yok olduğunu göstermez. Hastalık bulgularının kontrolü için en az 3 ay, tam şifa için en az 1 yıl bulgular görülmemelidir. Çocuğunuz belli aralarla kontrol edildikçe ilaçları ve çevresel kontrol ve disiplinin devamı sağlanmalıdır.

Bütün bunlar yapılırsa alerjik hastalığa sahip bir çocuğun tedavi edilememesi pek mümkün değildir.
devamını okuyunuz... >>

ALERJİ NEDİR?

ALLERJİ NEDİR?

--------------------------------------------------------------------------------
Allerji kişilerin aslında zararlı olmadıkları halde bazı maddelere karşı aşırı reaksiyon göstermesidir.Bizi zararlı organizmalara karşı koruyan bağışıklık sistemimiz görevleri istilacıları (antijenleri) zararsız hale getirmek olan vücut savunmacılarını (antikorlar) üretir.
Normalde vücudumuzu koruyan bağışıklık sistemi bazı insanlarda zararlı olmayan birtakım maddelere de aşırı yanıt verir. Bu reaksiyonlara aşırı duyarlılık ya da allerji adı verilir.Allerjik reaksiyona yol açan antijene de allerjen adı verilir.Allerjik reaksiyonlar tek tip değildir, birçok yolla ortaya çıkarlar, vücudun değişik bölümlerinde meydana gelebilirler ve çeşitli şiddette olabilirler.
İmmün (bağışıklık) sistemimiz iyi bir belleğe sahiptir. Yaşamımızın başlangıcında organizmamız yabancı maddelerle karşılaştığında immun sistem onları tanımayı ve belleğine almayı öğrenir.Ardından yabancı maddelere (antijenlere) karşı antikorlar üreterek yanıtını hazırlar. Organizmada ne zaman aynı antijen görülse hatırlama özelliği nedeniyle daha önceden hazırlanmış yanıt başlar. Bu nedenle saman nezlesi olan bir kişi her yıl polenlerle karşılaşınca immun sistemdeki bu özellik sebebiyle hemen reaksiyon gösterir.
DUYARLANMA NASIL OLUŞUR?
Duyarlanma bağışıklık sisteminin antijenle temas etmesi, onu belleğine alması ve ona karşı özel antikorları üretmesidir. Daha sonraki karşılaşmada bağışıklık sistemi antijeni kolaylıkla tanıyacak ve hemen reaksiyon gösterecektir. bir allerjene karşı duyarlanma için gerekli olan süre kişiden kişiye değişir.
ATOPİ NEDİR?
"Allerjik bir bünyeye sahip olmak" demektir.Bu durum kalıtsaldır.Başlıca üç çeşit atopik hastalık vardır:
·         Atopik dermatit (egzema)
·         Allerjik rinit
·         Allerjik astma
Allerjik rinit çoğunlukla göz allerjisi (konjunktivit) ile birlikte olabilir. Atopik kişiler genetik olarak İgE tipi antikorlar üretme eğilimindedir. Bu İgE antikorları da çevrede bulunan ve normalde zararsız olan allerjenlerle (polenler, ev tozları vb) etkileşime girerek allerjik reaksiyonu başlatır.
Kalıtım allerjiyi nasıl etkiler? Bir çocuk eğer bir ebeveyni allerjikse %30 allerjik olma riski taşır. Eğer her iki ebeveyni de allerjikse allerji gelişme riski %60 dır. Bununla birlikte allerjiler ikinci nesilde görülmeyebilir.
Uzm.Dr.Cengiz Kırmaz* tarafından hazırlanmıştır. *(Ege Universitesi Tıp Fakültesi Iç Hastalıkları ABD Immunoloji Bilimdalı)
 
SOLUNUMSAL ALLERJENLER
EV TOZLARI: Ev tozlarının miktarı evin yerine, bulunduğu yerin iklimine, deniz seviyesinden yüksekliğine göre büyük oranda değişir.Evden eve (bir çiftlik evi ile apartman dairesi aynı değildir.) veya bir evin farklı odalarında da değişkenlik gösterebilir(banyo ile yatak odası bir değildir).Fakat değişmeyen bir şey vardır ki ev tozları bir allerjen deposudur.Ev tozları içinde allerjiye sebep olan etken mite (akar) dediğimiz ev tozu böceğidir.
Mite (Akar) lar:Akarlar küçük örümcek benzeri canlılardır ve gözle görülemezler. Ortalama 0.3 mm. uzunluğundadırlar.Ev tozları içinde yaşayan ve solunum yolu allerjileine neden olan iki önemli akar türü vardır.Dermatophagoides pteronysinnus ve Dermatophagoides farinea bunların latince adlarıdır.Akarlar insanların deri döküntüleri ile beslenirler.Başlıca yatak içinde (yastıklar,yatak,yorgan vs.) yaşarlar, çünkü deri döküntülerinin en çok bulunduğu yer buralarıdır.Depo, silo gibi yerlerde de yoğun olarak bulunurlar.Akarların dışkılarıda allerjiktir. Yataklardan alınan bir gram tozda 2000 ile 15000 arasında akar bulunabilir. Ev tozu akarlarına karşı olan allerji; astma ve rinit, nadirende konjonktivite yol açar. Yakınmalar özellikle uykudan uyanınca başlar. Belirtiler yıl boyu sürer ancak sonbahar ve kışın kötüleşme gösterebilir.

POLENLER: Polen bitkilerin erkek tohumudur.Bitki türlerine bağlı olarak çok farklı şekilleri olan ince taneciklerden meydana gelir.Ortalama boyutu 0.05 mm'dir.Bu da çıplak gözle görülemeyeceği anlamına gelir.Polen tanecikleri birçok allerjik protein içerirler.Bu taneciklerin küçük ve ince olanları rüzgar yolu ile dağılırlar.(anemophilus polenler), daha büyük olanları ise böceklerle taşınırlar.(entemophilus polenler) Rüzgarla dağılan polenler daha allerjeniktirler ve geniş alana yayılabilirler.Bu nedenle bu polenlere karşı allerjisi olan kişilerin çevrelerinde bitkiler olmadığı halde şikayetleri ortaya çıkabilir.
Böceklerle dağılan polenler parlak renkli ve güzel kokulu (böcekleri cezbetmek için) çiçekleri olan bitkiler tarafından küçük miktarlarda üretilirler.Dağılım yolu sebebiyle atmosferde bulunmazlar ve küçük miktarda üretildiklerinden bu polenlere karşı az sayıda insan allerjiktir.Polen allerjisine yol açan başlıca üç bitki ailesi vardır.Bunlar çayır otları, ağaçlar, yabani otlardır.Allerji hastaları havadaki polen konsantrasyonunun belli bir düzeyi geçmesinden sonra allerjik belirtiler gösterirler.Bu polen konsantrasyonu türlere göre değişmekle beraber havada her metreküp te 10-20 tanecik olarak hesaplanmıştır.
Ağaçlar Ocak-Mayıs arası, çayır otları Mayıs-Temmuz arası, yabani otlar Temmuz-Ekim arası polen verirler. Polenlere karşı olan allerji allerjik rinit, allerjik konjunktivit, allerjik astma ve akut ürtiker şeklinde ortaya çıkabilir.Yakınmalar sadece yılın belli zamanlarında olur ve diğer aylarda kişi tümü ile sağlıklıdır.
KÜF MANTARLARI:
Küf mantarları gözle görülmeyen allerjik etkisi olan sporlar üretirler.Renkleri türden türe değişir.Ev dışında (çürüyen bitkiler üzerinde veya havada) bulunabilecekleri gibi ev içinde (evin güneş görmeyen nemli yerlerinde) de bulunabilirler.Polenler gibi atmosferdeki spor sayısı hava koşullarına bağlıdır.Havanın sıcak ve nemli olduğu zamanlarda, örneğin yazın sonlarına doğru ve erken sonbaharda en fazladır.
devamını okuyunuz... >>

TÜP BEBEK TEDAVİSİ

Tüp Bebek tedavisi Nedir?

Tüp bebek tedavisi çocuk sahibi olmak isteyen çiftten anne adayından belli bir ilaç yüklemesi yapıldıktan sonra alınan yumurtalar ile baba adayından alınan ve laboratuar ortamında yıkanarak temizlenerek içlerinden  en iyileri seçilen spermlerin gene laboratuar ortamında medyum denilen kapların içinde rahim içindeki sıvılara benzeyen sıvılar içinde döllenmeye bırakılmasıdır. Medyumlar halk arasında tüp olarak adlandırılır.Yumurta ve spremler bu sıvının içinde aynen rahim kanallarındaymıs gibi birbirlerini bulup döllenir ve embiryo oluştururlar. Embiryolar birinci gün 2 hücre ikinci gün 4 hücre 3 gün 8 hücreye gibi her gün birbirinin katları şeklinde çogalma işlemi başlatırlar. Embiryolar ikinci gün anne rahiminin içine transfer edilirler. Bu işleme tüp bebek tedavisi işlemi denir. Tüp bebek tedavisinde embiryoların tutunup tutulmadığı transfer işleminden 12 gün sonra yapılan hamilelik testi ile anlaşılır.Tüp bebek tedavisinde hamilelik testi hem kanda hemde idrar testi olarak iki şekilde yapılır.

Mikroenjeksiyon nedir.? Tüp bebek tedavisinden farkı nedir?

Mikroenjeksiyon işlemi Tüp bebek tedavisinin bir ileri aşaması olarak adlandırılır. Daha çok sperm sayısı az olan hastalarda başlangıçta yapılmasına karşın daha çok başarılı olduğundan artık tüp bebek tedavisi dendiğinde direkt olarak bu işlem yapılmaktandır. Tüp bebek tedavisinde de artık bir adet sperm alınarak yumurtanın içine döllenmesi beklenmeden enjekte edilmekte ve bu şekilde embiryo haline gelmesi beklenmektedir.
Tüp bebek genellikle hastanelerde üremeye yardımcı teknik  (ÜYT )olarak ya da İngilizce adının baş harfleri nedeniyle (ART ) olarak geçer Tüp bebek tedavisinde amaç amaç,normal birleşme ile yumurtaya ulaşamayacak ve onu dölleyemeyecek kadar zayıf özellikteki bir spermin, tüp bebek tedavisi işlemi ile vücut dışında,direk yumurta içine verilmek suretiyle gebeliğin gerçekleşebilmesidir.

Tüp bebek tedavisi ne zaman yapılmalıdır?
Tüp bebek tedavisi çiftler bir yıl çocuk sahibi olmak için bekledikten sonra normal yolla çocuk sahibi olmadıklarında mutlaka kısırlık konusunda uzman bir doktora veya tercihen bir tüp bebek merkezine kontrole gitmelidirler.
Anne ve baba adayının kontrollerinin yapılması herhangi bir sorununun olup olmadığının incelenmesi gerekir. Kısırlık şüphesi olan Anne adayının kontrolleri:
Âdetin ikinci günü kanda LH FSH E2  ve inhibin B testlerinin yapılıp yumurta rezervlerinin durumuna bakılır ,
Troid bezlerinin düzgün çalışıp çalışmadığına bakılması gerekir. Serbest T3 ,T4  ve  TSH  ve diğer üremeye etkili hormonlar olan DHEA, Androstenedion, l7hidroksiprogesteron, serbest testosterona bakılır.
Rahim filmi ile yumurtalık kanallarının açık olup olmadığının kontrolunun yapılması gerekir.
Prolaktin hormonunun düzgün çalışıp çalışmadığına bakılmalıdır.
Baba adayından da sperm örneği alınarak spermlerde herhangi bir sorun olup olmadığının kontrolü yapılır. Eğer görünen önemli herhangi bir sorun yok ise (yumurta kanallarının tıkanıklığı, spermlerin çok az olması yada hiç olmaması gibi) tüp bebek tedavisine hemen geçilmez.

Sperm kontrolu ;Aşılama,Tüp bebek tedavilerinde Semen analizi nasıl verilir.?

Sperm örnegi verebilmek icin erkeğin en az 3 günlük cinsel ilişkide bulunmaması  gerekmektedir.Laboratuarda yada Merkezde özel sperm verme odasında sperm örnegi istenir.
Sağlıklı bir sperm tahlil sonucu 3 hafta ila 2 ay ara ile  en az 3 defa istenilerek alınan sonuçlardır.Semen analizin sonuçlarında en az 20 ml olmalı ve içinde canlı sperm hücresine rastlanmalıdır.
Aşılama ve tüp bebek tedavilerinde alınan spremler özel bir işleme tabi tutularak yıkanır ve içlerinden iyileri seçilir.
Tüp bebek uygulanmasini gerektiren durumlar:
Tüp bebek tedavileri aşılama uygulamalarının başarısız olması,kısırlık nedeninin açıklanamayan olması,tüplerin tıkalı olması,over yetmezliği olanlarda,endometriozis rahatsızlığı olanlarda, doğuştan vajen anomalisi olanlarda ,vajinismus sorununda,genital tuberküloz geçiren kadınlara uygulanır.Erkeklerde tüp bebek tedavisi erkekte; sperm sayısının her türlü azlığında , uygun seksüel ilişkide bulunamayanlarda ve klasik tedavilerde başarılı olamayanlarda kullanılır.
Tüp bebek tedavisine geçilmeden önce :
1.Kadında yumurta gelişimi takibi yapılarak anne adayının yumurtalarının döllenme için çatlayıp çatlamadığına bakılır.
2.Herhangi bir sorun varsa tedavi için doktorun öngördüğü ilaçlarla bir iki ay hasta takip edilir.
3.Herhangi bir gelişme yoksa Aşılama tedavisine geçilir
4. İki ya da 3 ay süre ile 3 defa yapılan aşılama tedavisinden sonra herhangi bir sonuç alınmaz ise hastaya tüp bebek işlemine geçilmesi önerilir.
devamını okuyunuz... >>

HAMİLELİKTE İLAÇ KULLANIMI

Gebelik (Hamilelik) Döneminde İlaç Kullanımı
Gebelik boyunca gerekli durumlarda ilaç kullanımı mümkündür. Ancak temel prensip, gerekli olduğu bilinen folik asit, kalsiyum ve demir gibi desteklerin dışında mümkün olduğunca ek ilaç kullanılmamasıdır.
Çünkü kullanılan ilaçların bazı durumlarda yeni gelişmekte olan bebeğin organ taslakları üzerinde olumsuz etkileri olabilmektedir. Doğumsal sakatlıkların yaklaşık olarak %2-4'ünün gebelikte kullanılan ilaçlara veya toksik maddelere maddelere bağlı olduğu düşünülmektedir.
İlaç alındıktan sonra annenin kanına karışan ilaç etken maddesi, plasenta adı verilen ve bebeği beslemekkle görevli organ aracılığıyla bebeğe geçebilmektedir. Bebek kanında bulunan ilaç çeşitli yollarla zarar verebilir.
1) Bebeğin gelişim sürecinde organlarının zarar görmesine, sakat doğmasına ve hatta anne karnında ölümüne neden olabilir.
2) Sigara örneğinde olduğu gibi plasentada hasar oluşturarak bebeğin gelişimini kısıtlayabilir
3) Rahim duvarı kaslarının kasılmasına neden olarak dolaylı bir şekilde bebek kanlanmasını etkileyebilir.
İlaçların bebek üzerindeki zararlı etkileri alınan ilaç tipi, dozu ve bebeğin gelişimsel dönemi ile ilgilidir. İlaç gebeliğin çok erken bir döneminde alınmışsa yani embriyo oluştuktan sonraki 15-18 gün içinde alındıysa "hep ya da hiç" kuralı geçerlidir. Yani aslında bu dönem kabaca adet gecikmesi olmadan önceki dönemi. diğer bir deyişle bu dönemde alınan maddenin eğer embryoya zararlı bir etkisi olursa embriyo ölür ve gebelik sona erer. Bu dönemde etkilenmeye bağlı olarak sakatlık oluşma ihtimali olmaz.
Bebeğin ilaçlar ve toksik maddeler açısından en hassas olduğu dönem gebelik oluştuktan sonraki 17-90 gün arasıdır. Bu dönem kabaca adet gecikmesinden sonra başlar ve 12. haftaya kadar devam eder. Bu dönem bebeğin organ taslaklarının oluştuğu dönemdir. Gelişmekte olan organlar üzerine toksik etki yapabilen ilaçlar, bu dönemde kullanılırsa doğumsal sakatlıklara neden olabilirler.
11-12. haftadan sonra yani organ taslakları oluştuktan sonra kullanılan ilaçlar ayrıca önemli bir sakatlığa sebep olmasalar bile eğer zararlı iseler organların fonksiyonlarını bozarak bebeğin gelişimini olumsuz etkileyebilirler.
İlaçların gebelik üzerine olan zararlı etkilerini saptamak için hayvanlarda ve insanlarda deneysel çalışmalar yapılır. Bu çalışmalara dayanarak, gebeliğe etkileri açısından ilaçlar beş gruba ayrılmıştır.
A grubu ilaçlar : insanlarda herhangi bir risk olmadığı saptanmış ilaçlardır.
B grubu ilaçlar : hayvan deneylerinde risk görülmemiştir, ancak insanlarda çalışma yapılmamış ilaçlar veya hayvan çalışmalarında risk saptanmış ancak insanlarda herhangi bir risk izlenmemiş ilaçlardır.
C grubu ilaçlar : ilaçla ilgili olarak hayvan ve insan çalışması yapılmamış veya hayvanlarda risk saptanmış ancak insan çalışması yapılmamış ilaçlardır.
D grubu ilaçlar : insan çalışmalarında riskli olduğu gösterilmiş, çok özel durumlar dışında gebelikte kullanılamayacak ilaçlardır.
X grubu ilaçlar : Gebelikte kesinlikle kullanılamayacak ilaçlar bu gruba girer.
Gebelik boyunca eğer hekim tarafından herhangi bir nedenle bir ilaç kullanılması gerekiyorsa en fazla C kategorisine kadar olan ilaçlar tercih edilir.
Gebelikte en sık ilaç kullanımı gerektiren hastalıklar şunlardır.
Solunum sistemi hastalıkları
Sindirim sistemi hastalıkları
İdrar yolları iltahaplanmaları
Vajinal akıntıları
Diabet (şeker hastalığı)
Tansiyon Yükselmeleri
Elbette sıklıkla başvurulan ilaçlardan olan ağrı kesiciler, antibiyotikler, vitaminler gibi bazı ilaçlar hakkında her Doğum hekiminin temel bilgisi vardır. Ancak günümüzde piyasada yüzlerle ifade edilen sayıda değişik ilaçların bulunmasından dolayı hangi ilacın hangi kategoriye girdiğini akılda tutmanın pek imkanı yoktur.
Gebelikte ilaçların etkilerini derleyen özel bazı kitaplar ve internet gibi en güncel bilgileri sunan bir araç elimizde olduğundan gerekli oldukça hekimler bu araçlardan yararlanmakta ve hastalarını aydınlatmaktadırlar.
Gebe kadının ilaç kullanımı konusunda dikkat etmesi gereken en önemli konu reçetesiz eş,dost, komşu ve akraba tavsiyesi ile ilaç kullanmamasıdır.
Gebelikte kullanılan ilaçların yan etkileri sadece gözle görülür anormallikler olarak tanımlanmıştır. Oysa ilaç ve diğer zararlı etkenlerin doğum sonrasında da insanı yaşamı boyunca organik, fonksiyonel ve ruhsal olarak etkileyebileceği de akıldan çıkmamalıdır.
Herhangi bir nedenle ilaç kullanması gereken gebelerin mutlaka öncesinde kendilerini takip eden hekime danışmaları gerekmektedir.
Diğer önemli bir konu da sadece gebelerin değil, herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanmayan ve gebelik isteyen kadınların da adetlerinin ikinci yarısında gebe kalabileceklerini düşünerek bebeğe zarar verebilecek ilaçlardan kaçınmalarıdır.
Kaynak: Dr. Selman Laçin (selmanlacin.com)
devamını okuyunuz... >>

HAMİLELİK BELİRTİLERİ NELERDİR?


 



Listede yer alan gebelik belirtileri ile ilgili maddeler tum anne adaylarinin kendilerinde olan degisimleri yazmasi ile ortaya cikmistir. Asagida yer alan hamilelik belirtileri listemizdeki tum belirtiler her kiside yasanmamakla birlikte gebelik baslangicinda bu belirtilerden en az bir kac tanesi mutlaka olusacaktir.

Eger sizde hamile kalmaya karar verdiyseniz ve erken hamilelik belirtileri nelerdir diye merak ediyorsaniz listemiz sizin icin bir yol gosterici olabilir.


Hamilelik (Gebelik) Belirtileri Nasıl Olur?


Asagida yer alan hamilelik (gebelik) belirtileri listemiz en cok gorulen durumdan aza dogru siralanmistir.

1-Mide bulantısı

2-Baş dönmesi

3-Tansiyon düşmesi

4-Alt karında şişkinlik ve hassaslık

5-Kasıklarda batma yada sancı, kramp

6-Kirpiklerin karışması

7-Bel ağrısı

8-Akıntı artması

9-Göğüslerde hassasiyet

10-Göğüslerde şişme

11-Göğüs uçlarının acıması

12-Göğüs uçlarının renginin koyulaşması

13-Sık idrara çıkma

14-Uyku hali

15-Halsizlik

16-Ağızda kuruluk

17-Ağızda metal tadı hissetmek

18-Dudakların fosur fosur olması

19-Göz bebeklerinin büyümesi

20-İdrar kokusunda değişme

21-Kokulara aşırı hassasiyet

22-Gazlı olmak

23-Mide yanması

24-Avuç içlerinde sıcaklık hissi

25-Bel kalınlaşması

26-Adet gecikmesi

27-Akşamları aşırı üşüme hatta titreme

28-Mide kazinmasi-cok acikma
devamını okuyunuz... >>

GEBELİKTE BESLENME NASIL OLMALIDIR?

Hamile olduğunu yeni öğrenen kadınların pek çoğunda, en çok ilgi çeken konulardan birisi beslenme şeklinin nasıl olması gerektiğidir.
Çoğu kadın bebeğinin gelişimi için doğru ve dengeli beslenemediğini düşünür. Hatta ilk aylarında kilo alamayan gebeler endişelenebilirler.
Aslında tüm bu endişeler çoğu zaman gereksizdir. Çünkü bulantı ve kusmalar ile iştahsızlık problemleri ilk aylarda kilo almayı doğal olarak engelleyebilir.
Kimi zaman hastaların eline çeşitli diyetler verilmekte ve belli beslenme programlarına zorlanmaktadırlar. Bazı gebeliğin özel durumları haricinde bu tür yaklaşımların hiçbir bilimsel geçerliliği yoktur. Kadınları korkutarak sevmedikleri veya tolere edemedikleri gıda maddelerini tüketmeye zorlamak kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bu tür diyetler ancak konunun uzmanı diyetisyenler tarafından hastanın durumu göz önüne alınarak, doktorunun önerileri doğrultusunda ve kişiye özel olarak hazırlanabilir.
Ancak yine unutulmamalıdır ki bebeğin büyümesi, sağlıklı olması, ruhsal, fiziksel, zihinsel yönden iyi gelişmesi annenin sağlığı ve dengeli beslenmesiyle orantılıdır.
Annenin gebelik öncesi fiziksel gelişimini tamamlamış olması, besin depolarının yeterli olması ve yaşı, hem bebeğin hem de annenin sağlığını koruyacak en önemli etkenlerdir. Çünkü bebek, annenin besin yedeklerinden ve gebelik boyunca tükettiklerinden kendisi için gerekeni seçip alarak, büyür beslenir.
Annenin günlük yaşantısını sürdürecek yeterli enerji ve besin öğelerini alırken doğal yollardan fazladan alacağı protein, enerji, vitamin ve mineraller hem kendisi hem de doğacak bebeğin sağlıklı olmasının garantisidir.
Normal bir gebelik sürecinde annenin kendi gereksinimine ek olarak tükettiklerinin bebeğe aktarılması için annenin yaklaşık 10-12 kg alması yeterlidir. Bu artışı sağlayabilmek için gebelik öncesine göre bir gebe ek olarak günlük 20 gr. protein, 15-20 mg. demir, 500 mg. kalsiyum ve ortalama 300 kalorilik enerji alması gereklidir.
Gebelikte sıklıkla tüketilmesi gereken besin öğelerine göz atalım.

KALSİYUM
Kalsiyum, bebeğinizin gebeliğin 8. Haftasından itibaren oluşmaya başlayan kemik ve dişlerinin gelişimi için gerekli bir mineraldir.
Gebelikte, normalde gerek duyduğunuz miktarın iki katı kadar kalsiyum gereklidir. Çünkü gebelik boyunca diş ve kemiklerden sürekli bir kalsiyum eksilmesi olmaktadır.
Kalsiyum açısından zengin besinler peynir, süt, yoğurt ve yeşil yapraklı sebzelerdir.
Ancak süt ürünlerinin yağ açısından da zengin olduğundan dolayı yağı alınmış süt ve yoğurdu tercih etmeniz daha doğru olacaktır.
Brucella, tifo benzeri hastalıklardan korunabilmek için tükettiğiniz peynirin ve sütün hijyenik ve iyi pastörize olmasına da özen gösterin.
PROTEİNLER
Gebelikte artan protein gereksinimi karşılamak için kırmızı ve beyaz et, süt ve süt ürünleri, yumurta, balık, kuru baklagiller (fasulye, mercimek, barbunya..) gibi proteinden zengin besinler önerilir.
Proteinler, hayvansal ve bitkisel proteinler olarak ikiye ayrılır. Diyetlerde bitkisel ve hayvansal proteinler eşit oranlarda tüketilmelidir.
Hayvansal gıdalardaki yağ mümkün ölçüde alınarak, etin yağsız şekilde tüketilmesi önerilir. Ayrıca balıkta proteinden başka bulunan omega 3 ve omega 6 yağ asitleri de bebeğin zeka gelişimi üzerine olumlu etkili maddelerdir. Tüketilen balık taze ve iyi pişirilmiş olmalıdır.
DEMİR
Gebelikte "kan yapıcı" yani demirden zengin gıdaların tüketilmesi ve özellikle de 4-4.5 aylardan sonra folik asitli demir ilaçlarının kullanımı önemlidir. Çünkü özellikle bu aylardan sonra demir eksikliğine bağlı olarak kansızlık (anemi) ortaya çıkabilir.
Aşırı derecede kansızlığı olan kişilerde kan haplarına (demir hapları) gebeliğin erken dönemlerinde de başlanabilir.  Ancak bu durumda zaten ilk aylarda sık olarak görülen bulantı, kusma ve mide şikayetlerinde artış olabileceğinden tedaviye başlangıç süresi bir kaç hafta ertelenebilir. 
Gebelerde demir eksikliği halsizlik, bitkinlik, nefes darlığı, uykuya meyillilik ve çarpıntı gibi şikayetler oluşturabileceği gibi gebelikle ilgili olarak da erken doğum, bebeğin rahim içinde gelişememesi, ölü doğum ve düşükler gibi komplikasyonlara zemin hazılar.  Ayrıca ileri derecede kansız bir gebe doğum sonrası lohusalık döneminde de sıkıntı çeker.
Demir eksikliğini en aza indirebilmek için kan yapıcı; pekmez, kuru üzüm, kırmızı et, yumurta ve kuru baklagillerden zengin gıdaların tüketilmesine önem verilmelidir. Ayrıca C vitamininden zengin meyve ve sebzeler de barsaklardan demir emilimini arttıracaklardır.
Genelde 4.aylardan sonra başlanılan demir hapları kesinlikle sütle birlikte içilmemelidir. Çünkü süt, demirin emilimini azaltarak etkisizleştirmektedir.
Verilen demir hapının dozu hekim tarafından kişiye özel olarak ayrlanmaktadır. Kişinin kanının ileri derecede düşüklüğü kan ilacının dozunun arttırılmasına neden olabilir. Veya örneğin ikiz gebeliklerde vucüdun demir gereksinimi artacağından dolayı doz yükseltilmesine gidilebilir.
Bazı kişiler demir haplarını mide şikayetlerinden dolayı gebelikleri boyunca kullanamayabilirler. Bu kişilerde, içilebilir (sıvı) demir solüsyonları kullanılabilir. Bazan de demir damar içi veya kas içi uygulamalarla hastalara yüklenebilir. Çok ileri durumlarda ise kan veya eritrosit (kırmızı kan hücresi) transfüzyonu (nakli) yapılması zorunlu hale gelebilir.
Bir kişide yoğun bir şekilde yapılan demir tedavilerine rağmen halen kandaki hematokrit ve hemoglobin değerleri düşük kalıyorsa demir eksikliği anemisi dışındaki anemiler veya barsak emilim bozuklukları (malabsorbsiyon sendromları) aranmalıdır.
Anemi (kansızlık) ile ilgili detaylı bilgi için tıklayınız >>>

C VİTAMİNİ
C vitamini demirin bağırsaklardan emiliminde, vucudun hastalık etkeni mikroorganizmalara karşı immun (bağışıklık) direncinin arttırılmasında ve metabolizmamızdaki pek çok biyokimyasal süreç için gerekli bir vitamindir.
Gebelikte C vitamini gereksinimi metabolizmanın hızlanmasına bağlı olarak artmıştır; ancak düzenli bir şekilde beslenen gebelerde hap şeklinde vitamin alınması önerilmemektedir.
C vitamini portakal, limon, kırmızı ve yeşil biber, domates, çilek, greyfurt, karnıbahar, lahana, brüksel lahanası gibi pek çok taze meyve ve sebzelerde bulunur. Vücutta depolanmadığı için her gün belli bir miktar alınmalıdır.
Uzun süre saklanan ve pişirilen besinlerde C vitamininin çoğu kaybolur. Besinleri tazeyken tüketmeli, iyi yıkanmış sebzeleri çiğ ya da az haşlayarak yemelisiniz. Ayrıca gebelere uzun süre beklemiş, doğal içerikli olmayan, konserve ve benzeri gıdalar da önerilmez.
FOLİK ASİT
Bebeğin merkezi sinir sisteminin gelişmesi için özellikle gebeliğin ilk haftalardan itibaren "B9 vitamini"  yani folik asit alınması çok önemlidir. Vücutta depolanmadığı ve gebelik süresince normalden fazlasına gerek duyulduğu için her gün alınmalıdır.
Taze yeşil sebzeler folik asit kaynağıdır, ancak uzun süreli pişirmeler ve uzun süre bekleyen gıdalardaki miktarını azaltır. En çok ıspanak, yer fıstığı, fındık, karnıbahar, kepekli ekmekte mevcuttur.
Doğal gıdalar gebenin folik asit açığını tam olarak kapatamayacağından ötürü gebeliğin ilk haftalarından itibaren hap olarak dışarıdan alınması uygun olacaktır.
Gebelerde folik asit eksikliğine bağlı bebeklerde “nöral tüp defektleri” adı altında toplanan bir takım anormalliklerin (hidrosefali, spina bifida, anensefali) ortaya çıkabileceği gösterilmiştir. Ayrıca bu gebelerde preeklampsinin (gebelik zehirlenmesi) daha sık geliştiği gözlenmiştir.
Daha önceden folik asit eksikliği saptanmış veya nöral tüp defekt anomalili bebek doğurmuş kadınlar, gebe kalmayı düşündükleri tarihin en az 3 ay öncesinden itibaren folik asit alımına başlamalıdırlar.
LİFLİ GIDALAR (Posalı gıdalar)
Günlük beslenmenizin büyük bir bölümünü oluşturması gereken lifli (posalı) yiyecekler, gebelikte sık görülen kabızlığın ve bağırsak tembelliğinin önlenmesinde çok yararlıdır.
Genellikle tüm sebze ve meyveler lif açısından zengindir. Her gün bolca yiyebilirsiniz. Kepekli besinler de lif içerir, ancak diğer bazı besinlerin bağırsaklardan emilimini azalttığından aşırı tüketilmemelidir.
Lifli gıdalar en sık olarak kepekli ekmek, yulaf ezmesi, barbunya, kepekli makarnalar, kayısı, kuru üzüm, bezelye, pırasa, esmer pirinç, ahududu, kuruyemişte bol miktarda vardır.
GEBELİKTE SIVI ALIMI
Gebelik süresince bol miktarda su ve sıvı alımı sizin ve gebeliğiniz açısından son derecede yararlıdır.
Özellikle bol su tüketimi idrar yolu enfeksiyonu, oligohidramnios (bebeğin amnion sıvısının normalden az oluşu), erken doğum eylemi, solunum yolu enfeksiyonları, kabızlık, ishal gibi pek çok durumda koruyucu veya tedavi edici olabilir.
Gebelikte çay, kahve, kolalı içecekler ve kakao önerilmez. Çay içerdiği ‘tein’ maddesiyle demir eksikliğine yol açarken, diğer maddeler ‘kafein’ içerdiğinden ötürü bebek üzerine olumsuz etkide olabileceğinden dolayı önerilmemektedir. Maden suyu (soda) içilmesinin ise hiçbir olumsuz etkisi yoktur.
Tamamen doğal ve hiçbir katkı maddesi içermeyen nane, limon, adaçayı, ıhlamur, kuşburnu, papatya gibi bitki çayları da gebelikte içilebilir. Ancak, “sinemaki çayı” nın içimi konusunda bazı endişeler vardır. O yüzden bu bitkisel çayın gebelik sırasında tüketilmesi önerilmemektedir.
Alkol, gebelikte kullanıldığında bebekte ‘fetal alkol sendromu’ olarak tanımlanıp, zeka geriliği ve bir takım yapısal anormalliklerle kendini gösteren problemlere yol açtığından ötürü kesinlikle zararlıdır.
Gebelikte gereksiz kalori tüketimini de kısıtlamak gereklidir. Unutulmamalıdır ki, önemli olan annenin karnının yağ bağlaması değil içerideki bebeğin sağlıklı ve uygun gelişimidir. Bu yüzden kek, bisküvi, reçel ve meşrubat gibi temel besin öğelerinden yoksun şekerli yiyecek-içeceklerden mümkün olduğunca kaçınmak gereklidir. Ayrıca yağlı kızartmalar yerine haşlama türü gıdalar tercih edilmelidir.
Aşırı tuz tüketiminden de kaçınmak uygundur. Özellikle son aylarda aşırı tuzlu yeme ile vucütta ödem artabilir, tansiyon yükselebilir ve kendinizi daha rahatsız hissedebilirsiniz.
Hangi besin kaynakları ne işe yarar?
Et, yumurta, kurubaklagiller: Beyin, kas, kemik ve dişlerin gelişimi ve kan yapımında görevlidir. Protein ve demir gereksinimini karşılarlar.
Süt ve süt ürünleri: Kemik, diş gelişimi ve büyüme ile görevlidirler. Protein ve kalsiyum kaynağıdırlar.
Sebze ve meyveler: Büyüme ve gelişme için vitamin ve mineralleri sağlarlar.
Tahıllar: Kalori ve B grubu vitaminleri içerdiklerinden büyüme ve gelişmeye için önemlidirler.
Yağ ve şekerler : Sadece enerji içerirler ve enerji açığını kapatırlar.
Yeterli ve dengeli beslenmede dikkatli bir şekilde tüketmek zorunda olduğumuz bu besin gruplarını gebelikte de aynı özenle tüketmeliyiz ki sağlıklı yaşayabilmek için doğru beslenme alışkanlıklarını kazanabilelim.
“Gebelik diyet yapmak için uygun bir zaman değildir”
Yaş, boy ve hareket durumumuza göre uygun ağırlıkta gebeliğe başlanmalıdır. Çok kilolu bir gebeyi zayıflatmak gebelik sürecinde doğru değildir, kilosunu korumaya çalışmak ve özellikle dördüncü aydan sonra kalori kısıtlamasına gitmemek gerekir.
Beslenmede yüksek kalorili yiyeceklerin fazlaca almasına engel olmak, ancak gebelik için gerekli temel besin ögelerini alarak gereksinmeleri karşılamak esastır.
Ergenlik çağında olan veya yaşantısı gereği çok hareketli gebelerde ise mutlaka olması gereken, kilonun korunması ve ek olarak gebelik için artan gereksinimin karşılanmasıdır.
Gebelikte ağırlığın takibi çok önemlidir. İlk üç ayda 0,5-1 kg, sonraki aylarda ise ortalama 1.5-2.0 kg, ağırlık kazanması uygundur.
Çok zayıf gebelerde, yetersiz ve dengesiz beslenenlerde düşük ağırlıklı doğum, erken doğum, ölü doğum, zihinsel ve bedensel özürlü doğumlar görülebilir. Annede anemi (kansızlık), kemik ve diş kayıpları, preeklampsi, vücutta su tutulması (ödem), iş gücü kaybı, halsizlik görülme oranı yüksektir.
Çok kilolu gebelerde ise hipertansiyon, şeker hastalığı, doğum güçlükleri gibi problemler görülebilir. Bu nedenle anne adaylarının gebelik öncesi kontrolleri yapılması, gebe kaldıktan sonra her ay beslenme ve kilo izlenmesinin yapılması gerekmektedir.

BESLENME İÇİN İPUÇLARI
 Öğünleriniz sık ve az az porsiyonlar halinde olmalıdır. Ne uzun süre aç kalın, ne de yediğinizde tıka basa midenizi doldurun.
 Aldığınız gıdaların taze olmasına dikkat edin. Konserve, beklemiş gıdalar ve içinde katkı maddeleri bulunarak saklanan gıdalar yerine taze ve doğal maddeleri tüketmeye özen gösterin.
 Yediğiniz gıdalarda “çeşitliliğe” önem verin. Bu şekilde pek çok vitamin ve minerali almanız mümkün olacaktır.
 Aşırı yağlı, tatlı, baharatlı ve kalorili gıdalar yerine protein ve karbonhidrattan zengin, yağ oranı düşük besin öğelerine yönelin.
Unutmayın ki önemli olan sizin kilo almanız değil bebeğin içeride yeterli şekilde beslenebilmesidir.
 Preeklampsi durumu veya riski varsa protein alımınızı arttırmanız gerekebilir veya gebeliğe bağlı şeker hastalığı (gestasyonel diabet) söz konusu ise diyetisyeninizin önereceği şekilde kalori kısıtlamasına gitmeniz gerekebilir.
 Gebelikte dışarıdan hap olarak alınması gereken iki madde folik asit ve demirdir. Dengeli beslenebilen bir gebede bunlar harici vitamin veya mineral alımı gereksizdir.
Piyasada pek çok “multivitamin” adı verilen ve içinde pek çok vitamin ve mineralleri barındıran ilaçlar vardır. Bunlar çoğu hekim tarafından reçete de edilmektedir.
Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar; gebelikte dışarıdan hap olarak alınan A, C, E vitaminleri ile magnezyum, kalsiyum, çinko, selenyum, bakır, flor gibi eser elementlerin, düzenli beslenenlerde gebelik üzerine her hangi bir olumlu etkilerinin olmadığını göstermiştir.
Eğer gebeliğe bağlı bacak kramplarınız oluyorsa “Magnezyum”, preeklampsi riskiniz varsa “kalsiyum”u ilave olarak doktorunuz size reçete edebilir.
Sentetik multivitamin hapları, dengeli beslenemeyen gebelerde destekleyici olarak verilebilse de doğal gıdaların hiçbir zaman yerini tutmayacaktır.
 Gebeliğin ilk aylarında yapılan “Toxoplasma testleri” sonucunda vücudunuz bu parazitle önceden hiç karşılaşmamışsa bazı önlemleri almanız şarttır. Özellikle kedi ve köpek dışkılarıyla bulaşan bu rahatsızlık gebelik döneminde ortaya çıkarsa bebekte ölümcül veya sakatlıklara yol açan problemlere neden olabilir.
Toxoplasma özellikle iyi yıkanmamış sebze ve meyveler ile iyi pişmemiş çiğ etlerden geçer.
Toxoplasma ülkemizde özellikle çiğ etlerin yoğun olarak tüketildiği doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerinde sık olarak görülmektedir.
Toxoplasma’dan korunmak için;
Ellerinizi öğün önceleri düzgün şekilde yıkayınız
Sebze ve meyveleri de tüketmeden önce uzun süreli yıkayınız.
Evinizde kedi veya köpek besliyorsanız aşılarını ihmal etmeyin, onlara da çiğ et vermeyin ve yakın temastan kaçının.
Çiğ veya iyi pişmemiş et ve et ürünlerinden (sucuk, salam, sosis, çiğ köfte gibi) kaçının.
 Beslenmede suyu asla ihmal etmeyin. Günde en az 8-10 bardak su için.  Yaz aylarında bu miktar 15 bardağa kadar çıkılabilir.
Özellikle ileri aylarda kabızlık şikayeti varsa bol su içerek, kabuğu ile yenen meyveleri tüketerek, her öğünde sebze ile salataya yer vererek ve yürüyüş yaparak bu sorunun önüne geçebilirsiniz.
 Günde 1-2 bardak süt içmeniz gebelikte ortaya çıkan kalsiyum kayıplarını yerine koymak içindir.
Süt içemiyorsanız yoğurt veya ayran tüketiniz. Peynir veya çökelek de tüketebilirsiniz. Süt ve süt ürünlerinin pastörize olmasına dikkat edin.
 Yemeklerde iyotlu tuz kullanınız. Yüksek tansiyon (hipertansiyon) varsa yemekleri az tuzlu pişirin. Özellikle son aylarda olan ödemlerin azaltılması amacıyla bu dönemlerde tuzu azaltın.
 Genelde sabahları yataktan kalkınca başlayan bulantılarda bir dilim peynir, bir iki grissini rahatlık sağlayabilir.
Özellikle gebeliğin ilk üç ayında olan bu bulantı ve kusmalardan kendinizi korumak için bu dönemde katı, kuru ve yağsız gıdaları tercih edin. Mutfak kokularından ve ağır parfümlerden uzak durun.
Bu dönemde tuzlu kraker, patates haşlaması, leblebi ve bisküvi türü gıdaları alarak şikayetinizle baş edebilirsiniz. Az ve de sık yemeyi unutmayın.
 Son yıllarda yapılan bir çalışmaya göre gebelik sırasında Mc Donald's veya benzeri fastfoodlarda aşırı ısıda kızartılarak yapılan patates kızartmaları ile marketlerde benzer şekilde üretilerek pazarlanan cipsler anne karnındaki bebekler için "teratojendir" yani zehirli bir takım maddeler içermektedir. Bu nedenle bu tür maddeleri gebelik sırasında tüketmekten kaçınmak gerekir. Evlerde yapılan patates kızarmaları düşük ısıda kızartıldığı için böyle bir olumsuz etkiye sahip değildir.
 Önceden belirtildiği gibi gebelik diyet yapmak için uygun bir zaman değildir. Hamilelikte belli miktarda kilo alımı şarttır.
Zayıf bir bünyeye sahipseniz daha fazla, kilolu bir bünyeniz varsa daha az kilo almanız uygun olacaktır. Kilo durumunuzu “Vücut kitle indeksi” ile değerlendirebilirsiniz.

Gebelik Döneminde Tüketilmesi Gereken Besinler ve Ölçüleri
Doğru beslenme,  gebelik durumunun özellikleri nedeniyle gereksinmelerin çeşitli yiyecek gruplarından sağlanmasını zorunlu kılar.
Besin öğeleri vücudumuzda çeşitli görevler yaparlar. Aynı görevleri yapan yiyeceklerden besin grupları oluşturulmuştur. Grup seçeneklerinden birini tüketmiyorsanız bir diğerini yiyerek de doğru beslenebilirsiniz.
devamını okuyunuz... >>