ECE AYHAN VE ŞİİRİ ÜZERİNE
ÇANAKKALELİ BİR ŞAİR: ECE AYHAN ve ŞİİRİ
GİRİŞ
Cumhuriyet dönemiyle birlikte, kültür ve sanat hayatımıza büyük bir canlılık gelmiştir.
Bunun yansımaları edebiyatımızda da görülmüş, hemen her türde çok kısa aralıklara yayılan
yenileşme arayışları baş göstermiştir. Beş Hececiler, Yedi Meşaleciler, Toplumcu
Gerçekçiler, Garipçiler, Hisarcılar gibi topluluk ve hareketler, bu arayışların sonucunda ortaya
çıkmışlardır.
İkinci Yeni de, bu dönemde ortaya çıkmış ve kendisine yer açabilmiş bir şiir
hareketidir. Daha önceki şiir anlayışlarına uygun kitaplar da yayımlamış olan İlhan Berk,
Oktay Rifat, Turgut Uyar, Edip Cansever gibi şairleri yanına çektiği gibi; adları ilk kez
duyulan Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Ece Ayhan gibi yeni isimleri de şiirimize
kazandırmıştır.
Ece Ayhan, edebiyatımızda İkinci Yeni olarak adlandırılan şiir hareketinin önde gelen
temsilcilerindendir. Gerek şiirleriyle gerekse deneme, anı, günlük türündeki yazılarıyla yeni
bir şiir anlayışının doğmasında ve giderek bir akıma dönüşmesinde öncü bir rol oynamıştır.
Bu çalışmanın amacı, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin gelişmesinde önemli açılımlar
sağlayan İkinci Yeni şiirinin öncü şairlerinden Ece Ayhan’ın henüz kaynaklara geçmemiş
biyografisini aydınlatmak, şiirinin özelliklerini irdeleyerek Türk şiirindeki yerini ortaya
koymaktır. Bu amaca yönelik olarak çalışmada “Ece Ayhan’ın hayat hikâyesi nedir?”, “Ece
Ayhan’ın şiiri içerik bakımından ele alınan temalar yönüyle nasıldır?” ve “Ece Ayhan’ın şiiri
biçim bakımından (dizelerin kümelenişi, dil ve üslûp, imge) nasıldır?” sorularına yanıt
aranmıştır.
Tarama modelinde ele alınan çalışmada; literatür taraması, canlı kaynaklardan veri
toplanması ve metin çözümlemesi yoluna gidilmiştir.
∗
Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Fakültesi 2
Ece Ayhan’ın Yaşam Öyküsü
Ece Ayhan, 10 Eylül 1931’de babasının mal müdürlüğü göreviyle bulunduğu
Datça’da, ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Behzat Çağlar, Geliboluludur.
Annesi Ayşe Hanım’ın baba tarafı Gelibolu’nun Kavak köyünden göçerek Eceabat’ın Yalova
köyüne yerleşmiştir. Behzat Bey’in babası ağır ceza mahkemesi başkâtipliği, dedesi de
Gelibolu müftülüğü görevlerinde bulunmuşlardır. Ayşe Hanım’ın babası Hafız İbrahim Deniz,
yarı çiftçilik, yarı tüccarlık yapmıştır. Eceabat’a bağlı Sivli Köyü halkının imam istemesi
üzerine, atandığı bu köyde imamlık yapmıştır.
1932’de Küre’ye mal müdürü olarak atanan Behzat Bey, 1933’e kadar sürdürdüğü bu
görevinden istifa edip Çanakkale’ye yerleşmiş ve bir avukatın yanında arzuhalcilik yaparak
ailesini geçindirmeye çalışmıştır.
Ece Ayhan, ilkokula 1938’de Eceabat’ta başlar, ikinci sınıfı Çanakkale’nin İstiklâl
İlkokulu’nda okur. Ailesinin 1940 Kasım’ında Çanakkale’den ayrılarak İstanbul’a
yerleşmesi üzerine, üçüncü sınıfa Karagümrük / Atikkale’de bulunan “19. İlkokul”da [daha
sonraki adı Hırka-i Şerif İlkokulu] devam eder ve ilk öğrenimini bu okulda tamamlar.
Orta okulu, Vefa Lisesi’nin karşısında bulunan Zeyrek Ortaokulu’nda; lise öğrenimini
de Taksim Lisesi’nde [daha sonraki adlarıyla Beyoğlu Lisesi, İstanbul Atatürk Erkek Lisesi]
tamamlar. Yüksek öğrenimine 1953’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde
başlar ve 1959’da mezun olur. Aynı yıl, İstanbul maiyet memurluğunda başladığı stajını ve
kaymakamlık kursunu tamamlar. 1962’de Deniz Hafize Hanım’la evlenir ve kaymakam
olarak atandığı Gürün’de (Sivas) görevine başlar. 1963’te Alaca (Çorum) kaymakamlığına ve
belediye başkanlığına atanan Ece Ayhan’ın aynı yıl tek çocuğu olan Ege dünyaya gelir.
1964’te Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay öğrenci olarak başladığı askerlik hizmetini
tamamlar ve 1965’te Çardak (Denizli) kaymakamlığına atanır.
Disipline bir yaşam tarzı ve memurluk hayatı, edebiyat çevrelerinde bugün de “hırçın
şair”, “huysuz şair” olarak anılan Ece Ayhan’ın yaradılış özelliğiyle bağdaşmayacak
olgulardır. Ece Ayhan, 1966’da devlet memurluğu görevinden ayrılarak “soluk alıp verdiğini
gerçekten duyduğum tek kent” dediği İstanbul’a yerleşir.
Kısa aralıklarla birçok işe giren Ece Ayhan’ın İstanbul’da yaptığı başlıca işler
arasında; Meydan Larousse ansiklopedisinde yazarlık, Sinematek’te ve Yeni Sinema 3
Dergisi’nde müdürlük, Genç Sinema Grubu’nda yöneticilik, Ağaoğlu Yayınevi’nde çok kısa
bir süre redaktörlük sayılabilir.
Kansere yakalanan eşi Deniz Hafize Hanım’ı 1968’de kaybeden Ece Ayhan,
çocuğunun yaşının küçük olması ve ekonomik durumunun hiçbir zaman düzelmemesi gibi
nedenlerle oğlunun bakımını eşinin ebeveynine bırakır.
Ece Ayhan, 1974’ten ölümüne kadar, beynindeki tümörün yol açtığı birtakım
hastalıkların sıkıntılarıyla yaşamıştır. Sağ kulağının ileri derecede işitme engeline ve sağ
gözünde de hasara sebebiyet veren tümör, dünyaca ünlü beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi
Yaşargil’in ameliyatlarıyla ölümcül olmaktan çıkarılmıştır. Ancak, tümörün diğer organlarda
meydana getirdiği hasarlar, sanatçıya yaşamı boyunca sıkıntı vermiştir.
Büyük bir ekonomik sıkıntı içinde yaşayan Ece Ayhan, Çanakkale Belediye
Başkanlığının yardımlarını görmüştür. Çanakkale Belediyesi’nin geçici işçi kadrosuna alınan
Ece Ayhan, böylece sosyal güvenliğe kavuşmuş ve SSK hastanesinden ücretsiz olarak
yararlanabilmiştir. Ancak, sağlığı günden güne bozulan ve bacakları felç olan Ayhan, yakın
dostu şair Metin Üstündağ’ın yardımıyla Ağustos 1999’da Çapa Tıp Fakültesi’ne
yatırılmıştır. Buradaki tedavi masrafları SSK tarafından karşılanan Ayhan, sigorta kapsamı
dışında kalan kurumlarda da tedavi görmek zorunda kaldığından, arkadaşlarının ve
eserlerinin yayın hakkını alan Yapı Kredi Yayıncılık’ın bu dönemde yakın ilgilerini ve
yardımlarını görmüştür.
İstanbul’da önce Maltepe Huzurevi’ne yerleştirilen Ece Ayhan, daha sonra dönemin
başbakanı Bülent Ecevit’in isteğiyle bakım şartları ve fizikî kapasitesi daha iyi olan Özel
Acıbadem Huzurevi’ne yerleştirilmiştir. Bu süre içinde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Haseki
Hastanesi, Haydarpaşa Hastanesi, Şişli Osman Ağa Kliniği (2 defa), Central Hospital ve en
son da Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yatılı tedavi görmüştür.
Bütün bu tedavilerin sonucunda felçten kurtulup ayağa kalkabilen sanatçı, Nisan
2001’de tekrar Çanakkale’ye yerleşir ve geçimini, telif hakkını Yapı Kredi Yayınları’na
verdiği eserlerinin gelirinden sağlar. Yaradılışı gereği düzenli ve yerleşik bir yaşam tarzını
bir türlü sevemeyen Ece Ayhan, âdeta tüm sevenlerini ve dostlarını terk ederek tedavi
görmekte olduğu Çanakkale’den Temmuz 2002’de ayrılır ve İzmir Büyükşehir Belediyesi
Gürçeşme Huzurevi'ne yerleşir. 13 Temmuz 2002’de kalmakta olduğu huzurevinde hayata
veda eder. 16 Temmuz 2002’de, Çanakkale’nin Eceabat ilçesi Yalova köyüne defnedilmiştir. 4
Eserleri
Şiir Kitapları
1. Kınar Hanımın Denizleri, Ankara: Açık Oturum Yayınları, 1959.
2. Bakışsız Bir Kedi Kara, İstanbul: De Yayınevi, 1965.
3. Ortodoksluklar, İstanbul: De Yayınevi, 1968.
4. Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler, İstanbul: E
Yayınları, 1973.
5. Yort Savul, İstanbul: Ağaoğlu Yayınları, 1977 (İlk dört kitabını içeren şiir kitabı).
6. Zambaklı Padişah, Ankara: Tan Yayınları, 1981.
7. Çok Eski Adıyladır, İstanbul: Adam Yayınları, 1982.
8. Çanakkaleli Melâhat’a İki El Mektup ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi, İstanbul: Korsan
Yayınları, 1991.
9. Son Şiirler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993.
10. Bütün Yort Savul’lar!, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1994.
11. Bütün Yort Savul’lar!, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1999, Gen. 2. Baskı.
Anı, Günlük, Deneme, Söyleşi Kitapları
1. Defterler, Ankara: Tan Yayınları, 1981.
Günlüklerinin bir bölümünü 1981’de ilk kez bu eseriyle yayımlamıştır.
2. Yeni Defterler, Ankara: Tan Yayınları, 1984.
Daha önce yayımladığı Defterler’e yeni eklemeler yaparak genişlettiği günlüğüdür.
3. Yalnız Kardeşçe, İstanbul: Evrim Sanat Galerisi, 1985.
Kültür, sanat ve edebiyat konulardaki yazılarını ve söyleşilerini topladığı kitabıdır.
4. Kolsuz Bir Hattat, İstanbul: Beyaz Yayınları, 1987.
Sosyal ve kültürel konulardaki yazılarını ve söyleşilerini topladığı eseridir.
5. Şiirin Bir Altın Çağı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993.
Ayhan’ın, daha önce Yalnız Kardeşçe ve Kolsuz Bir Hattat isimli kitaplarında daha
küçük hacimde topladığı gerek kültürel ve siyasal, gerekse yazınsal konularda varolanı
sorgulayan yazıları ve söyleşileri, bu sefer daha geniş bir hacimde toplanmıştır.
6. Başıbozuk Günceler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993.
Günlüklerinin bir bölümünü daha önce Defterler ve Yeni Defterler adıyla yayımlayan
Ayhan, bu dönemleri de gözden geçirerek “yeni günlükleri”yle birleştirmiştir. Günlük,
sanatçının 1974 Ekim’inde Zürih’te hastaneye yatırılmasıyla başlamakta ve 1990 Ağustos’una
kadar gelmektedir. 5
7. Sivil Şiirler, İstanbul: Cem Yayınları, 1993.
Söyleşi ve deneme türündeki yazılarıyla şiirlerinden oluşan kitabıdır.
8. Aynalı Denemeler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1995.
Ayhan’ın, tarih de dahil olmak üzere toplum ve devlet hayatında ters durduğunu
düşündüğü konuları, bir ayna tutarak “düzünden okuma”ya çalıştığı denemeleridir.
9. Dipyazılar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1996.
Turgut Uyar, Rabia Bayraktar, Nigâr Bint-i Osman, Türk şiiri, İkinci Yeni, sinema vb.
konularda kaleme aldığı denemeleri ve söyleşileri içermektedir.
10. Morötesi Requiem, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1997.
Kendi deyimiyle, bir “kırık dökük anlatı taslağı”dır. “Ağzı bozuk bir minyatür” olarak
nitelendirdiği bu eser, güncelerini ve denemelerini çağrıştırmakta, poetikası hakkında ipuçları
vermektedir.
11. Sivil Denemeler Kara, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1998.
“İkinci Yeni” yerine, “sivil şiir” ya da “kara şiir” isimlerinin daha uygun olacağını her
fırsatta dile getiren Ayhan, hayatın her alanına değindiği denemelerinin niteliklerini bu
sıfatlarla belirtmeyi tercih etmiştir.
12. Hay Hak! Söyleşiler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002.
Ayhan’ın, “sanat dünyamızın marja yakın duran” sanatçılarıyla (ressam, müzisyen,
karikatürist, sinemacı) yaptığı ve dergilerde yayımladığı söyleşilerin tek başına toplandığı bir
kitaptır.
Şiirindeki Temalar
Ece Ayhan’ın şiirini tema bakımından tasnif etmek oldukça güçtür. Çoğu bir metnin
parçaları olarak yazılan bu şiirler, ancak kitapların bütünlüğü içinde bir anlam
kazanmaktadırlar. O, kent insanının girişik iç dünyasını böyle bir şiir kurgusu içinde vermeye
çalışmıştır. Şiirlerinde tek başına anlamlandırılamayan motifler, kitap bütünlüğü içinde bir
araya getirildiğinde, gizlenmiş bir metnin varlığı ortaya çıkmaktadır. O, okurun önüne net
fotoğraflar koymaktan hoşlanmayan bir sanatçıdır. Okurun bu gizli metnin varlığını sezmesini
ve bulanık görüntülere ulaşmasını yeterli görmektedir.
Ece Ayhan’ın şiirleri, kitaplarından yola çıkılarak çözümlendiğinde; tarih, toplumsal
değişme, çocuk-eğitim, karamsarlık-mutsuzluk, yalnızlık-korku, hayat kadınları-cinsellik ve
ironi temaları üzerinde yoğunlaşmaktadır. 6
Tarih
Ece Ayhan’ın şiirinde en geniş yer tutan tema, tarihtir. İnsan ilişkilerinin ancak tarih
araştırmalarıyla açıklanabileceğini düşünen sanatçı, “gerçek” bir şairin yarısının tarihçi olması
gerektiği düşüncesinden hareketle, şiirinin odak noktasına tarihi yerleştirmiştir. Ancak, onun
şiirinde işlenen tarih sahneleri, millet hayatında derin izler bırakan olaylardan değil de; ders
kitaplarına girecek kadar sonuçlar doğurmamış anekdotlardan seçilmektedir. Sanatçı bu
tutumunun nedenini, “tarihte önemli-önemsiz diye bir şey olamayacağı” gerekçesine
dayandırmaktadır. Biz ise, “ikincil” durumdaki olayların tercih edilme nedenini, estetik
ilkeleri arasında kapalı söyleyiş özelliği bulunan bir şiir anlayışının anlamı zorlaştırma
çabalarına bağlamaktayız. Çünkü, sözdizimi düzenlemeleriyle ve alışılmamış
bağdaştırmalarla iyice zorlaştırılan anlam tabakası, bir de çok özel bir tarih bilgisi isteyen
temayla daha da örtülebilmektedir.
Şiir kitapları içinde okurla en fazla kucaklaşan Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden
Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler kitabında Ayhan, okuyucularını “tersinden” yazıldığını
düşündüğü tarihi yeniden yazmaya davet etmektedir:
“Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
En geniş zamanlı bir şiir yazacağız” (1999: 121)
Devlet-toplum hayatına göndermelerin yapıldığı, devlet-birey ilişkilerinin, insanlarla
toplumsal düzen arasındaki çatışmaların öne çıkarıldığı bu şiirlerde, tarihin politik bir şiir
anlayışıyla ele alınmaktadır. Aslında “kitleler” adına yazılan bu şiirler, sözdizimi
deformasyonu ve çok az kişi tarafından çözülebilecek sözcüklerden oluşan söz varlığı gibi
yapısal özellikleriyle, yığınlara ulaşmayı hedefleyen toplumcu gerçekçilerden ayrılmakta ve
elit bir okur kesimine seslenmektedir. Sanatçı, uzak çağrışımlı kelimelerle ördüğü masalsı bir
atmosferde çok uzak bir tarihi ya da Tanzimat sonrası yakın bir tarihi şiirleştirirken, hep
gerçek hayat sahnelerinden yola çıktığını vurgulamaktadır:
Şiirlerimdeki o adlar, yerler, olgular tarihteki ve yaşanan hayattaki
yerlerinde yaşamışlar yaşıyorlar. Hem de derin izler bırakarak; oturarak
tahtırevanları içinde; tahtlar, hezaranlar, sandalyeler, iskemleler, tabureler,
sıralar üstünde... (1996: 64).
Batur (2000: 77-90)’un Ortodoksluklar üzerinde yaptığı metin çözümlemesi, bu
şiirlerin bugün elde dolaşmayan üç kitaptaki (Bizans Tarihi, Metin And; Hayatım, Prototip 7
Avvakum; Hoş Sadâ, İbnülemin Mahmut Kemal) metinlere dayandırıldığını ortaya
koymaktadır. Profesyonel eleştirmenler dışındaki okurların bu metinlerarası ilişkileri
çözebilmesi neredeyse imkânsızdır.
Toplumsal Değişme
Onun şiirinin en belirgin temalarından biri de, toplumsal değişim arzusudur. Sanatçı,
her fırsatta başlattıkları yeni şiir hareketinin “İkinci Yeni” yerine “sivil şiir” olarak
adlandırılmasının daha uygun olacağını belirtmektedir. Bu isimlendirme, onun sivil toplum
isteğinin de bir yansımasıdır. Sanatçı, toplum ve devlet hayatında yaşanan birtakım
aksamaların ya da eksikliklerin Meşrutiyet’lerden bugüne aktarıldığını savunmaktadır. Bu
olumsuzluklardan kurtulabilmenin yolunun ise, toplumsal bir değişimden geçtiğine
inanmaktadır. Ancak, o, değişimin nasıl gerçekleştirileceğinin yolunu göstermez. Onun
şiirlerinde ya da yazılarında, politik bir doktrine rastlanmamaktadır. O, olumlu ya da olumsuz
her türlü yasağa, sınırlamalara karşıdır.
İkinci Yeni, sanayileşmenin bir ürünü olan kent insanının şiiridir. “Ben kentlerden
yanayımdır o başka; düşünce ancak kentlerde oluşuyor” (1996: 14) diyen Ece Ayhan,
şiirinin de beslenme kaynağını oluşturan kenti, toplumsal değişimin merkezine koymaktadır:
“Şiirimiz kentten içeridir abiler
Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir
Bir kent ölümün denizine kayar dragomanlarıyla
∗
Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?” (1999: 127)
Çocuk-Eğitim
Onun temaları içinde çocuk ve eğitim özel bir yer tutmaktadır. Daha önceki
kitaplarında göndermelerini masalsı bir atmosfer içinde yakın ya da uzak geçmişe yapan şair,
1973’te yayımladığı Devlet ve Tabiat ya da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler
kitabında, göndermelerini doğrudan o günün Türkiye’sine yapmıştır. Karne zamanı çok sık
karşılaştığımız evden kaçan ya da intihar eden çocuk haberleri, gazete sütunlarından çıkarak
∗
Tercüman. Osmanlı Devleti’nin yabancı şirketlerle yaptığı ticaret antlaşmalarına aracılık edenler (mec.
İşbirlikçiler). 8
onun şiirinin içeriğini oluşturmuşlardır. Bu şiirlerde, çocuklara yapılan kötü muamele ve
ezberci eğitim sistemi sosyal bir yara olarak işlenmektedir. Eğitim sistemi bir bütün olarak ele
alınmış ve eleştiriler, program ve öğretmen bütünlüğü içinde yapılmıştır.
O, değer yargılarına ve görüşlerine toptan karşı olduğunu belirttiği toplumun
kalkınmasını çocukların eğitiminde görmektedir. Devlet ve Tabiat kitabının birinci bölümü,
“Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler” başlığını taşımakta ve on üç şiirden oluşmaktadır.
Bunlardan Meçhul Öğrenci Anıtı, Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler, Kendi Kendinin
Terzisi Bir Kambur, Vişne Çürüğü Şiirler ve Açık Atlas başlıklı şiirler doğrudan okullardaki
eğitim-öğretim sorunlarına eğilmektedir.
Karamsarlık-Mutsuzluk
Onun şiirine hâkim olan duygu, karamsarlık ve mutsuzluktur. O, çocukluğundan
bugüne çok büyük ekonomik sıkıntılar içinde yaşamıştır. Oturduğu evlerin çoğu, elektriksiz
ve susuzdur. Eşini 1968’de kaybeden sanatçı, yalnız bir hayat sürmekte ve son on yıldır
huzurevlerinde yaşamaktadır. Bunlara bir de, 1974’ten beri yaşadığı ciddi sağlık problemleri
eklendiği zaman şiirindeki mutsuzluk duygusunun kaynağı daha iyi anlaşılacaktır. Metinler
çözümlendiğinde, karamsarlık duygusunun dıştan kaynaklandığı görülmektedir. O, sürekli
olarak içinde yaşadığı toplumun bir “insan topluluğu” olup olmadığı hususundaki şüphelerini
dile getirmektedir. Onun mutsuzluğu ve karamsarlığı, kendi deyişiyle“uçsuz bucaksız kötülük
dayanışması”nın olduğuna inandığı bir ortamdan kaynaklanmaktadır.
Yalnızlık-Korku
Kınar Hanımın Denizleri’nde geçmişin hatırlanmasından doğan hüzün ve karamsarlık;
ikinci kitabı Bakışsız Bir Kedi Kara’dan itibaren çağımız insanının korkusuna dönüşmüştür.
Bunda, bir kent şiiri olan İkinci Yeni’nin “yabancılaşma” olgusunu ele alma isteğinin payı da
bulunmaktadır.
İkinci Yeni, bilimsel gelişmeler ve teknolojik buluşlar sonucunda şaşırıp kalan ve
sosyo-ekonomik ilişkiler içinde alt üst olan kent insanının şiirini getirmiştir. Yeni şiir,
kalabalık kentler içinde yaşayan; ama, hem diğer insanlarla hem de kendisiyle “yabancılaşan”
bireyin şiiridir. Yalnızlığın verdiği sebepsiz bir koku, bu şiirlerin hâkim temaları arasındadır:
“Yalnızlık dönüşür bir zenci arkadaşa” (1999: 83) 9
Her geçen gün çoğalan ve koyuluğu giderek artan yalnızlık, sonunda varlığına alışılan
bir arkadaşa dönüşmektedir:
Hayat Kadınları-Cinsellik
Şiirinin ilhamını genel olarak “döküntüler, dışta bırakılanlar, düşürülenler, hal ve
gidişi sıfır olanlar, yasaklananlar”dan alan Ece Ayhan, şiirlerinde hayat kadınlarına ve
cinselliğe de çok sık yer vermiştir. Toplumun “düşmüş” bir kesimi olarak gördüğü hayat
kadınlarının çaresizliklerini ve onlara yapılan kötü muameleleri sosyal bir yara olarak şiirine
taşımıştır.
Bir genelev patroniçesi olan Çanakkaleli Melâhat, Ece Ayhan’a göre, devletin dışında
ve uzağında bulunmayı seçmiş bir sivil kahramandır. Türkiye’de sivil tarihin anlatılmasına
daha çok siyasal partilerden ya da derneklerden başlandığını belirten sanatçı, oysaki, devletin
karşısında olmadığı gibi tamamen dışında da olan Çanakkaleli Melâhat’tan bakılırsa, sivil
tarihin daha iyi anlatılabileceğini iddia etmektedir.
Sivil bir toplumda her türlü insanın bulunabileceğini belirten Ece Ayhan,
Cumhuriyet’e bir de Çanakkaleli Melâhat’in gözüyle bakılması gerektiğini savunmaktadır:
Çanakkaleli Melâhat, bir bakıma, Halide Edip’ten daha değerli bana
göre. Fakir anasıymış, ismi öyle geçiyor halk arasında. O da bir kahraman.
Ben kamerayı Çanakkaleli Melâhat’ın omuzuna koyuyorum. Oradan
bakıyorum. Hakiki ve doğru. En güzel şiirler kötülükten çıkar (1995: 33).
“Melâhat Geçilmez” şiirinin başlığı, aynı zamanda “Çanakkale geçilmez” sloganına
da bir göndermedir:
MELÂHAT GEÇİLMEZ
1. Gazetelerde ak kara bir resmi otuz yıllık. Arkasında mülki
taksimatlı bir harita. Komiserin odasında ağırlanırmış.
2. Ve imparatoriçeliğinde bir vesikalık. Tombalacı Ceylan renkli
çekmiş. Delikleri balmumuyla örterler.
3. Gönderilen çelenklerde ‘Geçilmez’ yazılmıştı soyağacı. Küçük
harflerle de ‘fuhşun anısına’.
4. Çanakkaleli Melâhat’in törenine polis bandosu da katılmıştır.
(1999: 183) 10
Ece Ayhan (1995: 32)’dan öğrendiğimize göre, Melâhat, randevuevini kışın
Avcılar’da, yazın Menekşe’de işletirmiş. Bir sokaktaki ev mühürlenirse, yarım saatlik bir
gecikmeyle diğer kapıdan çalışabilmek için, hep iki ayrı sokağa açılan çift kapılı evler
tutarmış. “Tombalacı Ceylan” adında bir şahıs tarafından bıçaklanarak öldürülmüş.
Hayatını genelevlerde çalışarak kazanan ve daha sonra kendisi de genelev
patroniçeliğine kadar yükselen Melâhat, Çanakkale muharebelerinin en çetin çarpışmalarının
yaşandığı Anafarta köyündendir.
Kendisi de Çanakkaleli olan şairin bu “sivil kahraman” için bir isteği vardır:
“Ben de şunu istiyorum:
Çanakkaleli Melâhat da bir Anafartalıdır. Çanakkale Cumhuriyet
meydanında bir heykelinin dikilmesi!” (1999: 249)
İroni
İçinde yaşadığı toplum düzenine, devlet-birey ilişkilerine, eğitim sistemine, tarihe vb.
sürekli olarak eleştirel bir tutumla yaklaşan sanatçı, bu içeriğin sunumunda ironiye de genişçe
yer vermektedir. “Son Şiirler” kitabında, ironi bir anlatım yolu olmaktan çıkarak şiirlerin
başlıca teması durumuna gelmiştir. Bu şiirlerde, toplum hayatımızda öne çıkan birçok kişi,
birtakım özelliklerine göndermeler yapılarak ironik bir şekilde ele alınmışlardır.
Ece Ayhan’ın kusurlu bulduğu davranışları nedeniyle alaya aldığı kişiler arasında,
aslında kendisinin de büyük şairler olarak değerlendirdiği Fazıl Hüsnü Dağlarca, Tevfik Fikret,
Yahya Kemal Beyatlı gibi isimler bulunmaktadır. Bu sanatçılar, her fırsatta “şiirin şiirde
kalmaması gerektiği”ni savunan Ayhan tarafından, genelde şiir dışı nedenlerle
hicvedilmektedirler.
Şiirinin Biçim Özellikleri
Biçim (form, şekil); sanat eserinin dış görünüşüne verilen isimdir. Geniş anlamıyla, bir
eserin uzunluğu–kısalığı, kuruluş özelliği (bölümlenişi, bölümlerin düzenlenişi vb.), dili,
üslûbu; kullanılıp kullanılmama durumuna göre ölçüsü, uyağı, dizelerinin kümelenişi, 11
uyaklarının örülüşü gibi özellikler edebiyatta biçimi oluşturmaktadır (Cevdet Kudret, 1980:
232).
Modernizm, diğer bütün sanat dallarında olduğu gibi edebiyatta da, özellikle biçim
bakımından gelenekten kopmayı getirmiştir. Sanatçılar, dikkatlerini içerikten biçime,
somuttan soyuta çevirmişler ve sanatı bir düşünüş tarzı olmaktan çıkararak bir sunuş / yapış
tarzı olarak algılamaya başlamışlardır.
İkinci Yeniciler de, bilimsel gelişmelerin ve teknolojik ilerlemelerin etkisi altında
kabuk değiştiren “gerçeklik”in yeni durumunu, “neo-realizm (yeni-gerçekçi)” olarak
isimlendirmişler ve bu gerçekliği şiirle işlemeye çalışmışlardır. Ancak, algılanması kadar
temalaştırılması da çok zor olan bu yeni-gerçekliği yansıtabilmek için, yeni biçimlere ve
anlatım tekniklerine ihtiyaç duymuşlardır. Yabancılaşan kentli insanın gerçekliğini,
kendilerinden önceki şiirin konu öyküleme ve şiir dili teknikleriyle anlatmanın neredeyse
imkânsız olduğunu görmüşler ve Batı’nın Gerçeküstücülük, Dadacılık, Varoluşçuluk gibi
modern şiir akımlarının tekniklerinden yararlanmaya çalışmışlardır.
Rimbaud’nun şiirlerini hiç elinden düşürmeyen Ece Ayhan, ayrıca modern şiirin
Apollineire, Lautréamont ve Cummings gibi avangard (öncü) temsilcilerini de yakından takip
etmiştir. Şiirinin içerik / biçim yapısını ve dilini oluşturmaya çalışırken, onların gerçeği
birebir yansıtma yerine bölerek, grotesk düzleme taşıyarak anlatan estetik ilkelerinden büyük
ölçüde yararlanmıştır.
Ece Ayhan’ın şiirini biçim bakımından incelemenin bazı zorlukları bulunmaktadır.
Esasen bu zorluk, iç ve dış yapı ayrımına gidilmeden kurulan modern şiirin doğasından
kaynaklanmaktadır. Ancak, onun şiirini bütün yönleriyle ele almayı hedeflediğimiz bu
çalışmada, sanatçının malzemeleri ne şekilde kullanarak şahsî bir söyleyişe / üslûba
ulaşabildiğini, şiirselliği nasıl yakalayabildiğini ortaya koyabilmek için, yapıyı öğelerine
ayırarak inceleme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bütün bu zorlukları ve sakıncaları da göz
önünde bulundurarak, onun şiirini biçim bakımından ahenk unsurları (armoni, ritim), dizelerin
kümelenişi, düzyazı şiirler, dili ve üslûbu başlıkları altında inceleyeceğiz.
İkinci Yeni şiirinin biçim karşısındaki bu tutumunu, onun ilkelerinin oluşmasında
önemli katkıları bulunan Ece Ayhan’ın şiirinde de görmek mümkündür. O, yayımladığı her
kitabında öz bakımından olduğu kadar, biçim yönünden de sürekli bir yenilik arayışının içinde
olmuştur. 12
Dizelerin Kümelenişi
Mısra; Arapçada “çift kanatlı kapının bir tek kanadı”anlamına gelen bir kelimedir.
Şiirde, ölçülü ve anlamlı bir satırlık nazım parçasına da bu ad verilmektedir. Bağımsız
olduğunda, en küçük bir nazım biçimidir. Böyle bir şiire bağlı olmayan ve başlı başına bir
anlamı olan mısralara “mısra-ı âzâde”denmektedir (Dilçin, 1983: 99).
Geleneksel şiirde, “nazmın en küçük anlam birimi” görevini üstlenen mısra, Garip’le
birlikte bu işlevini yitirmeye başlamıştır. Kalıbı yıkarak her şiirde yeni bir biçim kurma
arayışında olan İkinci Yeniciler de, “mısracı” anlayışa karşı çıkmışlardır. Edip Cansever’in
Şubat 1964 tarihli Dönem dergisinde yayımlanan “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” başlıklı
yazısında, “Mısra işlevini yitirdi; şiiri şiir yapan birim olarak yürürlükten kalktı. Eski
rahatlığını o sessiz, kıpırtısız düzenindeki rahatlığını boşuna aranıyor şimdi” sözleri onların
mısra karşısındaki tutumlarını ortaya koymaktadır.
Biz de çalışmamızda, geleneksel şiirdeki mısradan ayırmak amacıyla, Ece Ayhan’ın
şiirindeki biçim kuruluşunu “mısra” değil de; “dize” olarak isimlendirmeyi daha uygun
bulduk. Zira, onun dizeyle kurulmuş şiirleri kadar, düzyazı biçiminde oluşturulmuş şiirleri de
vardır.
Ece Ayhan, geleneksel şiirin “mısracı” zihniyetinden uzaklaşarak mısrayı bir “anlam
birimi” olarak görmemiş, şiirlerini doğrudan doğruya kelimelerle kurulan bir yapıya
kavuşturmuştur O, bütün kitaplarında biçim arayışı içinde olmuştur. Hiçbir kitabında aynı
biçimi kullanmamış, şiirlerini dizeden düzyazı formuna kadar değişik şekillerde kurmuştur.
Dize kuruluşlu şiirin sınırlarını zorladığı anda, düzyazı şiire geçmekten kaçınmamıştır.
İkinci Yeniciler, 1950’li yıllarda tıkandığını ve tekrara düştüğünü düşündükleri şiirin
önünü açabilmenin yolunu, onu doğrudan doğruya kelimelerle kurulan bir yapıya
kavuşturmakta görmüşlerdir. Cemal Süreya’nın “Şiir geldi kelimeye dayandı” sözü, bu
yaklaşımın veciz bir karşılığıdır ve Valery’nin “Şiir kelimelerle yapılır” sözünü
hatırlatmaktadır.
Yeni söyleyişlere ulaşabilmek için, şiir dilinin yeniden kurulması gerektiğini ileri
süren bu düşünce, yeni şiirin en belirgin özelliğini oluşturmaktadır. Buna göre şair, bir
duyguyu, bir düşünceyi ya da bir olayı anlatmak için değil de, mısrayı kurmak için kelimeleri
seçmektedir. Kelimelerin anlam yanları da olduğuna göre, bu şiir yine de bir şeyler 13
söyleyecektir. İkinci Yeni şiirinin anlamı rastlantıya bırakan bu tutumu, hakkında yapılan
tartışmaların odak noktasını oluşturmuştur.
İkinci Yeni şiirinin biçim karşısındaki bu tutumunu, onun ilkelerinin oluşmasında
önemli katkıları bulunan Ece Ayhan’ın şiirinde de görmek mümkündür. O, yayımladığı her
kitabında öz bakımından olduğu kadar, biçim yönünden de sürekli bir yenilik arayışının içinde
olmuştur.
Bakışsız Bir Kedi Kara (1965) ve Ortodoksluklar’da (1968) dizelerin “kısıtlayıcı”
işleyişinden yakınarak düzyazı şiire yönelen sanatçı, dize kuruluşlu şiirden de vazgeçmemiş,
Devlet ve Tabiat (1973) ile Zambaklı Padişah (1981) kitaplarında her iki biçimi de
kullanmıştır. Çok Eski Adıyladır (1982) ve Son Şiirler (1993) kitaplarında yer alan şiirler ise,
düzyazı formundan oluşmaktadır.
Onun son yayımlanan kitabı Son Şiirler’de, ilk kitabından beri toparlayarak getirdiği
biçim özelliklerini bir arada kullandığı görülmektedir. Düzyazı şiir formunda yazılan bu
şiirler, az sayıda satırdan (dizeden) oluşan paragraflara (bentlere) bölünmüşlerdir. Şiirde
“dize”nin çok önemli olduğunu belirten sanatçının tamamen “dizleri kırılmış” şiirler
yazmaktan kaçındığı ve şiirini nesir cümlesi ile dize arasında bir biçimle kurduğu
söylenebilir. Son şiirlerinde de, her şiirin müstakil başlığı bulunmakta ve şiirlerin bentleri
Arap rakamlarıyla numaralandırılmaktadır.
Dil ve Üslûp
Ece Ayhan’ın üslûbunu, önde gelen temsilcilerinden biri olduğu İkinci Yeni şiirinin
anlatım özelliklerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Ancak, bu hareketin genel havası
içinde, şahsiyet sahibi her sanatçı gibi, Ece Ayhan da kendine özgü bir üslûp oluşturmasını
bilmiştir. Onun üslûbu üzerinde yapılacak bir çalışma, İkinci Yeni şiirinin dil ve üslûp
özelliklerinin aydınlatılmasına da bir katkı sağlayacaktır.
Onun şiir dilinin özgünlüğüyle ilgili olarak Hızlan şunları söylemektedir:
Çoğu eleştirmenler onun şiir dili için Ece Ayhan’ca deyimini
kullanmışlardır. Gerçekten bu deyim, dilin şiirdeki vazgeçilmez işlevini
vurgulaması açısından doğrudur (Hızlan, 1983: 239).
Onun şiiri, Devlet ve Tabiat’tan itibaren göndermelerin günümüz Türkiye’sine
yönelmesinden kaynaklanan bir algılama kolaylığı görülse de, her dönemde kapalı bir üslûba
sahiptir. Adeta özel bir sözlüğü andıran kelimeler dünyası ve sözdizimi aşılabildiği takdirde, 14
okurun karşısına zengin anlam katmanları çıkmaktadır. Genel olarak İkinci Yeni şiirine
yöneltilen anlamsızlık suçlamalarının çoğu, okurun bu dil engelini aşarak anlam katmanlarına
ulaşamayacağı itirazlarından doğmuştur. Bu itirazlarda, anlamı “anlamsızlığa” kadar serbest
bırakan teorik açıklamaların ve bu yolda yazılan çok sayıdaki şiir örneklerinin rol oynadığı da
unutulmamalıdır.
İkinci Yenicilerin, Garip şiirinin en belirgin dil özelliği olan “basitlik, alelâdelik ve
sadelik”ten ayrılarak, konuşma dilinin dışında, yeni bir ses ve dilbilgisi oluşturma
gayretlerinin en uç örneklerini Ece Ayhan vermiştir. Onun şiir dili, kurduğu sözdizimleri ve
alışılmamış bağdaştırmalarla doğal dilin sınırlarını zorlamış, kimi zaman kelime
deformasyonlarıyla dışına da taşmıştır. Bu sınırda dil kullanımı, doğal dile verebileceği
zararlardan ötürü o gün için çok eleştirilmiştir. Ancak, bu akım etkisini kaybedip ortadan
çekildikten sonra, şiir dilinin yalnızca bir öyküleme aracı olmadığı, kendi başına da estetik bir
değer taşıdığı fikrinin yerleşmesini sağlamıştır.
Garipçilerin gündelik hayatı içinde anlattığı sokaktaki insan, İkinci Yeni şiirine
karmaşık bir iç dünyası duyguları olan kentli birey alarak girmiştir. Bu yeni gerçekliğin
anlatılması biçim ve öz yeniliği gibi, dilin yenileşmesini de gerektirmiştir. Çünkü İkinci
Yeniciler, yayımladıkları çeşitli yazılarla, yeni gerçekliğin yerleşik dilbilgisi kurallarıyla
anlatılamayacağını savunmuşlardır.
Bu düşünceden hareketle, yeni bir şiir dilinin oluşturulmasında en çok emeği geçenler
arasında Ece Ayhan da bulunmaktadır. Adına bir sözlük
∗
hazırlanacak kadar özgün bir şiir dili
oluşturmuş; yeni bir sözdiziminin kurulmasına ve şiirimizin kelime dünyasının
genişletilmesine katkıda bulunmuştur.
Ece Ayhan’ın şiirindeki sözdizimi deformasyonlarını, anlamı kapalı ya da anlaşılmaz
kılma düşüncesinin bir parçası olarak görmek; kelime oyunculuğu olarak değerlendirmek ya
da kendine amaç bir dilbilgisi sapması durumuna indirgemek doğru bir yaklaşım
olmayacaktır. Şiirimizin İkinci Yeni’den sonraki gelişimi düşünüldüğünde, bu arayışlar, yeni
bir şiir diline / söyleyişe bir adım olarak değerlendirilmelidir. Zira, Garipçilerin gündelik
hayatı içinde anlattığı sokaktaki adam ya da Toplumcu Gerçekçilerin sınıf mücadelesi içinde
ideolojik bir varlık olarak gördüğü insan, artık kentli birey olarak bütün iç dünyasıyla şiirin
∗
“Ece Ayhan Sözlüğü”, Haz. Ender Erenel, Yeni Dergi, Mart 1969. 15
konusu haline gelmiştir. Böylesine kompleks bir konu, yeni bir biçimi ve şiir dilini de
beraberinde getirmiştir.
Türk şiirinde Tanzimat döneminde başlayan yeni biçim arayışlarının Cumhuriyet
Dönemi’nde, diğer ülkelerdeki modern akımların ve sanatçıların da etkisiyle, daha kökten
atılımlara dönüştüğü görülmektedir. Bu dönemdeki ürünlerde şairlerin geleneğin önlerine
koydukları kalıplardan kurtularak şiirin içeriğiyle biçimi arasında sıkı bir bağlantı kurma
çabası içinde oldukları ve “her yeni özün biçimini de beraberinde getireceği” ilkesinden
hareket ettikleri görülmektedir.
Şiirde alışılmamış bağdaştırmalar yoluyla, “geniş bir düşünce-tasarım-duygu-görüntü
yumağı” oluşturulması ve “göstergelerin ustaca, özgün bir biçimde” bağdaştırılması
amaçlanmaktadır. Böylece şiir, yaratılan değişik tasarımlarla birlikte okuyana / dinleyene bir
duygu ve düşünce zenginliği yaşatmakta ve güçlü bir anlatıma erişmektedir.
Ece Ayhan’ın şiirini güçlü kılan etkenlerin başında, oluşturduğu özgün imgeler
gelmektedir. Bu imgelerin en belirgin özelliği ise, İkinci Yeni’nin diğer şairlerinde de
görüldüğü gibi, “alışılmamış bağdaştırmalar”la aktarılmasıdır. Onun Fayton şiirindeki “intihar
karası” bu türden bağdaştırmalardandır. Uzak çağrışımlar sağlayan göstergeler seçilip bir
arada kullanılarak şiirleştirmeye gidilmiştir:
“O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera’nın” (1999: 39)
İkinci Yeni’nin diğer öncüleri gibi Ece Ayhan da, yeni bir şiir dili yaratma gayesiyle,
Türkçenin yapısını zorlayarak dil deformasyonlarına gitmekten çekinmemiştir. Geleneksel
şiirimizin imge yapısının bozulmasında ve dilin alt üst edilmesinde, Gerçeküstücülerde
olduğu gibi, “özgür çağrışımlar”a ya da “mantık dışı” söyleyişlere ulaşma isteklerinin de sıkı
bir ilişkisi vardır.
Hilav, Gerçeküstücülerin alışılagelmiş çağrışım gruplarını parçalamayı ve birbirinden
en uzak iki gerçeği bir araya getirmeyi amaçladıklarını belirtmektedir. Gerçeküstücüler, daha
sonra bunu, şiirsel imgenin ve “güzellik”in temeli olarak göreceklerdir:
Bir teşrih masası üzerinde, bir dikiş makinesi ile bir şemsiyenin
rastlantısal olarak bir araya gelmesi gibi güzel, diyor Lautréamont (Hilav, 1993:
15). 16
Bu tür söyleyiş özelliklerini, Ece Ayhan’ın şiirlerinde görmek de mümkündür:
“bir ay girerken yüreğine geceleri rastıkları kaşlı hiç” (1999: 53)
“yüzüklerinde altın parmaklar takılıymış” (1999: 58)
“yorgunluğu huzursuz bir at mor” (1999: 79)
“Elinde potin ayağında şemsiye” (1999: 114)
İmge
Yeni ve şaşırtıcı imgeler kurmak, onun şiirinin, en mühim üslûp özelliklerinden
biridir. O, şiiri daha çok bir görüntü sanatı olarak görmüş ve anlamı imgenin zihinde
canlandıracağı görüntülere dayandırmıştır. İmgelerinin en belirgin özelliği, nesnel bir
karşılıklarının bulunması ve bir şiir içine birbirlerinden bağımsız motifler olarak
yerleştirilmesidir.
Öneş, imgenin onun şiir dili ve üslûbundaki yerini şu sözlerle değerlendirmektedir:
Ece Ayhan’ın şiirinde uyum, ses benzeşmesinden doğan bir
müzikalitenin imgeleri saran ses uzantıları ile değil de, imgeler arasında
boşluklarda, çağrışımlarla oluşan durumların bu boşluklara yerleşmesi
sonunda ortaya çıkıyor. Aslında şairin bize vermek istediği de “ara
görüntüler” yani ayrıntılardır. Bu uyuma “görüntü uyumu” denilebilir (1967:
53).
Kınar Hanımın Denizleri, Bakışsız Bir Kedi Kara ve Ortodoksluklar’da göndermelerin
hangi topluma ve döneme yapıldığını çözmeyi zorlaştıran, kimi zaman da olanaksızlaştıran bir
kurgu bulunmaktadır. Bir kilimdeki nakışlar ya da bir çinideki desenler nasıl doğrudan
doğruya bir şey anlatmıyorsa, kelimeler arasındaki olanakların denenmesi yoluyla yeni
bileşkelere varmayı hedefleyen bu şiirler de, tek başlarına bir şey anlatma amacını
taşımamaktadırlar. İmgeler, daha çok soyut bir resim ya da bir masal atmosferi oluşturan
bağımsız görüntü motifleri pozisyonundadırlar. Ancak, şiirler kitap bütünlüğü içinde
okundukları zaman, motifler birleşerek gizlenmiş bir metni ortaya çıkarmaktadırlar.
İmgenin soyutlamaya müsait kuruluş yapısı, okurun muhayyilesini harekete geçirerek
şiire geniş bir anlam çerçevesi kazandırma imkânına sahiptir. Ancak, onun şiirinde imgeler,
çoğunlukla hayatın ya da tarihin ayrıntılarından seçilmiş somut bir olgunun ya da kişinin
nesnel bir karşılığı olarak kurulduğundan, bir anlam genişliği sağlamadığı gibi, 17
çözülemediğinde büyük bir anlam boşluğunun doğmasına da yol açmaktadır. Ayrıca, şiire
birbirinden bağımsız motifler şeklinde yerleştirildiklerinden, çoğu zaman birleştirilememekte
ve yine anlam boşlukları yaratmaktadırlar.
Şiirin serüvenini tam olarak takip edemeyenlerin bu “yeşil camlı şiir”e bir acele
“kapalı şiir” demiş olabileceklerini savunan Ece Ayhan (1996: 49), yeni şiirde uzak
çağrışımların yakınlara getirilmeye çalışıldığını vurgulamaktadır. “Yeşil camlı şiir”
nitelemesi, onun sinema ile şiir arasında “dil” yönüyle yakın bir ilgi kurduğunu
göstermektedir. Sinemada kavramlar görüntü; şiirde ise, imge yoluyla anlatılmaktadır. İmgeye
daha başat bir görev verilmesi, imgenin görüntü sağlamadaki teknik desteğinden
kaynaklanmaktadır. Onun şiirinde imgeler, sinemada, film tekniğiyle yansıtılan
fotoğraflardaki görüntülerin yerini tutmaktadır:
KARGINMIŞ BİR İLK YAZ
Ay; gecikmiş ağı, yosun yeşili bir canavar. İlerlemiş gece; kanatsız
yarasalar, ıslanmış silahlar. Devrilmiş bir tramvay caddede. Bunlar,
kargınmış bir ilkyazın simgeleri. Büyük uçurtmamı çalmışlar
deliliğimden, mor gözlü çocuk ölüsü bir pazar, onu bulamıyorum.
(1999: 73)
Şiirde lânetlenmiş bir ilkbaharın gece tasviri yapılmaktadır. Gecenin ilerlemiş bir
vaktinde ay, “yosun yeşili bir canavar”dır. Filmin esasının sessiz çekildiğini ve sesin sonradan
eklendiğini belirten Ayhan, okurdan bu görüntüleri algılamasını ve zihninde sese çevirmesini
beklemektedir. Şiirde de, gecenin sessizliği hâkimdir: Yarasalar kanatsız; silahlar ıslak;
tramvay devrilmiştir. Bütün bunlar, dinmiş bir fırtına sonrası sessizliğin görüntüleridir. Şair
arka plânda çizdiği böyle bir fonun önüne, çocukluğundan kalma bir hatırasını
yerleştirmektedir. Yalnız geçirilen bir pazar gününün verdiği hüzün, çocukluğunda
“uçurtma”sının çalınmasından yaşanan başka bir üzüntüyü çağırmaktadır.
Politik içeriğin öne çıktığı Devlet ve Tabiat (1973)’tan sonraki dönemde ise,
göndermelerin o günün Türkiye’sine yapıldığı görülmektedir. Şiirin bu içerik değişimine
paralel olarak imgelerin niteliği de değişikliğe uğramıştır. Bu kitapta yer alan imge örgüsü,
öncekilerin aksine, belli bir tema bütünlüğüne yönelmektedir. 18
SONUÇ
İkinci Yeniciler, şiire getirdiği yeni bir sözdizimi ve kapalı söyleyiş özelliğiyle,
günümüz şiirine de bir temel oluşturmuşlardır. Garipçilerin bildirişimi amaçlayan basit dil
kullanımına ve Toplumcu Gerçekçilerin politik mesajlı içeriğine tepki göstererek, şiirin bir de
“sunuş” tarafının olduğuna dikkati çekmek istemişlerdir. Ancak, bunu yaparken, tepki
hareketlerinin birçoğunda olduğu gibi, aşırılıklara kaçmaktan kurtulamamışlar ve biçimcilikle
suçlanmışlardır.
Ece Ayhan, başından beri yaslandığı ilkelerden taviz vermeyen tutumuyla, İkinci
Yeni’nin en özgün şairidir. Bu hareket hızını kesip ortadan kalktıktan sonra da, şiirinin çizgi
dışı olan özgün yapısıyla, belli bir okuyucu kitlesi ve bazı genç şairler üzerindeki etkisini
sürdürmüştür.
Ece Ayhan, kendisinden önceki şiirin birtakım verileri üzerine yeni bir şiir kurmaya
çalışan İkinci Yeni şiirinin en özgün sanatçılarındandır. Onun şiiri; biçim, içerik ve dil
bakımından birtakım aşırılıklar taşısa da, 1960 sonrası şiirimize geniş biçim açılımları
sağlamıştır. Bugünkü şairlerimizin önünde, şiirimizin diğer bütün sanatçılarıyla birlikte,
yararlanacakları bir deneyim olarak durmakta ve şiirimize bir zenginlik sağlamaktadır.
REFERANSLAR
Batur, E. (2000): Başkalaşımlar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı.
Cevdet Kudret (1980): Örneklerle Edebiyat Bilgileri, Cilt: 1, İstanbul: İnkılâp ve Aka
Yayınları, 1. Baskı.
Dilçin, C. (1983): Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara: TDK Yayınları, 1. Baskı.
Ece Ayhan (1995): Aynalı Denemeler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
-------. (1996): Dipyazılar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
-------. (1999): Bütün Yort Savul’lar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Gen. 2. Baskı.
Hızlan, D. (1983): Yazılı İlişkiler, İstanbul: Altın Kitaplar, 1. Baskı.
Hilav, S. (1993): Edebiyat Yazıları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Öneş, Mustafa (1967): “Ece Ayhan’a Doğru”, Yeni Dergi, Temmuz: 49-55
Hulusi GEÇGEL
∗
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder