Suyun hayatımızdaki yeri büyük, değil mi?
Kesinlikle. Su sağlıklı yaşamak için zorunlu gıdaların başında geliyor. Yemek yemeden haftalarca yaşayabiliyoruz ama su içmeden birkaç günden fazla yaşamanız mümkün değil! Yetişkin bir erkeğin vücut ağırlığının %60’ı su. Evet inanılır gibi değil ama katı görünmelerine karşın insanların yarısından fazlası su. Çocuklar ise daha sulu; onların vücutlarının yüzde 65-80’i su; yaş ne kadar küçükse su oranı da o kadar yükseliyor. İnsanlar vücut suyunun %10’unu kaybettiklerinde yaşamları tehlikeye giriyor, yüzde 20’sini kaybettiklerinde ise ölüm kaçınılmaz oluyor.
Vücutta suyun çok sayıda görevi var; enerji oluşması, büyüme ve yıpranan dokuların onarımı için protein sentezlenmesi, harcanmayan enerjinin yağ olarak depolanması ve metabolizma sonucu oluşan zararlı atıkların suyla dışarı atılması gibi.
Bir insanın susuzluk hissi ile su ihtiyacını ayarlayabileceği düşüncesi, çocukluk çağı için doğru olsa da diğer yaşlar için geçerli değildir. Susuzluk hisleri önemli ölçüde köreldiği için yaşlıların farkına varmadan susuz kalma tehlikeleri büyük. Birçok yaşlının yüksek olan tansiyonu yeterli su içtikten sonra düşmekte.
Ama, birçoğumuzun yeteri kadar su içmediği açık. Bu nedenle vücudumuz tam anlamı ile görevlerini yerine getirmiyor ve çeşitli kronik hastalıklar ortaya çıkıyor. İran asıllı ABD’de yaşayan Dr. Fereydoon Batmanghelidj (Feridun Batmangeliç) Hasta Değil, Susuzsunuz kitabında hastalıkların birçoğunda temel nedenin, vücudun susuz kalması olduğunu söylüyor. Bu bilim adamına göre doğru su tüketimi ile nerdeyse bütün hastalıklara karşı korunabilmek mümkün. Maalesef hekimlerin çok azı kronik hastalıklar ile tüketilen sıvının azlığı arasında ilişki kuruyor.
Dr. Fereydoon Batmanghelidj’in hikayesi çok ilginç. Batmanghelidj İran Islam Devrimi sırasında 1979 yılında 2 yıl 7 ay hapis yatıyor. Hapisanedeki ilk günlerinde şiddetli kıvrandırıcı ülser ağrısı olan hastaya hiç ilaç olmadığı için iki su bardağı su veriyor. Ağrı 8 dakika içinde geçiyor. Daha sonra hastası 3 saatte bir 500 ml (1 küçük pet şişe ya da 2 büyük su bardağı) su içmeye devam ediyor. Akut dönem geçtkten sonra hastaya yemekten yarım saat önce 250 cc yemekten 2.5 saat sonra 250 cc, ve aralarda istediği kadar su içmesini öneriyor. Hasta yıllarca mide ağrısı çekmiyor.
Batmanghelidj ilk hastadan sonra hapisten çıktığı 1982 yılına kadar 3000’den fazla peptik ülserli mahkumu sadece suyla tedavi ediyor. Hatta araştırmalarını tamamlamak için erken tahliye teklifini kabul etmiyor, fazladan birkaç ay daha hapisanede kalarak çalışmalarını tamamlıyor (1).
Bazen gazetelerde ‘günde en az iki litre su için’ diye haberler çıkıyor, bazen de ‘çok su içmek zararlı, ne kadar susuyorsanız o kadar için’ diye. Kime inanacağımızı şaşırdık
İnsan ne kadar susuyorsa o kadar su içmeli' önermesi ilk bakışta çok mantıklı geliyor. Ama durum göründüğü gibi değil. Sadece hayatı sürdürebilecek kadar su içmek sağlıklı bir yaşam için yeterli değil. Birçok insan yeterli sıvı aldığını düşünüyor, ama bu doğru değil, Çünkü alkol, gazoz, kola, şekerli meyve suları gibi meşrubatlarla sıvı alınmasına rağmen bunlar sıvı kaybına yol açıyorlar.
Eğer yeteri kadar su içmiyorsanız ya da su yerine şekerli sıcak içecekler (kahve, çay), gazoz, kola, meyve suları, enerji içecekleri ve bira gibi su kaybettiren osmotik yükü fazla sıvıları içiyorsanız kronik susuzluğa maruz kalıyorsunuz. Bu tip içecekler dudak kuruluğunuzu geçirdiği için susuzluğu hissedemiyorsunuz. Aşırı meşguliyet sırasında da insan susuzluğunu unutabiliyor.
Yaş da çok önemli, insanlar yaşlandıkça susuzluk merkezleri duyarlılığını kaybediyor ve mesela birçok yaşlı serum takılacak kadar aşırı su kaybı olmalarına rağmen kendilerini susamış hissetmiyorlar.
Vücudumuz susuz kaldığında beyin hücrelerini susuz bırakmamak için her türlü tedbire başvuruyor. Amaç beyine yeterli kanı göndermek. Beyin vücudumuzun %5 kadarını oluşturur, fakat aldığı kan bunun 4 katıdır (%20). Beyin en yüksek enerjiye ihtiyaç olan organımız. Beyin enerjisini sadece glükozdan almıyor. Beyin hücrelerinin oluşturduğu hidroelektrik enerji de önemli bir kaynak. Su tüketiminin azalması beyinin enerjisini de azaltıyor. Beyine az kan gitmesini önlemek için vücudumuz merkezden uzak uzuvlarımızın (kollar, bacaklar) damarlarını, böbrek damarlarını ve akciğer damarlarını büzüştürüyor. Beyinin su ihtiyaçları karşılanırken bu bölgelere daha az su (kan) gidiyor.
Bu durumda eğer yeterli sıvı almazsanız vücudunuz histamin salgısını artırıyor. Histamin akciğer damarlarını ve uzuvlarımızdaki damarlarını büzerek sıvı kaybını önlüyor ve böylece beyine daha fazla kan gitmesini sağlıyor. Fakat bunun karşılığında histamin mide asit salgısını artırıyor, nefes daralması yapıyor, tansiyonunuzu yükseltiyor. Eğer histamin karşıtı ilaçlar kullanılırsa nefes darlığı azalıyor, mide asiti azalyor, tansiyonunuz düşüyor fakat bu durumda da beyine daha az kan gidiyor(2).
Histamin ve susuzluk (dehidratasyon) sırasında artan diğer kimyasal maddeler ağrıya neden oluyorlar. Bu ağrılar romatizma, migren, mide ağrısı, kalp ağrısı, fibromiyalji ve bel ağrısı gibi kılıklarda karşımıza çıkabiliyor. Su içerek bu ağrılardan kurtulabiliyorsunuz. Ağrı kesicilerin bu ağrılara fazla bir faydası yok, ayrıca zararlı da olabiliyor. Yapacağınız şey, aksaklığı ortadan kaldırmak; yani su içerek susuzluklarını gidermek. İnsanlar her ne kadar canlarını yaksa da ağrının vücudun kendisini koruma mekanizması olduğunu unutmamalı.
Dehidratasyon (susuzluk) uyuşukluk, depresyon, öfke, huzursuzluk, fibromiyalji ve yorgunluğa sebep oluyor. Vücut suyunun %2 oranında düşmesi bile kısa dönem hafızayı bozuyor.
Amerikalıların kronik olarak %75’i dehidrate (susuz), hele %37’sinde susuzluk hissi o kadar zayıftır ki, bu açlık hissi ile karıştırılıyor. Bu şahıslar yeteri kadar su içerlerse zayıflıyorlar. En hafif dehidratasyon bile kişinin metabolizmasını %3-5 arasında yavaşlatıyor. Bir bardak su gece yarısı acıkmalarını %100’e yakın azaltıyor.
Vücut susuz kalmak gibi bir strese maruz kaldığınızda adrenalin, endorfinler, kortizon, prolaktin, vazopressin ve Renin-Anjiotensin (RA) gibi güçlü hormonlar salgılanıyor. Örneğin endorfinler (iç morfinler) ağrıya tahammülünüzü artırır. Kortizon enerji depolarınızı boşaltır, kan şekerini yükseltir. Böylece şeker hastalığına yakalanmanıza yatkınlık sağlar.
Beynin su miktarı azalınca, hipofizin salgıladığı vasopressin damarları daraltır. Böylece susuz kalan hücrelere daha fazla su girer. Bu sırada kan basıncı yükselir. Bu nedenle dehidrate kişilerde hipertansiyon sıktır. Safra taşı oluşumu da büyük ölçüde dehidratasyona bağlıdır.
Alkollü içecekler ADH (idrara çıkmayı azaltan) hormonunun salgısını azaltarak hücresel dehidratasyona neden olur. Aşırı içki içilirse ciddi hücresel dehidratasyon olur. Kronik alkolizmde sürekli artan endorfinler tutkunluk yapar.
Susuz kalınıldığında aktive olan renin-anjiyotensin sistemi vücutta azalmış olan suyun korunmasına çalışır. Böbrek damarları büzüşerek suyu tutar; işemeniz azaltır. Renin-anjiyotensin sistemi aynı zamanda sodyumu tutar ki, bu durum suyun tutulmasına yardım eder. Su içilmediği sürece kan basıncı yüksek kalır ve damara zarar verir. Hastanın tansiyonu yükselir, nefes darlığı artar. Bu kişilerin su içtikçe yüksek olan tansiyonları düşer.
Hipertansiyon ve idrarın böbreklerde tutulması böbrek hasarı ve yetersizliği yapabilir. Klasik tedavide verilen diüretikler ve tuz kısıtlaması bu mekanizma düşünüldüğünde ciddi sakıncalara sahiptir.
Peki, su içmede sınır nedir?
Erişkin bir kişi için günde 2-2.5 litre kadar. Fakat meyve suları, gazlı meşrubat, çay gibi sıvılar su yerine sayılmamalı. Çünkü bunların az ya da çok idrar söktürücü etkileri var. İnsanlar her gün içtiği suyu hesaplamazlar. Bizce en iyi sınır idrarın koyu olmaması, açık renkte olacak kadar su tüketilmesi.
Sıcakta uzun saatler boyunca arazide kalmak, ya da yürümek zorunda kalanlar tabii ki 4-5 litrelik miktarları içebilirler. Fakat bu kişiler tuz kaybını karşılamak için bu sırada tuzlu gıdalar tüketmelidirler (tuzlu ayran gibi).
Tabii bu arada tansiyon düşürmek amacı ile yaşlı kişilere tuzsuz diyet verilirken de dikkatli olunmalı. Yüksek olan tansiyon düşeceğine, tam tersi tansiyon yükselebilir. Belki bu gibi durumlarda kandaki tuz (sodyum) düzeylerini kontrol etmek en iyisi.
Çinliler, 40 yaşından sonra oda sıcaklığından daha soğuk olan su ya da başka bir şeyin bedene alınmaması gerektiğine inanıyorlar. Çinliler soğuk içecekler içtiğiniz veya soğuk besinler yediğiniz zaman iç organlarımız daha fazla büzülüyor. Kan dolaşımında azalmaya neden oluyor, mide, baş ve eklem ağrıları artıyor, nefesiniz daralıyor, balgamınız koyuluyor.
Ayakta mı, oturarak mı su içmeli?
Ayakta duran bir insan eğer sıvı gıda içerse doğrudan doğruya onikiparmak bağırsağına geçer. Eğer insan sıvı gıdayı oturarak içerse bunlar önce midede birikir, asitle karışarak mikropları ölür ve sonra 12 parmak bağırsağına geçer. Bu durumda oturarak su içme usulüne uymakla insan kolera da dâhil, birçok bulaşıcı hastalıklarından korunmuş olur.
Suyu neyin içinde sakladığımız da önemli değil mi?
Eskiden kocaman toprak kaplarda saklanır, buz gibi de serin kalırmış su. Bugün plastik damacanalar veya bidonlar bulunuyor çoğu evde. Suyumuzu nasıl daha sağlıklı saklarız?
Eskiden içme suyu olarak daha çok şebeke suyu kullanılırdı. Şebeke suyu içmeyenler sakalardan cam damacanalar içinde bulunan suyu içerlerdi. Bakkallarda ise su küçük şişelerde ya da küçük damacanalarda (Hamidiye suyu gibi) satılırdı. Seksenli yıllardan sonra anlı şanlı sanayicilerimiz su işine de el attılar ve plastik pet şişe iznini aldılar. İhtilal yıllarıydı. Halk bunların tehlikeleri hakkında uyarılmadı. Basında da fazla bir muhalefet olmadı. Daha sonra şebeke suları iyice kirlendi ve içilemez hale geldi. Küçük ambalajlardaki sular ev kullanımı için çok pahalı idi bunun üzerine 18-20 litrelik damacanalar çıktı.
Peki bu damacanalar ve pet şişelerin ne gibi tehlikeleri var?
Damacanalar ve pet şişelerin hammaddesinde fosgen adı verilen, savaşlarda yaygın şekilde kullanılan kimyasal zehirli bir gaz bulunmakta. Yıprandığında ve içinde uzun süre su bekletildiğinde, damacanayı oluşturan plastikteki birçok tehlikeli kimyasal suya karışabilmekte. Bu kimyasallar mide, karaciğer, sinir sistemi ve akciğer dokusunda tahribata yol açıyor, kansere neden olabiliyor. Bu yüzden evinize gelen damacananın yıpranmamış olmasına özen göstermek gerekiyor. Tabii en iyi yol tekrar eskiye dönmek ve cam damacanalardan su içmek. Hatta iyisi bu suyu evlerde küp içinde dinlendirmek. Ya da plastik damacanadaki suyu hemen buraya boşaltıp orada saklamak. Hayal gibi geliyor ama biraz gayretle niçin mümkün olmasın?
Musluk suyunun filtre edilmesi iyi bir çözüm mü?
Veya doğrudan musluk suyu kullanılabilir mi?
Meseleye nereden baktığınıza bağlı. Suyu filtre ettiğinizde ağır metaller ve diğer toksik maddeler uzaklaştırırken faydalı mineraller de kaybolmakta. Bir taraftan fayda öteki taraftan zarar. Çünkü su sadece H2O değil. İçinde sağlığımız için gerekli onlarca mineral var. En iyisi kaynak suyu içmek. Ama ben otistik hastalarıma mecburen filtre edilmiş su içmelerini öneriyorum. Bunun nedeni sulardaki ağır metaller ve diğer toksik maddelerin sistemik olarak incelenmemesi. Sadece arseniğe bakılıyor. Onu da herkesin yaptığından emin değilim. Çare en azından marka sularında bu incelemelerin geniş olarak yapılması.
Vücudun ihtiyacı olan suyu alabilmesi için gereken suyun özellikleri nasıl olmalı?
İçme suları renksiz, berrak, lezzetli olmalı. Sudaki bulanıklık, mikrobik kirlenme veya inorganik–organik maddelerin varlığından kaynaklanabilir. Kolera, salmonella, hepatit gibi mikroplar sudan geçerek hastalığa sebep olabiliyorlar.
Suyun dezenfeksiyonu için kullanılan klor miktarının 1mg/L civarında olması gerekiyor. Bu miktarı aşması suyun içiminde rahatsızlık veriyor. Sudaki azotlu maddeler (nitrit, nitrat gibi) maksimum müsaade edilebilir konsantrasyonu aşmamalı. İçme suyunun temizliğinden endişe duyuluyorsa içme suyu mutlaka 3-5 dk. kaynatılıp ılıtıldıktan sonra kullanılmalı.
Yapılan çalışmaların çoğunda su klorlanması yapılan bölgelerde kanserin daha fazla görüldüğünü saptanmış. Çünkü klorlu içme sularında bulunan trihalometan (THM) mesane kanserine yol açabilmekte. THM’nin deri yolu ile (banyo yapmak, havuza girmek) ya da solunum yolu ile alınması da aynı rizikoya sahip.
Sizin de bir yazınızda belirttiğiniz gibi canlı canlı çeşmeden akan suyun tadıyla, günümüzde büyük maliyetlerle üretilen ve en küçüğü 1000 yılda yok olabilen plastik pet şişelerden içtiğimiz suyun tadını ve anlamını karşılaştırınca daha da düşünür hale geliyoruz!
Maden suyu faydalı mı? Maden suyu ve soda aynı şeyler mi?
Toplumda maden suyu ve sodanın aynı içecek olduğunu sanan pek çok kişi var. Oysa maden suyu ve soda farklı içecekler. Maden suyu, içerdiği tüm mineraller ve karbondioksit gazı ile birlikte yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkıyor, yani tamamen doğal; bunlara Avrupa ülkelerinde mineralli su da deniliyor.
Soda ise su ve sudan yapılan içeceklere üretim esnasında karbondioksit gazı basılmasıyla elde edilen ve tamamen “yapay” olan bir içecek.
Maden suyu zengin mineral içeren bir su. Normal suya göre kıyasladığımız zaman ekstradan içerdiği özellikle kalsiyum, magnezyum gibi mineraller sağlık açısından son derece yararlı. Her gün 2-3 su bardağı, hatta daha fazla içilebilir. Maden suları sindirimi kolaylaştırıyor, ama sanıldığı gibi zayıflatma gibi bir özelliği yok. Fakat dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Kronik böbrek yetersizliği olan hastalar fazla miktarda maden suyu tüketmemeli. Çünkü bazen maden suyunun içerdiği mineral tuzları fonksiyonları bozulmuş böbreklere zarar verebilir.
Eskiden maden suları şekerli ve meyveli(boyalı!) olarak satılamazdı; yasaktı çünkü. Ama maalesef onlara da izin çıktı, anlı şanlı bilim(!) insanlarımızın zorlaması ile. Böylece doğal maden sularımızı da bozduk elbirliği ile. Boyalı maddelerin zararlarını bir tarafa bırakın, bir kere bu tip şekerli maden suları daha fazla idrara çıkmamıza neden oluyorlar. Yani susuzluğumuzu giderelim derken daha fazla susuz kalıyoruz. Üstelik bunun farkında da olamıyoruz çoğu kez.
Maden suyundaki magnezyum ve kalsiyum gibi minerallerden zengin olması kalp krizi ve damar sertliğine karşı koruyucu. Magnezyumdan fakir suların tüketildiği bölgelerde bu hastalıklar daha az görülüyor.
Böbreklerinde taş oluşmuş insanlara maden suyu tüketmeleri bazı hekimlerce tavsiye edilmiyor. Ama düzenli maden suyu kullananlarda böbrek taşının arttığına dair bilimsel bir araştırma yok. Tersine böbrek taşlarının önlenmesi, idrar yolu enfeksiyonlarının azaltılmasında faydaları var.
Su için okurlarımıza neler önerirsiniz ?
Günde en az 8 bardak (2000mL) su için. Yiyecek ve meşrubattaki su buna dahil değildir. İdrarınız koyu ise yeteri kadar su içmiyorsunuz demektir.Meyve suyu, meşrubat, gazoz, bira gibi, şekerli çay gibi sıvılar yoğun karbohidrat içerikleri nedeni ile su ihtiyacını artırırlar. Şekersiz açık çay ve kısmen de ayran, kefir gibi fermente içecekler, sıvı ihtiyacını artırmadığı gibi, sıvı ihtiyacınızı da karşılar.İçtiğiniz su aşırı soğuk olmasın. Oda sıcaklığındaki suyu içmek en iyisidir.Kaynak suyunu için. İşlenmiş sofra suları kaynak suyu değil, işlenmiş kuyu suyudur. Mecbur kalmadıkça içmeyin. Gerçek kaynak suları içiminin güzelliğinden anlaşılabilir.Şebeke suyunu mümkünse içmeyin (klorlu !). Klor, mikropları öldürmek için suya konulur. Fakat kanser de yapabilir ve suyun tadını bozar.Doğal kaynak suyunun yerini tutmasa da filtre edilmiş şebeke suyu içilebilir.Şebeke suyunu musluktan aldıktan sonra en az bir saat dinlendirirseniz kloru uçar ve içilebilir.Sindirim sorununuz varsa yemekle birlikte su içmeyin, çünkü bu su sindirim sıvılarını seyrelterek etkilerini azaltır. Yemekten yarım saat önce veya 1 saat sonra su içebilirsiniz.Uykudan önce bir ya da iki bardak su içilmelidir.Maalesef nerdeyse hiçbir suda sistematik olarak ağır metal ve diğer kimyasal toksin taraması yapılmamaktadır.Alzheimer, depresyon, otizm, hiperaktivite gibi nöropsikiatrik hastalıkları olan kişiler suyun içindeki toksik maddelerden emin olunuluncaya kadar, filtre edilmiş su içmelidirler.
Kaynak: Prof Dr. Ahmet Aydın - beslenmebulteni.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder